Krizin faturası kadınlara

Kadın Haberleri —

Yüksel Genç

Yüksel Genç

  • Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Yüksel Genç, Türkiye’de yapısal bir kriz yaşandığını belirterek bunun faturasının ise kadın ve çocuklara çıkarıldığını söyledi.

YILMAZ KAYA / AMED

Kadına yönelik şiddet ve katliamlar iktidarın izlediği politikalar nedeniyle gün geçtikçe artıyor. 20 Mart gecesi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile feshedilen İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Temmuz’da Türkiye’nin çekilmesi şiddeti arttıran politikaların bir göstergesi olurken, Kürdistan’da ise özel savaş politikaları devreye konuldu. İktidarın uyguladığı bu politikanın sahadaki uygulayıcıları olan asker ve polisler, her gün yeni bir katliama imza attı. Toplumsal olaylara ve politik gelişmelere yönelik çalışmalarıyla bilinen Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Genel Koordinatörü Yüksel Genç, kadın cinayetleri, cinayetlerin bölgelere dağılımı, Türkiye'nin imza attığı İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesi gibi konularda gazetemizin sorularını yanıtladı.

Direk konuya girersek, kadın cinayetlerinin son dönemde artmasını neye bağlıyorsunuz?

Aslına bakarsanız Türkiye’de kadın cinayetleri hep vardı. Son yıllarda artış göstermiş olmasının kuşkusuz farklı nedenleri vardır. Türkiye’deki idari sistem ne kadar otoriterleşip muhafazakârlaşırsa toplumun değer yargılarındaki muhafazakârlıkta o kadar öne çıkmaya başlıyor. Türkiye’deki muhafazakârlık oldukça cinsiyetçi eril bir mantaliteden besleniyor. Yine yöneticiliğin bu kadar açık biçimde ve kendisini organize ederek tüm yaşam alanına sirayet etmesi iktidar tarafından besleniyor. Öte yandan çok ciddi anlamda cezasızlık politikası Türkiye’de alışkanlık haline geldi. Türkiye’de tipik Ortadoğu ülkesi olma yolunda bütün değer yargılarını yeniden revize ederken, erkeklik duygusunu, erkeklik üstünlüğünü organize ediyor. Onu güçlendiriyor. Yeniden örgütlüyor. Bütün bunlar kadının ikincilleşmesi, kadına dönük şiddetin sürecini destekliyor. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin artmış olmasının temel nedeni bu aşamadaki kriz hali. Türkiye çoklu bir kriz yaşıyor. Yapısal yıkım yaşanıyor. Bunun ilk faturasını da kadınlar ve çocuklar ödüyor.

 Polis ve askerlerin ilgisiz kalması ya da şikayet halinde adaletin gerekli tedbirleri almaması kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini etkiliyor mu? 

Zaten son yıllarda kadına dönük cinayetlerin bu kadar artmış olmasının en büyük nedeni kadına dönük şiddetin çok meşrulaşmış olması ve bu meşruluğun yasal bazı uygulamalarla destekleniyor olmasıdır. Kadın evde tehdit ediliyorsa karakol hiçbir şey yapmıyor. Kadın uzaklaştırma istiyorsa, o uzaklaştırmayı denetleyecek güvenliği de sağlayamıyor. Pek çok kadın uzaklaştırma ve korunma istediği zaman katledildi. Sürekli o toplumsal cinsiyetçilik, kadın şiddetini erkek nezdinde normalleştiren, kadının sineye çekmesini teşvik eden bir söylem içerisindedir. Toplumsal eşitsizliği değer olarak yansıtan Diyanet’in de demeçleri var. Kolluk (polis-asker) kadınların korkuları ile ilgili şikayetlerini çok nadiren ciddiye alıyor. Ciddiye alınanların da korunması çok sınırlıdır.

Kadına yönelik şiddet, şikayet yoluyla gündeme geldiğinde polis, asker veya savcılığın ne yapması gerekiyor?

Bir kadın kolluğa başvurmuş ise ‘kanıt getir’ dememelidir kadına. Kadını korumaya almalıdır. Kolluk kadının beyanını esas almalı, ciddiye almalı, işlem yapmalı. Şikayet konusu neyse onunla ilgili tedbir alınmalıdır. O tehdit alanına yönelik işlemler yapmalı. Ama çoğu kez kolluk güçleri kadının şikayetlerini ciddiye almıyor. Şikayetlerin önemli bir kısmı halen geleneksel toplumun formlarına uygun olarak ‘Eşindir döver geçer, babandır yapar, kardeşindir idare et’ gibi gerekçelerle arabuluculuk rolü oynayarak başından savıyor. Savcılıktan mahkemeye kadar erkeklik şiddet algısının cezalandırılmasını sağlayacak bir düzenek kurulmalıdır. Ama bu böyle olmuyor. Korunma altında gibi görünen kadınların katledildiği bir Türkiye’ye uyanıyoruz.

Kadına yönelik sadece cinayet veya dayak 'şiddet' diye algılanıyor. Bunların dışında kadınlara ne tür şiddet uygulanıyor?

Türkiye’de muhafazakârlık geliştikçe şiddet algısına ve tarifine yönelik yönelimlerde değişiyor. Türkiye’de çok yaygın bir biçimde kadına dönük psikolojik şiddet unsurları var. Kadınlara yönelik psikolojik şiddetin yanı sıra, dijital şiddette yaşanıyor. Yeni sosyallik alanı olan dijital alanda kadın hesaplarına yönelik cinsiyetçi taciz eylemlerine de rastlıyoruz. Ayrıca maddi şiddet dediğimiz bir şey var. Birçok kadın eşinin eline bakar. Çalışan kadınların çok büyük bir kısmının maaş kartlarını eşleri alır. Bu bir maddi şiddettir. Dolayısıyla kadın ekonomik, maddi, dijital, psikolojik şiddete maruz kalıyor.

Kadın cinayetleri konusunda zaman zaman Kürt illeri gündeme getirilir. Kadın cinayetleri en çok hangi bölgede işleniyor?

Yıllardır bu konuyu çalışıyorum. Kadın cinayetlerinin en çok işlendiği bölge Kürt illerinin olduğu bölge değildir. O bir kere egemen sistemin Kürtlerle ilgili oluşturduğu milliyetçi, ırkçı yansımalarla ilgili bir süreçtir. Kadın cinayetlerinin bir bölgesi olmamakla birlikte en çok kadın cinayetlerine rastladığımız yer İstanbul başta olmak üzere Marmara’dır. Karadeniz, Ege ve İç Anadolu’da da hatırı sayılır biçimde kadın cinayetleri işleniyor. Nüfusa oranla baktığımızda Kürt illeri il üç sırada yer almıyor. Aslında bu durum ırkçı bir algıdır. Kadına şiddet biçimini sayarken Kürt kadınları ayrıca kimlerinden kaynaklı kimliksel şiddet de yaşıyor. Son yaptığım araştırmada İstanbul’dan sonra, İzmir, Ankara, Adana gibi yerler geliyor ama esasta Antalya. İnanılmaz derecede kadına şiddetin yoğunlaştığı, cinayetlerin arttığı kentlerden biri durumunda. Örneğin mülteci göçmen kadın var. Bunların büyük kısmı değişik biçimlerde şiddet ve yaşam kaygısıyla yaşıyorlar. Çoğu da kayıt dışı üstelik. Yine Karadeniz’de de kadına şiddet yaygın durumda. Ve çok azı resmi kayıtlara düşüyor. İç Anadolu’da benzer biçimde. Türkiye ortalamasının altında olsa da, son 6 yılda yaptığımız araştırmada özellikle Serhat bölgesi başta olmak üzere Diyarbakır’da da kadın intiharı ve şiddetinde kısmi artışlar olduğunu gözlemledik. Bu artışların, bölgedeki son 6 yılda toplumsal çözülme, politikleşmenin getirdiği kontrol ve gelişim seyrinin kesintiye uğramasının, toplumsal dayanışma ve korunma alanının tahrip olmasının çok etkisi var.

İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekilmesi sonrasında Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İnsanları sadece cinsiyetlerinden dolayı üstünlük sınıflamasına tabi tutan anlayışın bizim medeniyetimizde ve kültürümüzde yeri yoktur" dedi. İstanbul Sözleşmesi kadınlara üstünlük mü sağlıyordu, yoksa kadınları korumaya yönelik bir sözleşme miydi?

Türkiye’nin kendisi eril ve erkeğin üstün tutulduğu bu üstünlüğünde olağan ve ‘Yaradan’dan geldiğine inanılan bir mantalitenin egemen olduğu bir ülke. Kadın ve erkeğin eşit olmayacağına dair cumhurbaşkanının açıklaması var. Erkekliğin bu kadar güçlendirildiği kadının yaşam hakkını koruyabilmesinin tek koşulu erkek karşısında güçlendirebilmesini sağlayacak süreçlerle mümkün. İstanbul Sözleşmesi, kadını koruyan bir madde değil, sadece aynı zamanda kadının üretmesini de sağlayan bir işleve sahiptir. İstanbul Sözleşmesi, kadını koruyan kısmı değil kadının güçlenmesini ve giderek erkek cinsiyeti ile eşitlenebilecek bir süreçtir. Muhafazakârlık zaten eşitlenmeyi, çoğullaşmayı red eder. Çoğullaşmanın eşitlenmesine rıza gösterdiği takdirde muhafazakârlık kalmayacaktır. Esas kaygı duydukları, kadınların ve diğer cinsiyet tercihlerinin çoğullaşarak ve eşitlenerek yaşam içerisinde irade sahibi olabilmesinin önünü kesmektir. 

Cumhurbaşkanının söylemi egemen erkekliğin kendini savunma aracından başka bir şey olamadığı gibi tam olarak da eşitlenme biçimine, çoğalma biçimine, aslında muhafazakarlığın karakterine uygun olarak red oluşturuyor. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasının ardından yaptığımız araştırmada, kamuda çalışan her beş kadından dördü kendini güvencesiz duruma gelmiş ve her tür yönelime açık hale geldiklerinin hissettiğini söylediler. Evde olan kadınlar ise tehdit alanına açık olduğunu düşünüyorlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.