İradeyi boğma kuyuları

Kuyu tipi cezaevi eylem

Kuyu tipi cezaevi eylem

  • 'Kuyu tipi' olarak bilinen Sincan 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Okan Danacı, bu cezaevlerinin irade kırma merkezlerine dönüştürüldüğünü söyledi. Danacı, "Mimari yapısı ve uygulamalarıyla insanlık onurunu çiğneyen bir sistem var” dedi.

ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL

'Kuyu tipi' cezaevi deneyimi olan Okan Danacı, tecrit koşullarının fiziki ve psikolojik etkilerini ise şöyle özetledi: “22 saati aynı yerde geçiriyorsunuz. Bir yere kadar okuyabilir, yazabilirsiniz. Sonra görme problemleri başlıyor. Hareketsizlikten kaynaklı sağlık sorunları yaşanıyor. En önemlisi de stres bozukluğu… Bu tablo, psikolojik yıkıma yol açıyor. Zaten devletin istediği tam da bu.”

Türkiye’de, toplam 304 bin 964 kapasiteli 402 cezaevinde 419 bin 194 kişi tutuluyor. Bunların 356 bin 710'si hükümlü, 62 bin 484'ü tutukludur. Bin 453 kişi ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsüdür. Cezaevleri nüfusun 6 bin 475’ü 65 yaşın üstündedir. 199'ü kız çocuğu olmak üzere 12-18 yaş arası 4 bin 593 çocuk tutuluyor. 19 bin 91 kadının yanında annesi ile 0-3 yaş grubu çocuk sayısı 434 ve 4-6 yaş grubu çocuk sayısının 388'dir.

Adalet Bakanlığının internet sitesinde yer alan bilgilere göre geçen yıl itibarıyla 13 tane Y Tipi Kapalı Cezaevi, 23 tane Yüksek Güvenlikli Cezaevi ve 7 tane de S Tipi Kapalı Cezaevi bulunuyor. Bunlar, F Tipi cezaevlerinin devamı olmakla birlikte ağır tecrit ve izolasyonla gündemde. Koşullarından dolayı 'kuyu tipi' olarak tanımlanıyor. Dar ve penceresiz hücreleri, tek başına geçirilen uzun saatler ve kısıtlı sosyal ilişki imkanıyla bu cezaevleri, “irade kırma merkezleri” olarak tarif ediliyor.

Büyük bir sessizlik

'Kuyu tipi' cezaevini deneyimlemiş Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) üyesi Okan Danacı ile cezaevi koşullarını konuştuk. Danacı, Mart 2025'ten itibaren 5 ay Sincan 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tutuldu. Danacı, 'kuyu tipi' cezaevlerini diğerlerinden ayıran temel özelliğin ağır izolasyon olduğunu belirterek, “Daha önce de bu tip bir cezaevinde kalmıştım ama o dönem kamuoyunda gündem olmamıştı. Buralar daha çok ağırlaştırılmış müebbet hükümlüler için kullanılıyordu. Son dört yıldır tutuklular da gönderilmeye başlandı. Şimdi birçok devrimci mahpus ilk kez kuyu tipini deneyimliyor. Doğal olarak, içeri girerken insan ‘Burası nedir?’ diye düşünüyor. 4-5 kişinin bir arada kalmasının mümkün olmadığı, sesin olmadığı, tamamen yalıtılmış mekanlar. Büyük bir sessizliğin içine giriyorsun” dedi.

 

 

Güneş girmeyen pencere

Danacı’nın anlattığına göre cezaevi A, B, C, D ve E bloklarından oluşuyor. E blokta üç, diğer bloklarda tekli hücreler bulunuyor. Üçlü hücreler kamera ile izlenirken, diğer bloklarda kamera bulunmuyor. Her blok üç katlı ve toplamda 18 hücreden oluşuyor. Aynı katta bulunan tutsaklar, günde sadece bir buçuk saat havalandırmaya çıkarılıyor. Danacı şöyle devam etti: “Hücreler çok küçük. Bir pencere var ama güneş girmiyor, hava akışı sınırlı. 22 saatimizi hücrede geçiriyoruz. Ne sohbet hakkı uygulanıyor ne spor. Tutuklu ve hükümlü aynı koridordaysa birlikte havalandırmaya çıkarılmıyor. Bu koşullar ağır bir hak gaspına yol açıyor.

Kitap ve mektuplara sansür

Kitap kotası çok sınırlı. İçeri alınacak kitaplar çok ince bir süzgeçten geçiriliyor. Mektuplarımıza, içinde geçen bazı kavramlardan dolayı izin verilmiyor. Araç-gereçlerimiz, kaynaklarımız sınırlı. Cezaevinin kütüphanesi de yetersiz.”

22 saat hücrede kalmak

Danacı, tecrit koşullarının fiziki ve psikolojik etkilerini ise şöyle özetledi: “22 saati aynı yerde geçiriyorsunuz. Bir yere kadar okuyabilir, yazabilirsiniz. Sonra görme problemleri başlıyor. Hareketsizlikten kaynaklı sağlık sorunları yaşanıyor. En önemlisi de stres bozukluğu… Bu tablo, psikolojik yıkıma yol açıyor. Zaten devletin istediği tam da bu.”

Kuyu tipi cezaevlerini “ağır tecrit mekanları” olarak tanımlayan Danacı, bu yapıların kapatılması gerektiğini söyleyerek, “Bu hapishaneler irade kırma merkezlerine dönüştürülmüş durumda. Mimari yapısıyla, uygulamalarıyla insanlık onurunu çiğneyen bir sistem var. Kendine demokratım diyen herkes bu hapishanelere karşı tutum almalı" diye konuştu.

* * *

Kuyu tipleri kapatılmalı

Günlük yalnızca bir buçuk saatlik havalandırma hakkı, tamamen elektronik kapılar, temasın yok denecek kadar azaltılması ve 7/24 kamera gözetimi, tutsakların insan onuruyla bağdaşmayan koşullara maruz kalmasına yol açıyor. Tutsaklar kendilerini kuyunun dibinde hissediyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD), İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) 'kuyu tipi' cezaevlerinin kapatılmasını istiyor.

 

 

İletişim sıfıra indiriliyor

İHD İstanbul Şubesi Hapishaneler Komisyonu Üyesi Cevdet Bayır, geçmişte yalnızca ağırlaştırılmış müebbet verilen tutsaklara dayatılan izolasyon koşullarının, bugün yayıldığına dikkat çeken Bayır, “İnsansızlaştırma, güneşten ve havadan uzak bırakma, iletişimin neredeyse tamamen sıfıra indirilmesi söz konusu. Mahpuslar gardiyan dışında kimseyle temas kuramıyor. Bu durum psikolojik olarak ağır sonuçlar doğuruyor” dedi.

Mahpuslar arası bağ kesildi

Tecrit uygulamalarının hukukta ancak çok sınırlı koşullarda kabul edilebileceğini hatırlatan Bayır, 'kuyu tipi' cezaevlerinde bunun çok ötesine geçildiğini vurgulayarak, şunları söyledi: “Mahpusların birbiriyle bağı koparılıyor. İletişim yasaklarıyla tecrit daha da derinleştiriliyor. Bu koşulların kabul edilmesi mümkün değil.”

 

 

Kuyunun dibinde hissi

Tutsakların, kendilerini “bir kuyunun dibinde” hissettiklerini aktaran İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Yağmur Kavak da bunun yalnızca psikolojik bir metafor olmadığını söyledi. Kavak’a göre, günlük yalnızca bir buçuk saatlik havalandırma hakkı, tamamen elektronik kapılar, temasın yok denecek kadar azaltılması ve 7/24 kamera gözetimi, tutsağın insan onuruyla bağdaşmayan koşullara maruz kalmasına yol açıyor. AİHM’in birçok kararında bu tür koşulların işkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiğini hatırlatan Kavak, “Suçları ne olursa olsun, devlet mahpusların yalnızca fiziki özgürlüklerini kısıtlayabilir. Bunun dışındaki haklarının korunması anayasal bir zorunluluktur. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’üncü maddesi ve Anayasa’nın 17’nci maddesi başta olmak üzere birçok normun ihlal edildiğini söyleyebiliriz” diye konuştu.

Avukatlar kısıtlanıyor

Avukat–müvekkil görüşmelerinde yaşanan kısıtlamalara da değinen Kavak, bu kısıtlamanın savunma hakkı üzerinde ciddi bir baskı yarattığını kaydetti. Kavak, şunları söyledi: “Avukat–müvekkil gizliliği, Avukatlık Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla güvence altına alınmıştır. Ancak kuyu tipi hapishanelerde bu hakkın fiilen kullanılamadığını görüyoruz. Avukatlar, kanundan aldıkları hak ve yükümlülükleri yerine getiremiyor.”

Güneş ışığından mahrum

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Üyesi Ali Karakoç ise kuyu tiplerini “22 saat, bir kişinin bile zor yaşayacağı 12 metrekarelik odalar. Havalandırma günde yalnızca bir buçuk saat. Ortak alan yok, güneş ışığından yararlanmak neredeyse imkansız” diye tarif ediyor. Karakoç’a göre, izolasyon tutsakların psikolojisi üzerinde yıkıcı etkiler yarattığı gibi, hareketsizlik eklem rahatsızlıklarını da artırıyor. “İnsanca yaşamaya hiç uygun olmayan bu yapıların derhal kapatılması gerekir” diyen Karakoç, birçok tutsağın kuyu tipi cezaevlerinden F tiplerine geçişi talep ettiğini belirterek, bunun dahi kuyu tipinin insanlık dışı niteliğini ortaya koyduğunu söyledi.

Karakoç, tutsakların sağlık durumunun diğer cezaevlerine kıyasla çok daha kötü olduğuna dikkat çekerek, “Acil durumlarda gerekli müdahaleler çok geç yapılıyor. Gece bir sorun yaşandığında müdahale iki kat daha yavaşlıyor. Sağlık hizmetleri yetersiz. Nöbetçi hekim bulunmaması ölümlere kadar varabilecek riskler yaratıyor” dedi. Karakoç, randevuların çoğu zaman “araç yetersizliği” gerekçesiyle iptal edildiğini belirterek, “Mahpuslar günlerce, haftalarca bekletiliyor. Bu en temel sağlık hakkının ihlalidir” şeklinde konuştu.

 

 

Tamamen keyfi uygulama

ÇHD Ankara Şube Başkanı Ceren Yılmaz ise normalde ağırlaştırılmış müebbetlere özgü tasarlanan bu rejimin, bugün kısa süreli ceza alan ya da ilk kez tutuklanan kişilere bile uygulanmaya başlandığını vurguladı. Yılmaz, şunları paylaştı: “Tecrit, tek başına bir insanı hem psikolojik hem de fiziksel olarak çökerten bir uygulama. Artık yalnızca ağırlaştırılmış müebbetler değil, öğrencilerden siyasi dosyalara kadar çok geniş bir kesim bu hapishanelere gönderiliyor. Konya’da öğrenciler, Sincan’da ise ilk defa tutuklanan kişiler bu koşullara maruz kalıyor. CHP operasyonlarında tutuklananlar da kuyu tiplerinde tutuluyor. Bu artık tamamen keyfi bir uygulama haline geldi.”

Kazanılmış hakların gaspı

ÇHD’ye ulaşan başvuruların büyük kısmının cezaevi mimarisiyle ilgili olduğunu aktaran Yılmaz, hücre pencerelerine takılan demir teller nedeniyle gün ışığının içeri girmediğini, yeterli havalandırmanın sağlanmadığını söyledi. Yılmaz, şunları ifade etti: “Bu hapishaneler insan sağlığına aykırı yerler. İnsani açıdan önerebileceğimiz tek şey, bu yapıların tamamen kapatılmasıdır. Mahpusların dilekçeleri alınmıyor; alınsa bile işleme konulmuyor. Mahkemelere geliş–gidişlerde ciddi sorunlar yaşanıyor. Kuyu tiplerinde bugüne kadar kazanılmış hakların tamamı neredeyse gasp edilmiş durumda. Türkiye’de tüm hapishanelerde radyo var ama kuyu tiplerinde yok. Bu tamamen keyfiyete dayalı bir sistemin göstergesi.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.