Liva İskenderun ve Antakya’nın (Hatay) ilhakı

Mihraç URAL yazdı —

  • 29 Kasım 1937, bu tarih Liva İskenderun (Hatay) halkı için anlamlı bir tarihtir. Unutturulmaya çalışan bu tarihte kocaman bir gasp vardır. Bu gün Türk işgalinin haksızca ele geçirdiği Liva İskenderun ve Antakya (Hatay) toprağı bulunuyor. 

Bu tarihte, Suriye bayrağı tüm resmi makamlardan  indirilerek yerine Fransız bayrağı çekilmiştir. 29 Kasım 1937’ye gelene kadar Liva İskenderun halkı, direnişlerle verdiği şehitlerle durumu protesto etmiştir ve bu direncin karşısında duran emperyalist güçler II. Dünya Savaşı arifesinde bu haksızlığa karşı Fransızların çabalarına destek olmuştur. Ancak Liva İskenderun (Hatay) halkı verdiği şehitlere rağmen direnişinde yoluna devem etmiştir. Atatürk oyun üzerine oyun kurarak başta küçük bir toprak parçası diye küçümsediği Liva İskenderun ve Antakya gaspı için elinden geleni ardına koymamıştır; bir gece Fransız büyük elçisini yemeğe davet ettiğinde "kızı" Sabiha Gökçen’e verdiği görev hala hatırlardadır. Atatürk’ün Fransız Büyükelçisi M. Ponceau’a karşı, Ankara’nın Karpiç lokantasında tezgahladığı “silahlı baskın” komedisi.

 Atatürk, bir akşam Gökçen'e, “Üniformanı giy, tabancanı beline tak ve buraya gel. Bu akşam çok önemli bir görev daha vereceğim, tarihi ilginç bir görev” diyor. Bunu söylerken, Gökçen'e, “Hatay konusunda fikrin nedir?” diye sorduğu da söylenir. Gökçen “Eskiden Girit için söylenirdi, annemden dinlemiştim; 'Girit bizim canımız, feda olsun kanımız!' Aynı şeyi Hatay için düşünüyorum” dedi

 Atatürk ve beraberindekiler, akşam Ankara'nın ünlü restoranı Karpiç'e gider. Fransız Büyükelçisi M Ponceau ile elçilik erkanı da oradadır. Fransızlara hitaben bir konuşma yapan General Kasım Sevüktekin, sonunda Fransızların Hatay'ın Türkiye'nin olduğuna karar vereceklerine inandığını ifade ediyor. Fransa Büyükelçisi, Sevüktekin'i ayakta alkışlar.

 Generalden sonra ortaya fırlayan Gökçen, şunları söylüyor: ”Generalim, Fransız dostlarımızın bu konuşmanızı değerlendirebileceklerini sanmıyorum, Fransa bir oyun içine girmiştir. Oyunun sonunda bizim olan toprakları Suriye'ye vermeyi planlamıştır. Fransa'nın oyununa gelerek Hatay topraklarını başkalarına bırakmayacağız. Biz gençler gerekirse bu işi silahlarımızla da halledebiliriz. Hatay bizim canımız feda olsun kanımız”

Sabiha Gökçen, sözlerini tamamlar tamamlamaz, silahını çekip üç el ateş ediyor. Aynı anda önceden hazırlıklı olan, Atatürk'ün kız kardeşleri Makbule Hanım ile Semiha İnanç da silahlarını havaya boşaltıyorlar.

Gelişmelerin tam da planladığı gibi geçtiğini gören ve sükunetinden bir şey kaybetmeden etrafındaki tedirginliği alay edercesine izleyen Atatürk, yanındaki Fransız büyükelçisine dönüp "görüyorsunuz bu millet beni affetmez" diyerek, ülkesinin işgal ve ilhaktaki kararlılığını dile getiriyor.

İşte devlet aklı, işte hukuk algısı, işte kadın hakları ve kadına reva görülen rol, işte diplomaside çıkarların savunulması için yapılan mizansenler özetle böyledir.

Liva İskenderun ve Antakya’nın gasp edilme serüveni barbar akılların oyunlarıyla devam eder. 29 Kasım 1937 tarihi bir başlangıçtır ama bu başlangıç karanlık emellerin ilk karavanıdır. Bu kesitte bir dizi anlaşma ve bağıt oluşturulmuş ama Liva İskenderun, Antakya ve çevresi ilhak edilememiştir. Bu süreçte yapılan seçimlerde, Halk kendi kolektif kimliğini tercih etmiş, ilhaka hayır demiştir (14-15 Mayıs 1936 ve 15 Nisan 1938). Fransız Başbakan Blum, Hatay davasını tanımlayacak bir kavramla dosyasını oluşturmak üzere “Entiê distincte” (Ayrı Varlık)” tanımını yapar (Sendler raporu 27 Ocak 1937).

5 Temmuz 1938 tarihi bu ilk karanlık adıma önemli bir destek sağlanmıştır. Bu tarihte Liva İskenderun askeri işgale mahkum kılınmıştır. 5 Temmuz 1938'de, II. Dünya Savaşı tamtamları altında Fransızlar Türkiye’yle anlaşarak Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında 2500 asker ile Hatay'ı açık askeri işgal altına alması sağlanıyor. Bu noktada halkın iradesine müracaat eden yok. Yani Hatay halkının iradesine başvurulmuyor, halk iradesi hiçe sayılıyor. Bu tarih Liva İskenderun’un ilhakında ikinci tarihtir. 5 Temmuz 1938’de askeri işgal altında plebisitin ilgası yani seçimlerde halkın Suriye yanlısı tutumuyla belirginleşen sonuçların ilgasını gündeme sokmuştur.  İlk elden kurulu bulunan HATAY DEVLETİ meclisine atanan 40 üyenin 22’si Türk, diğer 18’i ise Arapları ise Alevi, Sünni, İsmaili, Hıristiyan diye ayırarak tasnif etmiştir. Bu kaba mantık, bu hukuk dışı davranış 5 Temmuz 1938 askeri işgalin ürünü olarak halkın iradesini hiçe sayarak dayatılmıştır.

23 Haziran 1939 deklarasyonu Liva İskenderun’un ölüm günü olarak gündeme gelmiştir. Bu hukuksuzluk 23 Haziran 1939 Fransız- Türk Deklarasyonu uluslar arası anlaşmalara aykırıydı. I. Dünya Savaşı ardından müttefikler tarafından bağlanan 1920 San Remo Mandaterlik Anlaşması ile Suriye ve Lübnan devleti üzerinde manda (koruma) yönetimi kuran Fransızların, bu anlaşmanın 4. maddesi gereği (“Mandaterin Suriye ve Lübnan topraklarının tümü ya da bir bölümünü vermesi ya da kiralaması, ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakmaz”) emrine rağmen 23 Haziran deklarasyonunu II. Dünya Savaşı kaygılarıyla imzalamıştır. Bu gayri meşru bir durumdu.

Bu gayri meşruluk burada durmadı. TC meclisi el çabukluğuyla bir dosya oluşturup Hatay’ı devletinin bir ili haline getirdiğini havi dosyayla zamanın Cemiyet-i Akvam’ına (Milletler Cemiyeti) müracaat eder. Milletler Cemiyeti ise bu dosyayı onaylanmış uluslararası anlaşmalar listesine almayarak gayri meşru sayar. O gün bu gün de Hatay ilhakı uluslar arası hukuk gereğince gayri meşru bir ilhaktır. Bunu gençlerimizin, aydınlarımızın iyice bilmesi ve üzerinde durması gereken bilimsel tek veridir.

“Bu hukuksuz anlaşma (23 Haziran 1939 ilhak anlaşması) ve eklerinin, 30 Haziran 1939 günü 3658 sayılı bir yasayla TBMM’ce onaylanması ve genel sekreterliğe iletilmiş olmasına rağmen, Milletler Cemiyeti (MC) 18. Madde gereğince kütüğe geçirilmiş olması gerekirken, ki uluslar arası bir onay görmesi için bu zorunludur, reddedilmiş ve kütüğe geçirilmemiştir. Bu gerçeğin ne anlama geldiğini çok iyi bilen Türkiye hariciyesi bu gün dahi pür telaş bu açığın kaygısını taşımaya devam etmekte, 'nedenlerinin araştırılması gerekir' diyerek bunu dile getirmektedir. Bundan da anlaşılması gereken şey, Hatay davası hukuki planda dahi çözülmemiş, sosyal ve ulusal alanda ise hiçbir geçerliliği olmamış bir sorun olarak gündemde durmaktadır.” (Aktaran. Emekli Büyükelçi İsmail Soysal,  ‘Hatay sorunu ve Türk-Fransız siyasal ilişkileri)

Yani, İsmail Soysal uyarısında, "dikkat edin o gün bu gündür Hatay'ın ilhakı yasa dışıdır. Bir gün gelir Suriye devleti uluslar arası adalet divanına müracaat yapar Hatay’ı isterse bu konuda sıkıntıya düşeriz " diyor. Gerçekte budur. Hatay işgali ve ilhakı yasadışıdır uluslararası onay almamış bir gasp hareketidir. O günde öyle bu günde öyledir.

Bunu tarihçilerle, diplomatlarla akademik ölçekte tartışmaya da hazırım. II. Dünya Savaşı arifesinde yapılan bu yasadışı paslaşma Hatay halkının iradesini ayaklar altına alarak askeri baskı altında seçim sonuçları ilga edilerek ikame edilmiştir. Bunun kalıcı olmayacağını benzer bir çok olayda dünya buna tanık olmuştur. Bu ya barışçıl ya da halkın iradesini her araçla kullanıp göstererek sonuçlandırmak önümüzdeki süreçte yüz yüze kalacağımız açıktır.

Kendi adıma bu hayasız yasa dışı girişimi tanımıyorum. Hatay'ın anavatanı Suriye’dir. Kimliği de Suriye’dir, dili Arapçadır. Bunu yer yüzünde değiştirecek hiç bir güç yoktur, olamaz da. Bakın Suriye olayları baş gösterince nasıl da Suriyeli kimliği Hatay halkında flaş gibi patladı gördük. İşte böylesi tarihi kırılma anlarında hiç kimse inanmazsa da, olamaz dese de bu halk kendi kimliği ile anavatanına kavuşma refleksi göstereceğinden emin olmalıdır. Zamanı sözlerime hakem koyuyorum.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.