
Joan Baez
- ABD’nin çalkantılı zamanlarında politik duruşuyla üne kavuşan Joan Baez’i anlatan belgesel 73. Berlinale’de büyük beğeni topladı.Filmin gidişatı ana-akım Amerikan televizyon belgesellerinde göreceğimiz biyografiler gibi, ta ki son 30 dakikaya kadar. Her şey yolunda giderken birdenbire karanlığa düşmek. Sanki suda boğuluyormuş gibi…
SUSAN WEINBLATT
1941 yılında New York’ta dünyaya gelen Joan Baez, baba tarafından Meksikalı anne tarafından İskoç/ Amerikan bir ailenin üç kızından biri. Bugün hala hayatta olan Joan Baez’in yaşamını ve müziğini belki meraklıları yakından bilir ancak 1960’larda sahip olduğu üne artık sahip değil. Bunun birçok sebebi var, mesela dünyada eşi benzeri görülmemiş güzellikteki sesini eğitmeye devam edebilmesi için gereken kasların yaşlandıkça zayıflaması, politik olarak duyarlı bir insan olduğu için kendisini 80’lerden itibaren hızla değişen müzik piyasasına adapte edemeyişi… Ve kendisini sık sık yoklayan karanlık hislerle savaşmaya ayırdığı enerji…
Bu yıl 73.sü düzenlenen Berlinale’de Joan Baez: I am a Noise (Joan Baez: Ben Bir Gürültüyüm) isimli belgesel Panorama bölümünde gösterildi ve izleyenlerden büyük beğeni topladı. Filmin yönetmenliğini Karen O’Connor, Miri Navasky, Maeve O’Boyle isminde üç kadın üstleniyor, yapımcılar arasında Patti Smith de var. Filmin gidişatı ana-akım Amerikan televizyon belgesellerinde göreceğimiz biyografiler gibi, yönetmenler asla kamera arkasındaki varlıklarını belli etmiyor, bir lokasyondan başka birine, bir tarihten başka bir tarihe sürekli atlamalar, Joan Baez’in duygu durumuna göre gösterilen gündelik hayat içerisinde sahnelendiği özel çekimleri, röportajlardan alınan kesitler ve bu kesitlerin üzerlerine oturtulan görüntüler… bütün bu elementler filmin sıkı sıkıya hazır bir senaryoyla yazılıp çekildiğini kanıtlıyor. Herhangi bir ünlü portresinden farkı olmayan bir film çıkıyor karşımıza, ta ki son 30 dakikaya kadar. Filmi özel kılan yanlardan bir tanesi birazdan değineceğimiz bu son 30 dakikasıyken, diğeri de büyük bir şarkıcı olmasının yanı sıra resim de yapan Joan Baez’in kendi çizimlerinin animasyon yoluyla canlandırılması.
Joan Baez’in aile içerisinde edindiği müzik yeteneklerini geliştirerek sahne almaya başladığı ve uluslararası çapta bir üne kavuştuğu 60’lı yıllarda ABD çalkantılı zamanlardan geçiyor. Dans konusunda çok başarılı olan kız kardeşi Mimi de bu yolun başında Joan Baez’in yanında yer alıyor ancak onun hızla bir üne kavuşmasının verdiği kıskançlıkla (belki de geçmişin de travmasıyla) kardeşler yollarını ayırıyor, Mimi Farina müzik yolculuğuna daha mütevazi bir şekilde devam ediyor ve 2001 yılında kanser nedeniyle hayata veda ediyor.
Joan ise Amerika’da Martin Luther King’in de önderlik ettiği ivil haklar hareketinin popülerleşmeye başladığı yıllarda King’in konuşmalarından da etkilenerek sanat kariyerini bu aktivist ruhla inşa etmeye başlıyor, eylemlerde en önde yürüyüp sahnelere çıkıyor. Bu esnada tanıştığı son derece üretken bir söz yazarı ve müzisyen olan Bob Dylan’ın da elinden tutuyor ve onu sahnesine çıkarıyor. Kendi şahsına has şarkı söyleme tarzıyla bilinen Dylan’ın yazdığı şarkıları seslendirerek daha fazla kesime ulaşmasını sağlıyor. İkili romantik bir ilişkiye de başlıyor ancak 1965 yılında Londra’da gittikleri bir tur sırasında ilişkinin bu yönü dağılmaya başlıyor, belgeselden de anladığımız kadarıyla kendisine gereken bakım ve ilgiyi aldıktan ve istediği üne kavuştuktan sonra Bob Dylan, Joan Baez’i yavaş yavaş dışlamaya ve üzerine basıp geçmeye başlıyor. Kendiyle ve geçmişiyle barışmak için çok çaba sarf eden Joan Baez bu olayı tüm gerçekliğiyle anlatıyor ancak bir hınçla dolu olmadığı da çok iyi anlaşılıyor.