Korona, yargı ve ekonomide reform söylemleri…

Forum Haberleri —

  • Korona virüsü salgınının başlaması üzerinde henüz 1 yıl geçmişken, ki Türkiye’de bu süre 9 ay oldu, salgına ciddi yaklaşmayan ve şeffaf bir yönetim sergilemeyen Türkiye, süreç içerisinde hem ekonomik olarak hem de insan sağlığı açısından en olumsuz etkilenen ülkelerin başında geliyor. 

MÎRZEND SÎYAROJ

Tüm dünyaya yayılan korona virüsü salgınından ölenlerin sayısı 1,6 milyonu, toplam vaka sayısı ise 72 milyonu aşmış durumda. Ülkelerin salgının daha fazla yayılmasına karşı sosyal ve ekonomik alanda aldıkları önlemler nedeniyle yüz milyonlarca insan işsiz kalmakta, ekonomik krizler derinleşmekte ve en önemlisi de ülkelerin sağlık sistemleri çökmektedir. Özellikle AB, ABD, Japonya ve başkaca ekonomik açıdan güçlü olan devletler bu kriz döneminde vatandaşlarına, iş hayatına, sosyal projelere destek sunarken; Türkiye gibi ekonomisi zayıf olan ülkelerde kriz gün geçtikçe derinleşmekte ve insanlar işlerini kaybetmekle kalmayıp her gün pahalılaşan temel ihtiyaçlarını karşılamakta da çaresiz kalmaktadırlar.

Korona virüsü salgınının başlaması üzerinde henüz 1 yıl geçmişken, ki Türkiye’de bu süre 9 ay oldu, salgına ciddi yaklaşmayan ve şeffaf bir yönetim sergilemeyen Türkiye, süreç içerisinde hem ekonomik olarak hem de insan sağlığı açısından en olumsuz etkilenen ülkelerin başında geliyor. Öyle ki, 26 Kasım’dan itibaren açıklanmaya başlanan “günlük pozitif vaka sayısı” ülke nüfusuna oranla Türkiye, dünyada 1. sırada yer almaktadır. Hakeza, işsiz kalan veya salgın nedeniyle faaliyetine geçici ara veren işyerlerinde ücretsiz izne çıkarılan emekçilere ve işyerlerine maddi destek sağlanmamaktadır.

Temmuz sonundan beri günlük “pozitif vaka” sayısını açıklamayan ve hatta bu konuda verileri açıklayan TTB’yi “yalancı olmakla, sorumsuzlukla, iktidar düşmanlığıyla” itham eden Erdoğan ve Sağlık Bakanı, ne oldu da 26 Kasım’dan itibaren günlük vakaları açıklamaya başladı? Hemen akabinde, salgının Türkiye’de ortaya çıktığından beri 9 aylık toplam vaka sayısı açıklandı. Doğal olarak insanların kafalarında soru işaretleri belirmeye başladı. Öyle ya, mevcut Sağlık Bakanı daha 1 ay evvel “günlük vaka sayısını” soran gazeteciye “semptom göstermeyen vaka sayısını öğrenip ne yapacaksınız?” demişti.

Bu sorulara cevap vermeden önce biraz geriye gidelim. Mart’ta ilk vaka ortaya çıktıktan sonra Türkiye’de belli önlemler alınmış, kimi yaş gruplarına ve iş alanlarına dair kapanma kararı alınmış ve ulaşımda da kısıtlamalara gidilmişti. Haziran’a gelindiğinde ise “turizm” sezonu göz önüne alınarak kısıtlamalar kaldırılmış ve turizm bölgelerine adeta korona virüsünün uğramadığı ve uğramasına da izin verilmeyeceği yaklaşımı sergilenmişti. Başta Erdoğan ve bakanları olmak üzere, iktidar güdümündeki basın aracılığıyla “her şeyin kontrol altında olduğu, turizm bölgelerinin tertemiz olduğu” reklamları yapılsa da her gün artan vaka sayısı diğer ülkelerin Türkiye’ye yapılacak seyahatleri kısıtlamalarına yol açıyordu. Bunu ortadan kaldırmak için AKP iktidarı bir manevra daha yaptı ve Temmuz sonundan itibaren “günlük vaka” sayısını açıklamaktan vazgeçti. Artık günlük pozitif vaka sayısı yerine günlük hastaneye yatan “hasta” sayısı tablolara yansıtıldı. Hatta bu gelişmeden sonra Rusya ve Almanya özellikle Ege ve Akdeniz illerine seyahat kısıtlamasını kaldırdılar.

Tüm bu gizleme, rakamlarla oynama, saptırma çabalarına rağmen olmadı. Turizmde istenen turist akını gelmedi. Oteller boş kaldı, bir önceki yıla göre turist sayısında yüzde 80 azalma oldu.

2019’da turizmden gelen net gelir 35 milyar dolar iken, 2020’nin 9 ayında elde edilen gelir 10 milyar dolar civarında kaldı. Son 3 ayda turizmden elde edilen net kâr yerine, zarar açıklanması bekleniyor. Yani 2020 yılındaki toplam turizm gelirinin en iyi ihtimalle 10 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor.

Turizmden elde edilen net döviz kârındaki düşüşe paralel olarak hazinedeki döviz rezervlerinin tüketilmesi ve ihracatın da azalmasıyla oluşan döviz açığı ve dış borç ödeme güçlüğü döviz kurunun kontrol edilemez şekilde artmasına neden oldu. ABD, İngiltere, AB üyesi devletler ve Japonya, TC ile bankalar arası döviz değişimini esas alan Swift anlaşması yapmamaya başladı. Böyle bir atmosferde bir de Kasım başında ABD’de başkanlık seçimi gerçekleşti ve Erdoğan’ın “dostu” Trump seçimleri kaybetti.

2021-2027 AB Bütçesi

AB üyesi devletlerin hazırladığı 7 yıllık “AB Bütçesi”, her bir ülkenin öznel bütçesinden ayrı olarak birliğin ve birliğe aday ülkelerin yararlanabileceği fonları dilimler halinde belirlemektedir. Bu kapsamda, AB’nin 2021-2027 bütçesi Mayıs 2018’de kararlaştırılmıştır. 7 yıllık bütçe olarak kararlaştırılan 1,1 trilyon Euro ve üye ülkeler ile aday ülkelerin faydalanacağı fon kalemleri önceden belirlenmekle birlikte, her yıl yapılan AB liderler zirvesinde değişiklik yapılabilmekte, ilgili ülkeler için ayrılan fon dilimleri artırılabilmekte veya gerekli şartlar sağlanmamışsa kısıtlama kararı alınabilmektedir. Örneğin, 2014-2020 döneminde Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılan 4,5 milyar Euroluk “aday ülke” mali yardımı, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları ihlalleri ve AB kriterlerini yerine getirmemesi nedeniyle birçok başlıkta kısıtlamaya gidilmiş ve bu destek 500 milyon Euro civarında kalmıştır. (Bu sürede Suriyeli sığınmacılar için ödenen 6 milyar Euro, 7 yıllık bütçeden ayrı olarak tahsis edilmiştir.)

AB üyesi devletler, korona virüsü salgını nedeniyle meydana gelen ekonomik kriz nedeniyle, 2018 Mayıs’ında kararlaştırılan 2021-2027 bütçesinde revizyona gitme kararı almış ve yaklaşık 750 milyar Euro ek finansal desteğin sağlanması, bu desteğin korona virüsü ile mücadelede ülkelerin yaşadığı ekonomik sıkıntının giderilmesi ve zor durumda kalan işletmelerin kurtarılması için sağlanması kararı alınmıştır.

Geleneksel AB Bütçesinden ayrı olarak tahsis edilecek bu 750 milyar Euro’nun kimlere, hangi kriterlerde ve ne şekilde dağıtılacağına dair AB Bütçesini hazırlayan komisyonların görüşmeleri 10 Kasım’dan itibaren başladı. Uluslararası ajansların görüşmeler öncesinde servis ettikleri “750 milyarlık korona virüsü ile mücadele ve kurtarma paketi şartlı tahsis edilecek. Öncelik, korona virüsünden en çok etkilenenlere, hukukun üstünlüğü ve ekonomik reformları yapanlara verilecek” açıklamasının akabinde Türkiye’de hareketli günler başladı.

Türkiye, AB Bütçesindeki 1,1 trilyon Euro’dan “aday ülke” olarak alacağı ve korona virüsü ile mücadele için tahsis edilecek 750 milyar Euro’dan alacağı paranın kendisine tahsis edilebilmesinin en temel 2 şartına sahip olduğunu göstermek için

1- Günlük pozitif vaka sayısı açıklanarak dünyada 1. sırada olduğunu gösterdi.

2- Yargı ve ekonominin şeffaf yönetimi için reform paketleri hazırlayacağını açıklayarak gerekli kriterleri sağladığını göstermeye çalıştı.

Böylece, hem bir önceki bütçeden (2014-2020) aday ülke olarak almaktan mahrum kaldığını bu defa alacağını hem de korona virüsü için ayrılan dilimden pay alacağını hesap ediyordu. Ancak, AB üyesi Polonya ve Macaristan’ın yardımların “hukukun üstünlüğü kriterine” bağlanması şartlarına yaptıkları itiraz ve AB üyesi devletlerin, ayrılan 750 milyarın hibe+kredi şeklinde tahsisine dönük talepleri doğrultusunda 2021-2027 AB Bütçesi 10 Aralık’taki AB liderleri zirvesinde kesinleşti.

Böylece, kararlaştırılan şekliyle, 750 milyar Euro’luk “korona virüsü ile mücadele ve kurtarma paketi”

1- Hukukun üstünlüğü şartına bağlanacak,

2- (Şimdilik) sadece üye devletlere tahsis edilecek,

3- 750 milyar Euroluk tutar, 7 yıllık dilime dağıtılacak ve gerekli görülürse artırılacak,

4- Bu 7 yıl içerisinde AB’ye üye olacak mevcut aday devletler de fondan faydalanabilecek,

5- Üye devletlerin bu fondan faydalanıp faydalanmayacağı kararı her yıl toplanan AB liderler zirvesinde belirlenecek

Yani, Erdoğan, Sağlık Bakanı, Adalet Bakanı, Ekonomi Bakanının 10 Kasım’dan başlayıp 10 Aralık’a kadar devam eden ve her gün tekrarlanan “yargı ve ekonomi yönetiminde reform, korona virüsü verilerinde şeffaflık” açıklamaları söz konusu 750 milyar Euroluk paketten faydalanmalarını (şimdilik) sağlayamadı.

Peki, 750 milyar Euroluk korona virüsü ile mücadele ve kurtarma destek paketinde faydalanmasa dahi, Erdoğan’ın “biz AB’ye ait bir devletiz, gerekli yargı ve ekonomik reformları bir an önce hayata geçireceğiz” söylemleri ve olası uygulamaları AB’den hangi destekleri almasını sağlayacak?

Yukarıda da değindiğimiz gibi, AB’nin 2021-2027 Bütçesi 1,1 trilyon Euro olarak belirlenmiş durumda. Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı aday ülkelerin (Türkiye, Arnavutluk, Karadağ, K.Makedonya, Sırbistan) faydalanabileceği ve belli tahsis koşullarına bağlı bütçe dilimleri (IPA fonları olarak adlandırılıyor) ise şöyle:

* 14,5 milyar Euro AB müktesebatına uyum uygulamalarına dönük ekonomik ve sosyal kapasitelerin artırılması desteği,

* 123 milyar Euro AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası için ayrılan bütçe (Bu fondan özellikle mülteci akınlarının önlenmesi kapsamında Türkiye’ye sağlanacak limit belirlenmektedir. Bir önceki dönemde 6 milyar Euro tahsis edilmişti.)

* Türkiye’deki sığınmacıların sağlık, eğitim, barınma vb ihtiyaçlarının karşılanması için limit belirlenmemekle birlikte AB raportörlerinin ve TC devletinin talebi doğrultusunda belirlenecek tutarlar. Örneğin, 2019’da sadece Kızılay’a AB’den yaklaşık 500 milyon Euro sığınmacılara sağlık hizmeti desteği olarak sağlanmıştır.

Bu fonlardan ne kadar faydalanacağı, hatta faydalanıp faydalanamayacağı konusu Türkiye’nin gereken kriterleri karşılayıp karşılamayacağına bağlı. Mevcut ekonomik kriz göz önüne alındığında bazı sembolik adımların atılması (Osman Kavala’nın serbest bırakılması gibi) beklenebilir ama Türkiye’nin Erdoğan yönetimindeki AKP-MHP iktidarında demokrasi ve insan haklarına saygılı, ekonomik yönetiminde şeffaf bir ülke olmasını beklemek hayal olacaktır. Yanı sıra, 2019 seçimlerinden önce AB’ye “siz yolunuza, biz yolumuza” diyen Erdoğan’ın zorda kalınca “AB üyeliği için gereken reformları yağacağız, AB’nin parçası olmak istiyoruz” söylemlerinin AB nezdindeki inandırıcılığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Yazıda her ne kadar, ABD başkanı seçilen Joe Biden’in başkanlığına hazırlık olarak yapılan değişikliklere ve söylemlere değinilmese de, Erdoğan’ın “reform ve AB üyeliğine” dönük söylemleri ile Sağlık Bakanlığının korona virüsü vakalarını açıklamaya başladığı tarihler göz önüne alındığında, bu stratejinin esas amacının, derinleşen ekonomik krizde AB Bütçesinden fon sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.

Demokrasi, insan hakları, şeffaf yönetim konularında Türkiye’nin samimiyeti her ne kadar AB tarafından bilinse de, uluslararası çıkarlar AB’nin Türkiye’ye ne kadar ihtiyaç duyduğunu ve bu ihtiyacın sağlanacak fon miktarını belirleyeceğini unutmamak gerekiyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.