Şantajla taviz peşinde

  • Gazeteci Rênas Zal, Türk devletinin, Irak ve Federe Kurdistan’a karşı su ve petrol krizini koz olarak kullanarak, şantaj siyasetiyle tavizler koparmaya çalıştığını söyledi.

 

Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Irak ve Federe Kurdistan ziyaretini MA’ya değerlendiren gazeteci Rênas Zal, su ve petrol sorununun 1960’lı yıllardan beri Ankara tarafından bir şantaj aracı olarak kullanıldığını hatırlattı. “Ankara’dan Bağdat’a bu şekilde üst düzey bir ziyaret, en son Turgut Özal zamanında yapıldı. Normalde ziyarete Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da katılacaktı ama masaya yatırılan sorunlar son derece girift ve kolay uzlaşı sağlanıp Türkiye lehine sonuçlanabilecek konular olmadığı için Erdoğan eli boş dönmeyi göze alamadı ve ziyarete bu yüzden katılmadı. Muhtemelen bu yüzden öncelikle kurmaylarını gönderip bir uzlaşı zemini yoklamaya ve yaratmaya çalıştı. Fidan’ın, Bağdat ve Başûr ile yaptığı görüşmelerde pazarlık masasına bıraktığı şartlı talepler şöyleydi; PKK’nin ‘terör listesi’ne alınması ve hem Irak hem de Güney Kurdistan topraklarından çıkarılması, Paris mahkemesinin petrol kaçakçılığına dair Türkiye’yi mahkum ettiği 1,5 milyar dolar tazminat ve Paris mahkemesindeki diğer dava dosyalarından vazgeçilmesiydi. Türkiye bunları kabul ettirmek için elinde bulunan Dicle-Fırat suyunu şantaj konusu yaptı. Yine konu Paris uluslararası ticaret mahkemesi kararı sonrası doğrudan petrol akışının vanasını kapatılmış olmasıydı. Mart’tan bu yana satışlar tankerler yoluyla yapılıyor. Bağdat ve Hewlêr bölge petrolünü tekrar Ceyhan boru hattı üzerinden satmak istiyor. Erdoğan bu ihtiyacın farkında ve bu yüzden elindeki bu kozla taviz koparmaya çalışıyor” dedi. 

Bağdat’ın karşılaması olanaksız

Türkiye’nin şantaj siyasetiyle Bağdat’a şartlı talepler sunarak tavizler koparmaya çalıştığını söyleyen Zal, şöyle devam etti: “Masaya yatırılan PKK mevzusu, su sorunu, petrol ticareti; her biri sınırları, yetkileri aşan ve karmaşık konulardır. Ne tek başına Bağdat veya Hewlêr’in çözebileceği ne de Türkiye’nin akıldışı talepleriyle çözülebilir. Yerel, bölgesel ve uluslararası güçler açısından ele aldığımızda, siyasi dengeler ve çıkarlar Bağdat’ın bu talepleri karşılamasını olanaksız kılıyor. Bunun dışında PKK’nin gerek Irak’ın ve gerekse Güney Kurdistan içerisinde güvenliği tehlikeye atacak, egemenlik haklarını zedeleyecek herhangi bir eylemi veya halka yönelik bir saldırısı söz konusu değil. Sivillere saldıran, köyleri boşaltıp doğayı talan eden, köylülere işkence yapan, katleden taraf Türkiye’dir. Dolayısıyla ‘terörist eylem’ ölçüleri üzerinden bir değerlendirme geliştirilecekse bu tanıma uyan taraf PKK değil, Türkiye’dir.” 

 Sömürgeci ve yayılmacı

Türkiye ve Güney Kurdistan ilişkilerinin, geçmişten bugüne iki komşu ülke veya iki hükümet arasında geliştirilen olağan ilişkilerden farklı yürüdüğüne işaret eden Zal, “Türkiye’nin Güney topraklarına ilk gelişi veya Güney Kürtlerinin varlığını, statüsünü tanıma yönündeki tutumu dahi askeri ve güvenliğe dayalı militarist bir iş birliği çerçevesinde gelişmiştir. PKK karşıtlığı kapsamında militarist bir temel üzerine inşa edilen bu ilişki, daha sonra ticari-ekonomik ilişkileri de içine alarak Türkiye’ye daha geniş bir sömürü alanı yaratmıştır. Bugün geldiğimiz noktada KDP ve Türkiye ilişkileri, yapılan ziyaretler, görüşmeler ve anlaşmaların hepsi bu iki zemin üzerinde gerçekleşiyor. Çok tehlikeli ve toplumun en ücra alanlarına kadar sirayet etmiş sömürgeci ve yayılmacı bir politika izleniyor” diye konuştu. 

KDP cüretkar ve provokatif

KDP’nin tarih boyunca Kürtlere karşı egemen güçlerin yanında konumlandığını anımsatan Zal, şunları söyledi: “KDP’nin 80’lerde İran’ın yanında Rojhilatlı Kürtlere; 90’larda Saddam’ın yanında YNK’ye; 90’lardan günümüze kadar da Türkiye’nin yanında PKK’ye karşı konumlandığı tartışmasız bir gerçek. Son üç aylık süre içerisinde yaptığı açıklamalar ve çağrılar göz önüne alındığında, KDP’nin bu iş birliğini daha cüretkar ve provoke edici bir aşamaya taşıdığını görüyoruz. Açıktan katliam çağrılar, PKK’yi ‘terörist’ ilan eden açıklamaları, gerilla alanlarına yönelik saldırı girişimleri, açıktan istihbarat paylaşımlarıyla bu iş birliğini yeni bir aşamaya taşıdığını görüyoruz. Fidan ve Mesrur Barzani’nin kameralar karşısına geçip ortak bir dil kullanarak, PKK’yi ‘terör örgütü’ olarak tanımlaması da bu hamlenin bir parçasıdır.” 

Petrol anlaşması da ihanetin parçası

Gazeteci Zal, Federe Kurdistan Hükümeti’nin Türkiye ile yaptığı 50 yıllık sözleşmeye dikkat çekerek, şöyle konuştu: “Paris mahkemesi hukuksuz petrol satışları nedeniyle Türkiye’yi 1,5 milyar dolar tazminata mahkum etti. Hemen akabinde bu kararla bağlantılı olarak Irak Federal Mahkemesi de Federe Kurdistan’ın petrol satışlarının yasa dışı olduğuna hükmetti. Bu karar sonrası Türkiye hemen petrolün vanasını kapatıp akışı kesti. Türkiye tazminatı ödemek istemediği gibi, Güney Kurdistan’ın ödemesi için baskı yapıyor. 9 yıl önce KDP ve Türkiye arasında yapılan anlaşmanın içeriğine, ne gibi tavizler verildiğine, olası bir yargılanma sürecinde faturanın kime çıkarılacağına dair bir bilgimiz olmadığı için yorum yapamıyoruz. Bugün de görüşmeler şeffaf bir şekilde yürümüyor. Hala aynı anlayışla hareket ediliyor. Halka, diğer partilere, uzmanlara, siyasilere kapalı, toplumsal bir mutabakatın sağlanmadığı gizlice yürütülen bir süreç var. Halktan bu denli gizlenen ve işgalci bir güçle yapılan bir anlaşmanın içeriği muhtemelen infial yaratacak büyük tavizler içeriyordur. Güvenlik maddelerinin PKK’den bağımsız olduğunu kabul etmek de saflık olur.”  SÜLEYMANİYE

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.