Olmayan “İnsan Haklarının” Haftası…

Cihan DENİZ yazdı —

  • İktidarın varlığını hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi vaadi üzerinden meşrulaştırdığı o günler artık geride kaldı. Mevcut durumda iktidar tersine hak ve özgürlüklerin kullanılmasını kendi varlığı açısından bir tehdit olarak görmektedir.
  • Bugün sadece Kürtler veya muhalifler için değil toplumun tüm kesimleri açısından çok karanlık bir tablo ile karşı karşıyayız. İkinci, üçüncü kuşak haklarını bir yana en temel haklar için durum böyledir.

İçinde bulunduğumuz hafta “İnsan Hakları” haftası. 

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edildiği 10 Aralık ve takip eden hafta İnsan Hakları Haftası olarak “kutlanmaktadır.” 

10 Aralık ve takip eden hafta içinde hak ve özgürlükler için kendileri en büyük tehdit ve engel olan iktidarlar, yayınladıkları açıklamalar ile insan haklarına nasıl bağlı oldukları yalanını bıkmadan usanmadan tekrar ederler. Ama artık o yalandan bile olsa insan haklarına yapılan bağlılık beyanlarının geride kaldığı günlerdeyiz. 

Bu 10 Aralık, insan haklarının sadece Türkiye’de değil küresel çapta büyük bir kriz ile yüz yüze olduğu bir sürçte karşılanmıştır. Dünyanın her yerinde iktidarlar halkların, emekçilerin, ezilenlerin büyük mücadelelerle, ağır bedeller ödeyerek kazandığı hak ve özgürlükleri geri almanın çabası içindedir.  Hak ve özgürlükler açısından tehlikeli bir geriye gidiş söz konusudur. 

Dün sözde demokrasi, hak ve özgürlüğün şampiyonluğunu yapma iddiasında olan “büyük” devletler bugün bu konularda ağızlarını bile açmamakta, gözleri önünde cereyan eden her türlü ağır insan hakları ihlalleri karşısında adeta üç maymunu oynamaktadırlar.  

Bu coğrafya açısından durum daha da karanlıktır. Türkiye’de haklar ve özgürlükler, özellikle 2015 sonrası Kürt Sorunu’nda tekrar yükselen çatışma ortamına paralel olarak başlayan ve 15 Temmuz ile giderek ivmelenen bir şekilde ağır bir saldırı altındadır. 

Bugün sadece Kürtler veya muhalifler için değil toplumun tüm kesimleri açısından çok karanlık bir tablo ile karşı karşıyayız. İkinci, üçüncü kuşak haklarını bir yana en temel haklar için durum böyledir. Sadece Aralık ayı içinde polisin açtığı ateş sonucu 5 kişinin yaşamını yitirdiği bir yerde hangi yaşam hakkından bahsedebiliriz? Bizzat polislerden sorumlu bir bakanın açıkça işkence talimatı verdiği bir yerde kim bir hakkını kullandığında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmayacağını iddia edebilir?

Özcesi, bu coğrafyanın tümü açısından örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, gibi insanın yaşamını değerli ve onurlu yapan hak ve özgürlüklerin tekinden bile neredeyse söz etmek imkansızdır. Adil yargılanma hakkı, çevre hakkı, barınma hakkı, beslenme hakkı, kültürel haklar, toplumsal cinsiyet hakları gibi diğer hak ve özgürlük alanları için de durum farklı değildir. Bunlar ve diğer tüm hak ve özgürlükler iktidar tarafından komik bile olmayacak saçmalıkta gerekçeler ile askıya alınmaktadır. Ve geriye kağıt üstünde bile olsa adı anılacak bir hak ve özgürlük neredeyse kalmamıştır.  

Ama tek tek hak alanlarında yaşanan geriye gidişten daha önemlisi, asıl sorun, iktidarın kendi yandaşları dahil kimseyi hak öznesi olarak görmemesidir. İktidarın varlığını hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi vaadi üzerinden meşrulaştırdığı o günler artık geride kaldı. Mevcut durumda iktidar tersine hak ve özgürlüklerin kullanılmasını kendi varlığı açısından bir tehdit olarak görmektedir. Bugün iktidar haklar ve özgürlükler hakkında sadece onları kısıtlamak, onları askıya almak söz konusu olduğunda konuşmaktadır. 

Bunların temelinde ise, bu köşede sıklıkla vurgulandığı gibi, iktidarın varlığını devam ettirmenin yegane aracı olarak savaşı, şiddeti ve toplumsal kutuplaşmayı görmesidir. Ve savaş, şiddet ve toplumsal kutuplaşma ortamının ilk ve daimi kurbanı haklar ve özgürlüklerdir.     
Dediğimiz gibi, iktidar kimseyi hak öznesi olarak kabul etmemektedir. Yandaşlar, iktidarın kendi çizdiği sınırlar içinde ve iktidarın çıkarına hizmet ettiği sürece belli hak ve özgürlüklere sahiptirler. Ama bu sınırlar aşıldığında ve artık iktidarın çıkarlarına yarar sağlamadığı andan itibaren, yandaş bile olsanız bir hak ve özgürlük iddianız olamaz. 

Yandaş olmayanlar açısından ise durum, üzerinde tek kelime etmeye gerek kalmayacak şekilde açıktır. 

Bu coğrafyada eğer bir hak ve özgürlükten bahsedecek isek o “iktidarın halklar ve ezilenler” üstünde dilediğini yapma “hak ve özgürlüğüdür.” İktidar için hak ve özgürlük, İstanbul Sözleşmesi’nden her türlü mevcut yasa ve normu hiçe sayarak bir karar ile çıkabilme özgürlüğüdür. İktidar için hak ve özgürlük, LGBTİQ+’lara dönük nefret söylemlerinin bir kısıtlama olmadan dillendirilmesidir.

Örnekler daha da çoğaltılabilir. 

Bunun karşısında ise bugünün en temel görevlerinden biri, halklar, kadınlar, emekçiler, mülteciler ve tüm ezilenlerin hak ve özgürlükleri arasında her hangi bir ayrım yapmadan, “bu konu daha öncelikli”, “bunun henüz zamanı değil” demeden, iktidarın böldüğü ve ayrıştırdığı toplumu bir araya getirerek  hak ve özgürlükler bağlamında yaşanan topyekûn geriye gidişi tersine çevirecek topyekûn bir direniş ve mücadele hattı yani bir radikal demokrasi mücadelesi örgütlemektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.