Kürtlere 'bekle gör’ mü deniliyor?
Forum Haberleri —

Demokrasi mücadelesi
- Böylesi kaotik ortamda Orta Doğu'da kartlar yeniden karılırken Kürtler herhangi başka bir güç veya güçlerle ittifak kurmasın ve bekle gör pozisyonunda tutulsun diye devlet bu sürece soyunmuş olabilir mi?
CÜNEYT MERCAN
Soru sormak her zaman için iyidir. Hele de isabetli sorular sorulursa! Arayışı doğurur, merakı diri tutar, farklı ufuklar açar. Bazen huzursuzluk verir, bazen huzura kavuşturur. Derdi hakikat olanın bu uğurda huzursuzluğu da göze alması lazım. Ona razı olmak, kabullenmek için değil, farkında olup doğru, yerinde ve zamanında tedbirleri geliştirebilmek için. Daha büyük huzursuzlukları öngörüp engelleyebilmek için.
Bu süreç nasıl gelişti sorusu, aylardır en popüler soru. Halen güncelliğini koruyor. Çeşitli cenahlardan yanıtlar geliştirilmeye çalışılıyor. Birdenbire olmadığı açık. Tek bir sebeple izah edilemeyeceği de o denli doğru. Yine iç-dış tüm çevreler dahil, muhatapları açısından da herkesin aynı muradı taşımadığı da görülebiliyor. Açık kaynaklardan okunabilecek bazı gelişmeleri hatırlayalım ve ara ara bazı sorular soralım. Okumalar da sorular da ayrıntılandırabilir.
Bir önceki “süreç” bugünkü “sürece” neredeyse on yıl geçti. Bu on yıl boyunca denenmeyen saldırı yöntemi kalmadı. 200 yıllık Kürt isyan ve direniş dönemlerinin tümünden daha fazla, daha komple, daha kesintisiz bir yönelim süreci yaşandı. Dağ, siyasi alan, cezaevleri tamamı birden kendi özgünlüklerine göre ama aynı konseptin amaçları doğrultusunda hedeflendi. Dış destek sağlanmıştı, "milli birlik" konsepti en üst düzeyde devreye konmuştu. Amaç kesin sonuç almaktı, olmadı. Cumhuriyetin 100. yıldönümünü zafere ulaşmış bu konseptle karşılamayı düşünüyorlardı, olmadı. Ve 100. yılda, tam da Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı yeniden kazandığının ilan edildiği gün Devlet Bahçeli “Orta Doğu'da, bölgemizde çok şey değişecek, umarım Türkiye aynı kalır" deyiverdi. Onu bu düşünceye götüren şey Erdoğan'ın yeniden seçilmesi olamazdı. Zaten kendisi de destek vermişti. Sanki yeni bir oyun kurgulanmış ve Erdoğan'ın yeniden seçimi ile bu oyuna start verilmişti. Adeta “bir yola çıkıyoruz, Allah sonumuzu hayretsin" der gibi bir anlam çıkıyordu bu sözlerinden. Demek ki her ne planlanmışsa seçimlerden önce planlanmıştı. Orta Doğu'nun yeniden dizaynı için kurgu oluşturulmuş, kendileriyle de belli boyutlarıyla paylaşılmıştı. Taşlar yerinden oynayacaktı. Ağızlarına da muhtemelen bir parmak bal çalınmıştı. Belli ki itiraz edebilecek, hele hele önüne geçebilecek takatleri yoktu. Eğer seçim öncesi bu planlandıysa ve hesap buna göre kurgulandıysa, seçimden Erdoğan'ın galibiyeti ile çıkılması da bu planın bir parçasıydı denilebilir pekala. İşte burada bazı sorular akla geliyor. Meraklıları bu soruları çoğaltabilir. Erdoğan'ın seçilmesi garanti değildi, hatta çok riskliydi. Kaybetme olasılığı daha yüksekti bile denilebilir. Hemen hemen objektif gözlemcilerin ortak görüşü "Erdoğan kazanamaz ama muhalefet kaybedebilir" şeklindeydi. Demek ki biraz daha muhalefet cenahına odaklanmak gerekiyor. Ne yaparlarsa kaybedebilirlerdi, onlar ne yaptılar? Tek tek sıralamaya gerek yok sanırız. Kim bilinçlice kim bilinçsizce alet oldu, ileride açığa çıkar belki. Ama alet olunduğu hakikati orta yerde duruyor. Peki böyle bir alt üst oluşta Erdoğan iktidarı neden yeniden istendi? Yine bazı soruları yardıma çağırabiliriz. Aynı yılın Ekim ayında Hamas'ın İsrail'e saldırısını ve sonrasında yaşananları anımsayalım. Yerle bir edilmiş Gazze, tüketilmiş Lübnan ve Hizbullah, teşhis sıra HTŞ eliyle Suriye yönetimine el konulması. Maskesi önemli oranda düşmüş olsa da Erdoğan iktidarı hala İslamcı bir görüntü veriyor. Bu açıdan kullanışlı. Hem birilerini harekete geçirmek ve hem de birilerini durdurabilmek için. CHP iktidarında Gazze'de tüm bunlar yaşanmış olsaydı hem Türkiye'de, hem de AKP'nin etki alanındaki bölgelerde ortalık bu denli sütliman olabilir miydi? Bu isabetli bir sorudur.
Erdoğan iktidarı 2015'ten bu yana artan oranda krizlerle yüz yüze. Ekonomik kriz derinleşiyor, Kürtlere karşı önü açılarak sürüldüğü savaştan çoklu kriz yaşayan bir rejim haline getirildi. Ağır aksak da olsa işletilmeye çalışılan devletin tüm kurumlarının ayarları bozuldu. Eskiden minareye kılıf uydurmaya çalışılırdı şimdi ortalık kılıfsız minareden geçilmiyor. İşin kötüsü de toplum buna alıştırılmaya çalışılıyor. Derinleşen bu krizli hal neredeyse kronik hale geldi. Kokuşma, çürüme her yanı sarmış durumda. Doğal olarak bu durumdan rahatsız olanlar da çoğalıyor, tepkiler büyüyor. Bugün gelinen noktada Türkiye'nin en büyük partisi, ismi olan, kurumlaşmış bir parti değildir. Erdoğan'a öfke duyanlar partisidir. Bu durum içeride de görülüyor dışarıda da. Erdoğan eskiden uluslararası görüşmelerde kendisinin de, partisinin de alternatifinin olmadığını söyler, bunu en büyük kozu olarak masaya sürerdi. Bir süredir en büyük kozdan mahrum durumdadır. Artık partisinin de, kendisinin de alternatifi vardır. Bunu kendisi de görüyor. Ekonominin durumu ortada. Cumhurbaşkanlığı sistemi ile tüm yetkiler onda. Ama tarihin en yetkili ama en zayıf dönemini yaşıyor. Hem de Orta Doğu yeniden dizayn edilirken! Bir başka soru da burada devreye sokulabilir. Orta Doğu'yu yeniden dizayn etmeye soyunanlar acaba nasıl bir Türkiye'yi hesapları açısından yararlı görürlerdi? Demokratik, kurumları işleyen, kendi iç barışını sağlamış ve dolayısıyla ekonomideki kara deliklerini de kapatmış bir Türkiye, yoksa mevcut durumdakini mi? Hakim devletler kendi hesaplarına bakar ve masa başında bu hesaplarını yaparlarken çok soğukkanlıdırlar.
Ne kadar aksini iddia etse ve mezarlıkta ıslık çalsa da Türk devleti zor durumda. Orta Doğu'daki 100 yıllık statüko ömrünü tamamladı. Kartlar yeniden karılıyor. Baş aktör artık İsrail Orta Doğu'da. İsrail'in bu pozisyonuyla uyumlu olabilecek şekilde Arap devletleri uzun yıllardır dizayn ediliyor. Ya sopayla, ya havuçla. Arap-İsrail İttifakı'nın taşları döşeniyor ve adına da İbrahim anlaşmaları deniyor. Esad'ın gönderilişi de, HTŞ’nin getirilişi de bu amaçladır. Adeta "uyarsan ne ala, uymayan gider" deniyor açıkça. Ve Kürtler, Orta Doğu'nun tam da göbeğinde, 40 milyonluk koca bir nüfus. Tarihinin belki de en örgütlü, ulus bilinci güçlenmiş, Çağdaş öncüsü ile buluşmuş sürecini yaşıyor. Bu haliyle Kürtler 100 yıl öncesinin Kürtleri olmadığını, yeni dizaynın kendisi olmadan yapamayacağını, gücü, potansiyeli ve birikimi ile herkese gösteriyor. Yani Kürtler açısından riskler kadar fırsatlar da büyük. Türk devleti de bunu görüyor. 100 yıl önce çeşitli söylem ve aldatmacalarla, ayağını yere sağlam basana kadar Kürtleri çeşitli vaatlerle oyaladı. İslam kardeşliği dedi, 1000 yıllık ortaklık dedi, Lozan'dan sonra her şey unutuldu, unutturulmak istendi. Hatırlatanlara bile neler yaşatıldı biliniyor. O gün ile bugün arasında bir benzerlik var mı sorusu da haklı soru. Hem var hem de yok denilebilir. Kürtler 100 yıl önceki Kürtler değil, en azından bu kadarını herkes görebiliyordur herhalde.
Şimdi birkaç soru daha. Böylesi kaotik ortamda Orta Doğu'da kartlar yeniden kırılırken Kürtler herhangi başka bir güç veya güçlerle ittifak kurmasın ve bekle gör pozisyonunda tutulsun diye devlet bu sürece soyunmuş olabilir mi? Süreç diyecek, çözüm diye oyalayacak ama hiçbir şey yapmayacak, Kürt hareketinin de tarihi fırsatları ıskalamasını sağlayacak! Yani hiç kimseyle bir arayışa girme, ben çözüme varım derken asıl amacı bu hengamenin, toz dumanın dinmesini en ucuzundan kapatmak olabilir mi? Sen bir tek bana bak, bana ve söylediğim çözüm retoriğine odaklan, ben ise çözüm adına hiçbir şey yapmadan, herkesle, her güçle kendimi tahkim etmenin arayışında olayım gibi bir niyetin, pratiğin sahibi olabilir mi, mesela? Bunun haksız bir soru olduğunu kim söyleyebilir?
Dışarıda Kürt hareketine bu niyetle yaklaşılıyorsa, bunun iç politika ayağı da benzer bir şekilde sürdürülüyor olabilir mi? CHP ve tüm muhaliflere operasyon üstüne operasyon çekilirken Kürt siyasetine "bana odaklan, çözdük çözüyoruz" derken, onu ilkelerinden soyutlayıp yalnızlaştırma, amaçsızlaştırma amaçlanıyor olabilir mi?
AKP medyasının süreç adına dillendirdiği Türk-Kürt-Arap İttifakı ne anlama geliyor? Hangi zihniyetin dışa vurumudur? Neyi amaçlamaktadır? Neden Farslar, Yahudiler, Ermeniler, Süryaniler, yani Orta Doğu'nun tüm halkları ve inançları zikredilmiyor? Kürt hareketinin mayasında iktidar ortaklığı yok, demokrasi ortaklığı vardır. Ortaklığı ve ittifak arayışı başkaca halkların ve inanç gruplarının hilafına olmaz, herhalde biliniyordur bu. O halde ısrarla bu söylemin dillendirilmesindeki amaç ne olabilir? Acaba Kürtler, halklar ve olası ittifaklar nezdinde de yalnızlaştırılıp hedef haline mi getirilmek isteniyor? İlkelerinden ve doğru okumadan soyutlanmış bir Kürt hareketi içeride de dışarıda da hareket alanı sınırlandırılmış olur. Böyle bir durum ortaya çıkarsa oyunu kuranlara daha fazla mecbur hale gelir. Samimi çözüm yerine acaba bu türden kısa, orta ve uzun vadeli hesaplar mı yapılıyor?
Kürt hareketi ve Önderliği tüm bunları ve daha fazlasını göremiyor olabilir mi? Bırakalım kendilerini daraltmayı ve tek seçeneğe mahkum etmeyi, her olasılığı gözeterek her zamankinden daha fazla ilkeli ve çoklu seçenekli bir pozisyon aldığından kimsenin kuşkusu olmasın. AKP'nin en zayıf yanı kendisini herkesten akıllı zannetmesidir. Oyun peşinde olmak yerine çözüm peşinde olsaydı, birkaç ay önce değil, birkaç on yıl önce bu sorun çözülürdü. Biz Önderliğimize güveniyoruz, hareketimize güveniyoruz. Gelişmelere bakıp soru sormamız da gayet doğal. Endişelerimiz de normal, kaygılarımız da. Bu bizleri hem uyanık kılar, hem tedbirli. Soru sormaya da cevap aramaya da devam edelim. Ama atıl bir izleyici olmadan daha fazla örgütlenelim, bilinç ve irademizi güçlendirelim. Süreç nereye varırsa varsın, şimdikinden daha güçlü olmaya ihtiyacımız olacak çünkü.







