Kendini bulma yolculuğu: HÛMÎTRA

Kadın Haberleri —

Xece Şen

Xece Şen

  • Xecê Şen’in Mitra felsefesini odağına alan “HÛMÎTRA” kitabı Aram Yayınları’ndan çıktı. Kitap öncesinde Kuzey Kürdistan’daki çok sayıda tapınağı ve yeni kazıları da gezen Şen, “HÛMÎTRA” ile birlikte kendini bulma ve olma yolculuğuna girdik” diyor. 

MAHİR FIRAT FİDAN/AMED

Mitra felsefesini odağına alıp, edebiyat, sanat, arkeoloji, müzik gibi disiplinlerden faydalanan Xecê Şen’in yeni kitabı “HÛMÎTRA" okuyucularıyla buluştu. 

Yazarın “HÛMÎTRA/Felsefeya hûnerê ya Mêhrî-Mîtrayî” isimli kitabı Aram Yayınları tarafından basıldı. “Kadının Sanattaki Rolü”, “Kolektif Kadın Sanatı”, “Sanatta ve Edebiyatta Toplumsal Cinsiyet” başlıkları altında Mitra felsefesinde toplumsal cinsiyeti ele alan kitap, her birinin ayrı bir hikayesi olan 6 ezgiyi toplumsal cinsiyet bağlamında aktarıyor. Uzunca bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkan “HÛMÎTRA” kitabı okuyucuya kolaylık sağlaması açısından, kavramlar sözlüğünü de içerisinde barındırıyor.

25 yıl zindanda kalan kişilerle yaptığı söyleşilerin yer aldığı, F Tipi cezaevlerini konu alan “Di Goristanên Tarî de Stêrkên Azadiyê” kitabının da yazarı olan Tevgera Jînen Azad (TJA) aktivisti Xecê Şen ile HÛMÎTRA’yı konuştuk.

Yakın zamanda “HÛMÎTRA” adlı kitabınız yayınlandı. Kitap, Mitra felsefesini ele alıyor. Böyle bir kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı? Bize öncelikle kitabın yolculuğundan bahseder misiniz?

Açıkçası başlangıçta Mêhrî-Mîtra felsefesi ile ilgili hiçbir bilgim yoktu ve böyle bir felsefenin varlığından bile habersizdim. O zamana kadarki okuduğum ve araştırdığım hiçbir kaynak veya belgede rastlamamıştım. Zaten kitap yazma gibi bir fikrim de yoktu. Ama uzun bir zamandır “Edebiyatta Toplumsal Cinsiyet” konusu ile ilgili bir çalışmam vardı. 2017 yılında bu çalışmamı jineoloji akademisindeki kadınlarla ve TJA ile birlikle çalıştığım birçok arkadaşla paylaştım ve onların önerisi üzerine o dosya dizi halinde “E-rojname” gazetesinde yayınladı. O yazı dizilerini okuyan herkes beni arayarak bu çalışmaya devam etmemi istedi. Ben de böylece devam ettim. Okuduğum ve araştırdığım her bir romanda çıkan kadına verilen cinsiyet rollerini, karakterlerini, cinsiyetçi kavramları not aldım. Dinlediğim her bir şiir, hikaye, stran ve şarkılarda çıkan her bir cinsiyetçi kavram ve kelime, okuduğum ve duyduğum her atasözünde ve atasözü altında dile getirilen yüzlerce cinsiyetçi kavram buldum. Özgürlük, verdiğim mücadele adına bir kadın olarak ahlaki, vicdani ve politik olarak rahatsız oldum.

Bu bahsettiğim kavramların hepsini bir araya getirdiğim zaman baktım ki bin civarında kavram doldu. Yani bir kavram sözlüğüne yetecek kadar var. Yine yüze yakın ilginç kodlar var. Bu kodlar üzerine bir araştırma yaptım ve böylece Mêhrî-Mîta felsefesi ile tanışmış oldum. Ve bu kodlar üzerine onlarca konu başlığı inşa ettim. “HÛMÎTRA” ile böyle tanıştık. Biz birbirimiz ile konuşup tartıştıkça birbirimizi daha yakında tanıdık ve tanıdıkça birbirimizi anlamaya, birbirimizi okumaya ve birbirimizi yazma yolculuğuna girdik. Tanışmamız çok zor oldu ve çok zor patikalardan geçtik ama her zaman birbirimizi aramaya, bulmaya ve tamamlamaya çalıştık ve başardık diyebilirim.

Xece Şen

Kitapta Mitra felsefesinin okuyucuya çok yönlü aktarıldığını görüyoruz. Felsefe, edebiyat, sanat gibi. Bir konuyu farklı disiplinlerle değerlendirip metin kurmak zor olsa gerek…

Kitap, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele Günü okuyucularıyla buluştu. Böylesi bir günde “erkek egemen akıl ve kalemine karşı” kadın aklı ve kalemi ile bir sanat felsefe kitabının çıkması, okuyucularla buluşması beni olduğu kadar kadınları da memnun etti. Ayrıca okuyucuları buzlu su döker gibi şok etti. Beğeni de topladı. Bu sadece benim başarım değil. Bin yıllarca kayıp olan Mêhrî-Mîtra’nın kendi varlığını bize hissettirmesi ve kendisinin yaratığı direniş ve dirilişin başarısıdır. O kendini bize hissettirdikçe, biz de onu hissetmeye ve anlamaya çalıştık ve birleşmeye de başardık. Gönül rahatlığıyla bunu söyleye bilirim. 

Mêhrî-Mîtra’yı biraz açabilir misiniz?

 “Mîhr” kavramsal olarak “Ay-güneş ve aydınlık” anlamına geliyor. Yani kendi gerçekliğinde “Güneşin ve aydınlığın” felsefesidir. Bu felsefe his-duygu, duyu ve anlam gücü üzerine kendi doğumunu gerçekleştirmiştir. Bin yıllar boyunca insanlar “Güneşe ve aydınlığa” inanarak kendi yaşamını inşa etmişlerdir. İnsanlar yıllın ilk iki mevsiminde “Güneşe-aydınlığa” oruç tutmuşlar, ilk güneşin doğuşu ve güneşin batışı ile namaz kılmış, nar, elma, cennet meyvesi ve kutsallıkla anılan çok sayıda ağaç dikmişlerdir. Onları görünür kılmak ve yaşamsallaştırmak için semboller inşa etmişlerdir. Ve tüm canlı varlıklarla doğru bir ilişki kurmak için “Güneş-yıldız” sembolü ve nar, elma, yılan gibi birlerce sembol sanat ile kendini gerçekleştirmiştir. Mêhrî-Mîtra’nın dili, kültürü, sanat, şiir ve edebiyat ile kendini yaşamsallaştırmış ve günümüze kadar kendini devam ettirmiştir. Bu nedenle sanat felsefesi olan “HÛMÎTRA” ile birlikte “kendini bulma ve olma” yolculuğuna girdik. Sanat, edebiyat, kadının kolektif sanatı, kadının sanattaki yeri ya da sanatın kadına verdiği rol ve misyon, sanatta dilin rolü, sanatta toplumsal cinsiyet gibi hikayelerle yolumuza devam ettik. Her ne kadar kitap çıkmış olsa da biz yolumuzun sonuna gelmedik ve hala devam ediyoruz.

Kitabın hazırlık sürecinde 15 Mitra tapınağını ve Kuzey Kürdistan’da yeni yapılan birçok kazıyı gezdiniz. Bu geziler sırasında en çok dikkatinizi çeken şey ne oldu?

Evet, Urfa Göbeklitepe, Antep Mitra Mağaraları, Amed Zîrzewan Kalesi ve Mardin’de yeni çıkan Mitra Tapınakları ve Marînê köyün mağaraları başta olmak üzeri Kürdistan’ın birçok tarihi yerini ve köylerini gezdim ve geniş bir araştırma yaptım. Zaten “HÛMÎTRA” 9 yıllık bir araştırma ve inceleme ürünüdür. Bu çalışmada, Mitra adındaki 15 tapınağın çok belirleyici olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özelikle Amed Zîrzewan Kalesinde çıkan “Mitra” adındaki tapınak beni “Sanatta Toplumsal Cinsiyet” konusunda yazmaya zorunlu kıldı. 

Biz kaleye girdiğimizde, arkeologlar bize “Kadınların Mitra Tapınağı’na girmesi yasaktır” dedi. Üçüncü denememizde ancak HDP’li vekillerle girebildik tapınağa. Biz tapınağa girer girmez bin yıllarca kırıma, katliama uğrayan bu felsefe her yönüyle kendi varlığını hissettirdi bize. Biz o tapınağa giren kadınlar olarak bu hissiyatı en ağır bir şekilde yaşadık. Yani kırıma uğrayan ve kaybolan o yaşam kültürü bize ‘ben varım ve bana sahip çıkın’ diyor, bizi kendi içine alıyordu. Biz 21. yüzyıldayız ama hala tapınaklar ve kapılar bize kapalı. 

Günümüzde hala dinlediğimiz “Binevş Narîn ve Were Bêmal” stranları, toplumsal cinsiyet bağlamında Mitra Tapınağı’nın görünen yüzüdür. Were Bêmal hikayesi ve Adıyaman’da dedesi tarafından tecavüze uğrayan Medine’nin dedesi ve babası tarafında diri bir şekilde evin bahçesinde kazılan çukurun içine konularak üzerine beton dökülen o masum genç kadının hikayesi aynıdır. Zaten her iki hikayenin de aynı il ve aynı ilçede oluşu tesadüf değil. 

Kitabınız Kürtçe basıldı. Üzerinde yoğun asimilasyon politikalarının olduğu bir dilde yazılmasının önemine ilişkin ne söylemek istersiniz?

Kürtçe de bir atasözü var; “Her Kew bi refên xwe difire.” (Her kuş kendi sürüsü ile uçar) Bu insanlar aleminde de böyledir. Her insan ve ulus kendi dil ve kültürü ile kendi varlığını inşa edebilir veya da kendini tanıtabilir. Dil sadece insanlar arasında bir iletişim aracı değildir. Dil, yaşamın kendisidir ve kültürün, sanatın, edebiyatın, bilimin ve siyasetin dilidir. Dil varlığı olmadan biz bir ulusun, kültürün, sanatın ve edebiyatın varlığından bahsedemeyiz, bu gerçektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.