Kimi yemek için?


Toplum/Yaşam Haberleri —

KUZU

KUZU

  • Hayvan yemekle ilgili savların birçoğu savdan ziyade “lezzet” beyanı olarak karşımıza çıkıyor. Halbuki -tükettiğimiz et miktarı budur, balık çiftliklerinin yok ettiği orman bataklıklarının sayısı budur, inekler böyle öldürülür gibi- olguların olduğu yerde onlar ışığında ne yapmamız gerektiği sorusu da doğacaktır. Bu gerçekler etik açıdan bizleri zorlamalı mı? Ya toplumsal açıdan? Yoksa bunlar, et yiyenin kendince sindirmesi gereken veriler mi sadece?

ZABEL MİRKAN

“Sadece maddi açıdan değil, öldürme kültürünün manevi sonuçları çok daha ağırdır. Hayvanları ve hemcinslerini öldürmeyi bir yaşam tarzı -zorunlu savunma dışında- olarak kültürleştiren bir topluluk, artık savaş makinesini geliştirmek için her türlü alet ve kurumsal düzeni geliştirmeyi temel alacaktır. Doğal ana-toplumdan çıkan ataerkil toplumun tarihin en tehlikeli sapması olarak gelişmesi, günümüze kadarki tarihin korkunç öldürme ve sömürme biçimlerinin de özüdür.
Bu gelişme, bir kader ve ilerlemenin zorunlu koşulu olması şurada kalsın, tam bir sapma halidir. Aslanın krallığına benzer bir gelişme oluyor. Yine yılan-fare diyalektiğine benziyor. Daha şimdiden devlet teorilerine ‘yılan-fare’ teorisi demek doğruya daha yakın bir değerlendirmedir. Çoğu erkeğin soyadı Aslan’dır. Öyle olmak çok özlenir bir husustur. Soruyorum: Kimi yemek için?”
(Abdullah Öcalan, Devlet)



Neden kahvaltıda makarna yemiyoruz? Yemek yerken aldığımız kararları, neye dayanarak alıyoruz? Neden kuzu eti yiyoruz; ama kedileri yemiyoruz? Ya da Müslümanlar için “domuz” yemek neden yasak? Keza Hindistan’da inek neden kutsal? Sahi, Çinliler neden köpek yiyor da bize köpek yeme fikri barbarlık olarak geliyor? Hangi hayvanları sevip, hangilerini yiyebileceğimize kim karar veriyor? Siz hangi hayvanları yiyorsunuz?
Hayvan yemek, tıpkı kürtaj gibi, bazı mühim detayları net olarak bilmenin olanaksız olduğu bir mesele (Cenin ne zaman potansiyel insan olmaktan çıkıp insan olur? Hayvan yaşantısı gerçekte nasıldır?) ve dolayısıyla birçok insanı can evinden vurmaya, savunmaya geçirmeye ya da öfkeye boğmaya müsait. Her soru bir başka soruya zemin hazırlıyor ve kişinin gerçekten inanıp benimseyebileceği görüşlerden çok daha radikal şeyleri savunur hale gelmesi işten değil. Ya da daha beteri, savunmaya ya da benimsemeye değer bir görüş bulmak mümkün değil. 

Birer lezzet beyanı

Hayvan yemekle ilgili savların birçoğu savdan ziyade “lezzet” beyanı olarak karşımıza çıkıyor. Halbuki -tükettiğimiz et miktarı budur, balık çiftliklerinin yok ettiği orman bataklıklarının sayısı budur, inekler böyle öldürülür gibi- olguların olduğu yerde onlar ışığında ne yapmamız gerektiği sorusu da doğacaktır. Bu gerçekler etik açıdan bizleri zorlamalı mı? Ya toplumsal açıdan? Yoksa bunlar, et yiyenin kendince sindirmesi gereken veriler mi sadece? Gelin birlikte bakalım. 
2018 yılında yapılan bir çalışmaya göre;
* Global sera gazı emisyonunun yaklaşık yüzde 26’sı besinlerden geliyor.
* Besinlerden gelen emisyonun yüzde 58’i hayvansal kaynaklı ürünlerden oluşuyor.
* Tüm çiftlik hayvanlarının sebep olduğu emisyonun yüzde 50’si ise sığır ve kuzu etinden geliyor.
* İnsanlar küresel olarak her yıl 315 milyon ton et tüketiyor ve son 50 yıllık süreçte et tüketimi yüzde 86 oranında artmış durumda. 2030’da bu sayı yüzde 44 artışla 453 milyon olacak. 
İngiliz tıp dergisi Lancet'te yayımlanan bir raporda, dünyadaki et ve şeker tüketiminin yüzde 50 oranında düşmesi gerektiği yazıyor. Çünkü aşırı et tüketimi aynı zamanda ciddi hastalıklara da yol açabiliyor. Birleşik Krallık’taki kanser araştırmasına göre, İngiltere’de kimse işlenmiş veya kırmızı et yememiş olsaydı 8 bin 800 daha az kanser vakası olurdu. 

Bitki bazlı beslenmenin faydaları

Tüm bu bilimsel veriler ortadayken, bilimsel olmayan tek hususla et yememe tutumu “çürütülebilir” bir şey midir? Örneğin, et yemeyen bizlerin en çok karşılaştığı gerekçelerden birinde olduğu gibi, sahiden gerekli proteini alamıyor muyuz?
2018 yapımı bol ödüllü belgesel “The Game Changers” adeta bu sorunun yanıtını vermek için yalnızca bitki bazlı beslenen sporcularla yapılan mini görüşmelerden oluşuyor. Belgeselde gördüğümüz isimler şöyle: Arnold Schwarzenegger, Jackie Chan, Formula 1 Şampiyonu Lewis Hamilton, NBA oyuncusu Chris Paul, ünlü tenisçi Novak Djokovic, uzun mesafe koşucusu Scott Jurek... Sporcuların aktardıklarından en önemlisi, hepsinin kan ve vitamin değerlerinin normal seviyelerde, hatta olabilecek en iyi seviyede olduğunu söylemeleri. Bitki bazlı beslenmeye başladıklarından itibaren kendilerini daha dinç hissettiklerini söyleyen sporcular, başarılarının arttığını da vurgulamadan geçmiyor. Üstelik çoğu, yıllardır bitki bazlı besleniyor. Hayatlarında hayvansal hiçbir gıdaya yer yok. Belgeselde bütün bitkilerin proteinleri oluşturan amino asitleri farklı ölçülerde de olsa barındırdığı ve güç, kas kazanma konusunda araştırmaların doğru miktarda amino asit alındığı takdirde kaynağının önemsiz olduğunu gösterdiği söyleniyor ve şöyle bir örnek veriliyor: Bir kap mercimekte ya da fıstık ezmeli sandviçte 85 gram biftek ile veya 3 yumurta ile aynı seviyede protein var. Belgeselde konuşan bilim insanlarından biri ise önemli bir başka noktaya dikkat çekerek şunu diyor: “Proteini hayvanlardan aldığımız iddia ediliyor; ancak bizim aldığımız protein zaten otla beslenen hayvanlardan, yani yine bitkilerden geliyor.”
Hayvanların koruyucu azizi Assisi Francis’in bayram günü olan 4 Ekim'de her yıl kutlanan hayvan hakları ve refahı için uluslararası bir eylem günü olan “Hayvanları Koruma Günü”nde bu yazıyı okumanız size garip gelebilir. Ancak unutmayalım, evde birlikte yaşadığımız kedi ve köpekleri sevmekle “hayvansever” olunmuyor. Kiminle dost olup, kimi yiyebileceğimizin kararını vermek hüküm süren ideolojileri ne denli içselleştirdiğimizi gösteriyor. Hayvanları sevelim ve onları karşılaşabilecekleri tehlikelerden korumaya, anlatamadıkları dertlerini gidermeye çalışalım. Ve en önemlisi; arkadaşlarımızı yemiyorsak hayvanları da yemeyelim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.