Kürt kadınlardan çok fazla şey öğrendim

Kadın Haberleri —

.

.

  • Gerek çocuğunun ölüsünü kargoyla almak zorunda kalan analardan, gerekse çocuklarının ölülerini kaldırıma gömen devlet uygulamalarına rağmen ısrarla mücadeleye devam eden analardan çok fazla şey öğrendim. 8 seneki önceki halimden çok daha farklı bir noktadayım.

ZABEL MİRKAN



25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi 7 Kasım 2020’den itibaren “Erkek-devlet şiddetine karşı mücadeledeyiz” şiarıyla çalışmalarına devam ediyor. Mahalle mahalle, sokak sokak çalışmalarını yürüterek eylem planını duyurmaya çalışan kadınlar, sahada pek çok baskıyla karşılaşsa da yola devam ediyor. 

Gün özelinde biz de hem HDP’nin 25 Kasım’a yönelik eylem planını hem de Kürt kadın hareketinin maruz kaldığı baskıları; hareketin feminist hareketle ilişkisini konuşmak için kuruluşlarından itibaren HDP ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) içinde yer alan sosyalist feminist Gülsüm Ağaoğlu’yla konuştuk.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne HDP nasıl hazırlandı, hazırlanıyor? 



25 Kasım için HDP’li kadınlar olarak “Erkek-devlet şiddetine karşı mücadeledeyiz” sloganıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerinde eylemlerimize başladık. Bu şiarla sokaklarda olmayı hedeflediğimizi belirterek, açıklamalar yaptık, halk toplantıları düzenledik. Sokak sokak, ev ev gezerek yaptık bunu. Yapmaya da devam ediyoruz. Ama bu süreçte çok fazla engellemeyle karşılaştık, buna rağmen çalışmalarımıza devam ettik. Son derece anlamlı bulduğumuz bu eylem planını, AKP’nin daha çok kadınlara yönelik baskıcı politikalarını protesto etmek için de bir politik imkân olarak görüyoruz. Son tahlilde her zaman, her halükârda sokaklarda olacağız diyoruz. 



AKP iktidarında kadınlara yönelik politikalarda nasıl değişimler oldu? Yoğunluğu artan baskı ve şiddet ortamının bu politikalarla ilgisi nedir?



AKP iktidara geldiğinden beri uyguladığı kadın düşmanı politikalarla kadını eve, aileye, çocuk doğurmaya mahkûm eden ve bununla sınırlayan, kadınları siyaset sahnesinin her alanından silmeye yönelik politikalar işletiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Kadına yönelik şiddet mevcut iktidar döneminde o kadar arttı ki, neredeyse her gün kadın cinayeti haberleriyle uyanıyoruz. Öyle ki, kadın cinayetlerinde yüzde 1400 gibi bir artıştan bahsediyoruz artık. Bunda AKP’nin yürüttüğü kadın düşmanı politikaların ve cezasızlık siyasetinin büyük bir rol oynadığı herkesin malumu. Türkiye’de her 100 bin kadına 1 kadın sığınağı düşüyor. Örneğin, özellikle halkın büyük çoğunluğunun oyunu alarak kazandığımız yerlerde, atadığı kayyumlarla ilk olarak kadın merkezlerimizi kapattı iktidar. Böyle trajik bir kadın politikası var devletin. Şu hiçbir şekilde tesadüf değil; özellikle kadın merkezlerini kapatmayı hedeflemek ve 4 Kasım siyasi soykırım operasyonunda ilk olarak resmi eşbaşkanları kadın olan kentleri, belediyeleri hedef almak. Bunların hepsi AKP’nin yürüttüğü kadın politikalarının izdüşümü. Ama biz tüm bu baskı siyasetine rağmen 21. yüzyılın bir kadın yüzyılı olduğunu da biliyoruz. Burada şerh düşmek istediğim bir konu var: Biz bunu bir ölçüde de Rojava Devrimi’ne borçluyuz. Ve AKP hem kadın hem de Kürt düşmanı politikalar güttüğü için, son tahlilde Rojava’ya da müdahale etmek istedi. Çünkü biliyoruz ki, Rojava’da kadın özgürlükçü bir anayasa devrede.



Şu an tutsak olan kadın siyasetçiler, Kürt kadın hareketinin en bilinen, hatta sembolleri diyebileceğimiz isimler. Bu isimlerin tutsak alınması bize ne anlatıyor?



AKP, konu Kürtler olunca “Kürt anasını görmesin” politikası güttüğü için bu rehin siyaseti de bu söylemin bir devamı. Kürtlere yönelik suçlarda cezasızlık, onların politika sahnesinden uzaklaştırılma çabasının her yere sirayet ettiğini görüyoruz. Her gün, Kürtlere yönelik bir “operasyon”la güne başlıyoruz. Örneğin en son ÖHD’li avukatların gözaltına alındığını öğrendik. Hukuk reformundan bahsediliyor; şu an gündemde bu var. Ama söz konusu Kürtler olduğunda anlıyoruz ki burada bir standart kendini gösteriyor. Mevcut iktidar adeta “Kürtler bu uygulamanın dışında” diyor ve sahadaki tutumlarıyla da bunu gösteriyor bize. En son Kemal Kurkut davasındaki tahliye skandalında gösteriyor bunu bize. Yine devletin resmi ağızlarından bir viraj değişimi anlamına gelen açıklamalar Kürtleri kapsamıyor. Eşbaşkanımız Figen Yüksekdağ Kandıra Hapishanesi’nde 4 yıldır tutuklu. Keza aynı şekilde Gültan Kışanak, Gülser Yıldırım, Aysel Tuğluk... Ki benim en çok canımı acıtan olaylardan birisi, Aysel Tuğluk’un annesinin gömülmesine bile izin verilmemesidir. Yani “Kürtler anasını görmesin”den, “Kürtler anasını gömmesin”e varan bir politikayla karşı karşıyayız. Ama biz tüm baskılara rağmen her yerde, her şekilde olmaya devam edeceğiz. Onların da şaşkınlıkla izlediği bu. Resmi olarak böyle ifade etmiyorlar tabii, ama “neden bitmiyorlar, neden yılmıyorlar?” diye düşündüklerini biliyoruz. Birimizi alıyorlar, ertesi gün on kişi geliyoruz çünkü. 40 seneyi aşkındır hayatın her alanında olan Kürt hareketi, kadın hareketi mücadeleye devam ediyor. Ve kadınlar her alanda yine birlikte mücadele ediyor. Feministler ve Kürt kadın hareketi birlikte eyliyor. Böl-yönet siyaseti, söz konusu kadınlar, kadın dayanışması olunca işlemiyor.


Uzun yıllardır feminist hareketin içindesiniz. Şu an Kürt kadın hareketine yönelik saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Ben bir sosyalist feminist olarak kuruluşundan itibaren HDP ve HDK’nin içindeyim ama Kürt Özgürlük Hareketi’nden çok fazla şey öğrendim. Başından itibaren onların açmış olduğu siyasi imkânlarla, bir araya gelişlerle çok yol aldığımız kanaatindeyim. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, bundan önce sosyalistlerle Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir araya gelmesine dair bir imkân yoktu. HDP projesi ve öncesinde de HDK projesi bunun imkânını gösterdi bize. Her türlü etnik grubun birlikte eylem kapasitesinin ne denli büyük olduğunu gösterdi bize HDP. Tüm bu saldırıların bir nedeni de budur. Kişisel olarak ise şunu söyleyebilirim: Ben Kürt hareketindeki annelerin, kadınların dirayetli mücadelesinden çok şey öğrendim. Gerek çocuğunun ölüsünü kargoyla almak zorunda kalan analardan, gerekse çocuklarının ölülerini kaldırıma gömen devlet uygulamalarına rağmen ısrarla mücadeleye devam eden analardan, çok fazla şey öğrendim. 8 seneki önceki halimden çok daha farklı bir noktadayım. Tek başına da olsa mücadele eden bu kadınların verdiği mücadele, hepimiz için çok yol gösterici. Tam da bu nedenle, Kürt Özgürlük Hareketi ve bu mücadele içindeki kadınların hakkını teslim etmeden yol almak mümkün değil diye düşünüyorum.



  • Mücadelenin sınırlarını salt İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kalkmasın, yaptırımlar olmasın olarak çizersek ve bunları diğer politik dertlerimizle beslemezsek, etkisinin gittikçe zayıflayacağı kanaatindeyim. Beraber yol alınıyor evet; ama bunu bir kadın politikası etrafında kurulan dolgularla beslemeliyiz.”

Bu noktada Türkiyeli feministlerin Kürt kadın hareketiyle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?



“Kadınlar Birlikte Güçlü” diye ifade ettiğimiz kolektif, bu iki hareketin birlikte eyleme geçmesinin izdüşümü. 25 Kasım’dan bahsederken İstanbul Sözleşmesi ve 6284 numaralı yasadan bahsetmemek mümkün değil. Bu konudaki eylemlilikleri hatırlayalım, bunlara yönelik baskıya karşı birlikte irade gösterdik biz. Ama burada şerh düşmek istediğim şu: Mücadelenin sınırlarını salt İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kalkmasın, yaptırımlar olmasın olarak çizersek ve bunları diğer politik dertlerimizle beslemezsek, etkisinin gittikçe zayıflayacağı kanaatindeyim. Beraber yol alınıyor ve bu sayede pek çok pratik hayata geçirildi evet; ama bunu bir kadın politikası etrafında kurulan dolgularla beslemeliyiz. Bunu kadınlar yapabilir. Yapıyorlar da. Daha fazlasını yapabileceğini gördüğümüz pratikler de var. Meclis’teki kadın arkadaşlarımız örneğin, bütçe çalışmalarında toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe için çok ses çıkardı. İlk defa böyle bir bütçe çalışması gördük. Burada da hem Kürt Özgürlük Hareketi’nden hem de sosyalist feminist hareketten kadınlar etkin çalışma yürüttü. Bunları bildiğim, gördüğüm için ben ümitvarım. Bu faşist politika ve uygulamalardan, AKP-MHP iktidarının Türkiye’yi sürüklediği karanlıktan birlikte çıkacağız. Bunu başaracak olan Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki kadınlar ve feministlerdir. 



Son olarak, siz aynı zamanda HDP Göçmen ve Mülteci Komisyonu eş sözcüsüsünüz. Bu alandaki çalışmalarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?



Tabii. Hafta sonu Van Mülteci Dayanışma Ağı’yla Wan’daydık. Türkiye’deki OHAL uygulamalarının ve faşizmin çıplak halini bir kez daha gördük burada. Adım başı rastladığımız akrepler, TOMA’lar bunu somut olarak da gösterdi bize. Biliyoruz, duyuyoruz; ama görüyor muyuz gerçekten Kürdistan’daki baskıyı? Bu ziyaret bu nedenle de çarpıcıydı. Bizi eski beyaz Toroslara benzeyen beyaz minibüsler sürekli takip etti örneğin. Sahada Star Kadın Derneği’yle birlikte yürüttük çalışmamızı. Çoklu evlilik adı altındaki istismarları ve çocuk yaşta evlendirmeleri gördük. Mülteci kadınların fuhuşa zorlanmasına, kadın düşmanı politikaların ne denli hizmet ettiğini gördük. Özellikle pandemi sürecinde sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları; kadın hijyeni, kadın bedeni ve ruh sağlığıyla ilgili hizmetlerden yararlanamadıkları bilgisini aldık. Zaten Türkiye’nin batısında da bunların ne denli yaygın olduğunu biliyoruz. Mülteci kadınlara yönelik sömürü için de bu ağ bünyesinde, HDP olarak elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.