Kayyum rejimi: Kalpazan demokrasi
Dosya Haberleri —

kayyum darbesi
- Kayyum rejimini, Cumhuriyet’in sömürgeci pratiklerinin modern uzantısı olarak tanımlayan Aberdeen Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hanifi Barış: "Kayyum rejimi iki yenilik getirir: Birincisi, sinsidir; renk ve isim vermeden sömürge idaresi kurar. İkincisi, hileyi hiç olmadığı kadar işlevsel kılar. Bu yenilikler, seçimlerde görünür olur.”
- Artık hile ve zorbalığa rağmen seçilen adayların, devletin verdiği geçerli belgeleri iptal edilerek seçim sonrası hak ve iradeleri gaspı yapıldığına dikkat çeken Dr. Hanifi Barış, "Kürdistan’da rutin hale gelen bu hile ve zorbalık, son aylarda CHP belediyelerine yönelerek Türkiye geneline taştı. Siyaset biliminde ‘kalpazan demokrasi’ diye bir kategori vardır" diyor.
- Umumi Müfettişlik ve OHAL’in sentezi olan kayyum rejiminin, sömürge idaresini sinsice olağanlaştırdığını belirten Barış, hile ve zorbalığı yasallaştırarak baskı mekanizması oluşturduğunu ve bu rejimin Türkiye geneline yayılabileceğini ifade ediyor. Barış, "Böyle bir rejimde, Türk siyasi elitin uzlaşı ve demokrasiyi dert edindiğini düşünmüyorum" diye vurguluyor.
BARIŞ BALSEÇER
Kürdistan'da son 3 yerel seçimin ardından Kürt halkının iradesini temsil eden belediye eşbaşkanlarının yerine kayyum atanıyor. Halkın iradesini yok sayan Türk devleti, seçilmişleri görevden almak için ali-cengiz oyunlarıyla çeşitli kılıflar uyduruyor. Kayyum rejimini, Cumhuriyet’in sömürgeci pratiklerinin modern uzantısı olarak tanımlayan Dr. Hanifi Barış, bu uygulamanın Kürtlerin siyasi iradesini gasp ettiğini ve yerel demokrasiyi hedef aldığını vurguluyor. Söyleşimizde Aberdeen Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Hanifi Barış ile Kuzey Kürdistan’daki kayyum atamalarının Türk devletinin Kürt politikalarındaki otoriter yansımalarını ve Kürt halkının siyasi iradesine etkilerini konuştuk.
Türk devletinin Kürt politikalarında kayyum atamaları hangi otoriter eğilimleri ortaya koyuyor? Bu rejim, Kürt halkının siyasi iradesini nasıl etkiliyor?
Kayyum rejimi, yeni bir sömürge idaresidir. Umumi Müfettişlik rejiminin isimsiz ve ilansız olarak yeniden kurulmasıdır. Yetki, tek bir müfettiş yerine, Belediye ve Seçim Kanunu aracılığıyla içişleri bakanı ve valilere devredilmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli husus, içişleri bakanı ve valilerin öncelikle devlet ve hükümet başkanının, yani “ulusal liderin” iradesine, daha önemlisi devletin kolektif hafızasına bağlı olarak rollerini oynamalarıdır. Toplumlar gibi kurumların da kolektif hafızası vardır. Devlet, bu yönüyle bir hafıza, yasa, örf ve pratik bütününden oluşur. Kayyum rejimi, devletin kolektif hafızasının ürünüdür. Umumi Müfettişlik, ülke içinde ülke, devlet içinde farklı bir hukuka dayalı yönetim kurar. Farklı derken, dereceli bir yapıyı kast ediyorum. Ülke içindeki ülkenin halkı, kendini yönetme organlarından, araçlarından ve yöntemlerinden yoksun bırakılır. Hak ve sorumluluklar açısından birinci derece vatandaş statüsüne sahip değildir. Bunun adı sömürgeciliktir. Umumi Müfettişlik, farklı vatandaşlık dereceleriyle sömürge idaresi kurar. Devlet içinde ikili veya üçlü yönetim rejimleri, ülke içinde ikili veya üçlü vatandaşlık derecesi tesis etmenin amacı budur. Bizim kuşaklar bunu daha çok Olağanüstü Hal (OHAL) idaresi olarak bilir. Umumi Müfettişlik, farklı bir halkı ve ülke içinde ülkeyi kontrol ve sömürü objesi olarak görür. Bu yüzden sömürge idaresi kurar. OHAL ise farklı bir halk veya ülke içinde ülke görmeye tenezzül etmez, meseleye güvenlik çerçevesinden bakar.
Kayyum rejimi, Umumi Müfettişlik ve OHAL deneyimlerinin en işlevsel unsurlarını sentezleyerek, olağanüstü yönetim maskesine ihtiyaç duymadan, yasal dayanaklarla işleyen bir sömürge idaresi kurar. Kürdistan’da sömürge yönetimi, Umumi Müfettişlik yoluyla anayasaya girip olağan hale geldi, ancak olağanüstü yönetim maskesiyle. Bu olağanlaşan yönetim, sıkıyönetim ve OHAL (1987-2002) şeklinde tekrar tesis edildi. OHAL 2002’de kaldırıldıktan sonra 2016’da Türkiye genelinde yeniden ilan edildi. 2018’de Türkiye genelinde sona eren OHAL, Kürdistan’da kayyum atamaları maskesiyle devam etti.
OHAL döneminde çıkarılan bir KHK hükmü (Belediye Kanunu Madde 45, 674 Sayılı KHK), kalıcı bir yasa haline gelerek, seçim kanunuyla birlikte kayyum rejimini Kürdistan’da yasal bir sömürge idaresi olarak kurdu. Kayyum rejimi, olağanüstülük görüntüsü vermeden, sessizce işler.
Kayyum atamaları yerel demokrasiyi nasıl etkiliyor?
Kayyum rejimi iki yenilik getirir: Birincisi, sinsidir; renk ve isim vermeden sömürge idaresi kurar. İkincisi, hileyi hiç olmadığı kadar işlevsel kılar. Bu yenilikler, seçimlerde görünür olur. Belediye ve seçim kanunları, devlet otoritelerine seçim öncesi ve sonrası hile yapma zemini sağlar, bunun hukuki altyapısını sunar. Kayyum rejimi öncesinde, seçime kadar mümkün olan hile ve zorbalıklar yapılır, bazı adaylar elenir veya oy kullanma günü hileleriyle sonuçlar etkilenirdi. Seçim sonrası ayakta kalan Kürdistanlı adaylar görevlerine başlardı. Ancak kayyum rejimi bu ikiliği ortadan kaldırdı. Artık hile ve zorbalığa rağmen seçilen adayların, devletin verdiği geçerli belgeleri iptal edilerek seçim sonrası hak ve iradeleri gasp ediliyor. Hile, zorbalıkla kol kola yürür; tüm ‘terör’ soruşturma ve kovuşturmaları bununla ilgilidir. Kürdistan’da rutin hale gelen bu hile ve zorbalık, son aylarda CHP belediyelerine yönelerek Türkiye geneline taştı. Siyaset biliminde ‘kalpazan demokrasi’ diye bir kategori vardır. Kayyum rejimi, Türkiye’yi bu sınıfa soktu. Bir makamın verdiği seçilme belgesi, başka bir makamca hukuki süreç işletilmeden iptal ediliyor. Belgenin hangi otorite tarafından verildiği veya koşulları dikkate alınmıyor; sadece belgenin sahibi kişinin kimliğine bakılarak iptal ediliyor ve hakları vali veya içişleri bakanınca uygun görülen kişilere devrediliyor. Özetle: Kayyum düzeni, devlet otoritelerinin kanun çerçevesinde hile ve zorbalığa başvurmasıdır. Seçim hilelerinden her türlü baskıya kadar tüm yolları açar.
Türkiye’de Kürtlerin özyönetim talepleri karşısında devletin yaklaşımı nasıl bir diyalog zemini yaratıyor ya da yaratamıyor?
Öncelikle, sorun çözmek için önce dinlemek, anlamaya çabalamak gerekir. Diyalog kurmayı istemek lazım. Kayyum rejimini sömürge idaresi olarak kuranlar bunu mu istiyor? İstiyorlarsa, yapmalarına engel yok. Büyük güçler ve siyasi aktörler bunu yapmıyor, çünkü istedikleri bu değil. Kendi çıkarlarına dayalı düzenler kurmaya çalışıyorlar. Empati eksikliği, güç ve servet arzusu, ırkçılık veya başka sebeplerle hareket ediyorlar. Churchill’in 1921’de Kürdistan’ın kurulmasını Ortadoğu’ya müdahale bahanesi yaratmak için engellediği, Kissinger’ın büyük devletlerin küçük aktörleri yüzüstü bırakabileceğini ve onların buna rağmen büyük devletlere muhtaç olduğunu savunduğu, Rove’un “eylemlerimizle kendi gerçekliğimizi yaratırız” demesi gibi, güç ve nüfuz siyasi davranışları belirler.
Türk devleti, Kürt siyasi hareketiyle arasındaki asimetrik güç dengesinden yararlanarak, kaba kuvvete dayalı bir monologla liderlerin tahayyülündeki Kürtleri yaratmaya çalışıyor. Diyalog zemini için Kürtleri dinlemeleri gerekir, ancak bu irade eksik. Eşitler arasında diyalog ideal olur, ama şu an monologla karşı karşıyayız. Daha iyisi mümkün. İkincil olarak, Türk devleti, yekpare bir aktör değildir; elitler arasındaki egemenlik yarışı ve konsensüs eksikliği, Kürtlerle dürüst diyalog imkanını zorlaştırıyor. Türkiye’de ulusun kimliği, ideolojisi veya inancı konusunda konsensüs yok. Son darbe girişiminin üzerinden sadece 9 yıl geçti. Konsensüs ürünü bir devlet olmadığı için, ordu dışında siyasi programını ülke geneline hakim kılan bir aktör olmadı. Mevcut iktidar, sivil hükümetler içinde bu konsensüse en çok yaklaşan oldu. TC’nin kemalist kuruluş süreci kesintiye uğradı ve 2010 civarında yeni bir kuruluş süreci başladı. Bu süreç henüz tamamlanmadı. Türkiye, ‘beka sorunu’ tartışmalarıyla idare edildiği için Kürtlerle dürüst diyalog iradesi zayıf. Dürüstlükten kastım iki şey: Birincisi, Türk siyasi aktörleri, TC’nin kuruluşundaki ırkçılık nedeniyle Kürtleri eşit görmüyor; kendilerini devletin sahibi, Kürtleri tebaa veya iç düşman sayıyor. Örnek: Kıbrıs’ta 80 binlik bir toplum için devlet kurulurken, 40 milyonu aşan Kürtlerin buna hakkı olmadığı düşünülüyor. Bu, çifte standarttır, riyakârlıktır. İkincisi, güç dengesizliği nedeniyle Türk siyasi aktörleri dürüst diyalog gereği hissetmiyor. ‘Yaptık, yine yaparız’ deniyor ya Ermeni soykırımına atıfla. Bu, güç dengesizliğinin göstergesidir. Kürtlerle dürüst diyalog kurulamamasının bir sebebi de bu dengesizliktir.
Kayyum atamaları hukuku nasıl bir araç haline getiriyor?
Hukuk, eskiden de ‘iktidarın sopası’ydı. Şimdi bunun ötesindeyiz: İktidarın sopaları olan yargı organları eylem ve yorumlarına, yasa içine yerleştirilen hile de eklendi. Belediye Kanunu’nun 45. Maddesi, İçişleri Bakanı ve valilere seçim sonuçlarını değiştirme yetkisi verir; OHAL yetkileri olağan hale gelir. Hukukçular ve akademisyenler anayasaya aykırılıktan bahsediyor. Halbuki daha vahim bir durumla karşı karşıyayız: Belediye Kanunu’nun 45. maddesi içişleri bakanı ve valilere seçim sonuçlarını değiştirme ve olağan hallerde bile OHAL yetkilerini kullanma imkanı veriyor. Bu mekanizma, Kürtlerin yönetime katılmasını, kamusal alanda görünmesini ve Kürt kimliğinin siyasi irade taşıyıcısı olmasını önlemeyi amaçlar. Kürt kimliği, siyasi ifade ve iradeden uzak tutulmak isteniyor. Devlet, Kürtlere “Kültürel olarak var olabilirsin, ama karar almaya, yönetime katılmaya kalkma” diyor. “Seni ben yönetirim, itiraz etme” derken, yerüstü ve yeraltı kaynaklarını da sömürüyor. Kürtlere sömürge idaresi şartları dayatılıyor.
Yarı teokratik egemenliğin, Kürtlerin taleplerine karşı geliştirdiği propaganda yöntemleri nelerdir ve bu propagandalar Kürtler üzerinde nasıl bir etki bırakıyor?
Din kardeşliği, en yaygın propagandadır ve hala etkilidir. Büyük kardeş-küçük kardeş propagandası bunun devamıdır. Feminist teori, bu ikiliğin Kürt hamiliği rolüne soyunan aktörün Kürtlere baskı uygulama potansiyelini taşıdığını da gösterir. Koruma gücü, sömürme ve baskı uygulama gücünü de içerir. Kürtlerin bir kısmı, eşit olmamayı içselleştirmiştir. “Devletin sahibi Türkler, daha iyi yönetirler” propagandası etkili oldu. Bunun dini kökeni var. Said Nursi’nin buna katkı sunan tavrı bilinir. Bu propagandanın dindar ve seküler Kürtler arasında etkili olması, içselleştirmenin derinliğini gösterir.
Kürtlerin özyönetim talepleri 2015 sürecinde büyük bir askeri saldırıyla bastırıldı. Yıkılan kentler, katledilen binlerce sivil ve yerinden edilenler… Bu baskı temsili demokrasinin hangi sınırlamalarını ortaya koyuyor?
Temsili demokrasi, azınlıklara asimilasyondan başka seçenek bırakmayan yönüyle öne çıkıyor.
Kayyum rejimi, Kürt kimliğini hedef alan hangi tarihsel politikaların bir uzantısı olarak görülüyor?
Kürtlerin varlığını reddetme politikasının devamıdır. Kemalist devlet, Kürtleri tümden reddediyordu. İslamcı milliyetçi devlet, Kürtleri Müslüman bir kavim olarak kabul eder, ancak siyasi varlık, aktör veya eşit bir halk olarak tanımaz.
Peki tüm bu değerlendirmelerinizi ele aldığımızda kayyum düzeniyle yüzleşmek, adalet ve demokrasi için hangi yolları açabilir?
Yüzleşmeyi entelektüeller mi, siyasi otoriteler mi yapacak? İkisinin de bunu yapması mümkün görünmüyor. Hipotezim şu: Avrupa’daki faşist ve ırkçı rejimler, entelektüel farkındalıkla değil, savaş meydanında veya siyasi arenada yenildi. Yüzleşmek bu yenilgiyi takip etti. Türkiye’de de faşizm ve ırkçılığın kesin yenilgiye uğraması gerekir. Bu olmadıkça yüzleşme beklemiyorum.
Kayyum atamaları yani Kürtlerin iradesinin gaspı, Türk devletinin Kürt kimliğini homojenleştirme politikalarına katkısı nedir?
Türk siyasi aklının uygun görmediği Kürtler, siyasetten dışlanıyor. Kürt seçmenin tercihi değil, Türk siyasi aklının tercihi dayatılıyor. İktidardaki Türk siyasetinin bakış açısını içselleştirmeyen Kürt aktörlerin Kürdistan’dan dışlanması ve silinmesi hedefleniyor. Kayyum rejimi, bu programı uygulayan bir mekanizmadır.
Üç dönem yani 2016’dan beri devam eden bu kayyum politikaları, demokratik uzlaşıyı nasıl baltalıyor?
Kayyum rejimi, Kürt halkının seçimle beyan ettiği iradeyi değil, Kürtleri bilmeyen, dinlemeyen ve anlamayan kişilerce dayatılan bir rejimi merkeze alır. Böyle bir rejimde, Türk siyasi elitin uzlaşı ve demokrasiyi dert edindiğini düşünmüyorum. Kayyum rejimi, ne demokratik bir bakışı öne çıkarır ne de uzlaşı iradesi taşır. Halkın kendini yönetme kapasitesinden yoksun olduğu varsayımına dayanır. Kürt toplumu için neyin iyi olduğuna Kürtler değil, Türk siyasi iktidarı karar verir. Kürtlerin demokratik yönetim tarzı belirlemesine izin verilmez. Türkiye’nin siyasi iktidarı, Kürtlere bir rol biçer; bunu reddeden Kürtler dışlanarak demokratik uzlaşı engellenir.