“Seçimi çaldılar, diplomayı çaldılar…”
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Evet, zebaniler gibi geldiler. Yaz mevsimi ortalarında Kürdistan çayırlarında zurbeleşen (sürü) “zerzur” kuşları gibi Kürdistan’a yayılıp çaldılar.
Yazının başlığı, bir sabahın seherinde İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan hapishaneye sürüklenen Ekrem İmamoğlu’nun, Beyazıt mitingine gönderdiği mesajdan.
Evet, zebaniler gibi geldiler. Yaz mevsimi ortalarında Kürdistan çayırlarında zurbeleşen (sürü) “zerzur” kuşları gibi Kürdistan’a yayılıp çaldılar.
Kürtler her insan gibi doğumla kazandığı yaşama hakkından başlayarak, hak ile özgürlüklerini, baştan başa hayatlarını, kurdun, kuşun, tekmil canlıların sahip olduğu sesini, başka bir deyişle dili ve kelimelerini çaldılar. Çalınmış hayatları, dört duvar arasına kilitlediler.
Kürdün iradesi olan oyunu, oyla hak edilmiş makamlarını çaldılar. Malını, mülkünü, kazançlarını, birikimlerini çaldılar. Dünlerini, geçmişlerini çaldılar. Kadim kültürlerini, müzikleri ve govendlerinin figürlerini çaldılar. Geçmişleri olan mezarlıklarını, mezar taşlarını çaldılar.
Onları “rut” etmek, hiçbir şeysiz bırakarak yenmiş, yenilmiş göstermek için; koyun sürülerini, atları, köpeklerini çaldılar. Ekinleri, yemişleri, buğday ve zeytinlerini çaldılar. Doğanın sunduğu suları, delik deşik ettikleri dağlarının ışıldayan damarlarını çaldılar. Şırnak’ta çalamadıkları dağın altına dinamit koydular. Dağların gülü, çiçeği, ağacını çaldılar.
Koyun sürülerini, atları, köpeklerini çaldılar. Ekinlerini, yemişlerini, buğdaylarını, zeytinlerini çaldılar.
Bunlar olurken askerlikte, vergi toplama ve oy dilenmede “kardeşim, gel seni öpeyim” diyen, “biz din kardeşiyiz” veya “nimetleri paylaşan dost sosyalistleriz” diye devam eden “özde dilenci”lerin vicdanı karaydı. Sesleri kesik, yüzleri yitikti, yardımına gelen kimsesi yoktu Kürtlerin.
Kürtlerin kişiliğinde “insanlık yangını” harlanırken güce karşıt, yani muhalif görünün, ama özde onlardan daha hiddet ve şiddetle ırkçı olan siyasal partiler, sıranın kendileri ve yandaşlarına gelebileceğini hiç hesaba katmadan “ayağınıza taş değmesin” naralarıyla destekti.
Kemalistler, rejimin” beyaz yakalıları” geçiniyorlardı. Partilerinin lideri, bugünlerde “Türk ırkçılığını sembolize eden” sloganlarla ortalıkta fink atıyor, partisini ırkçı kadrolarla takviye ediyordu.
Oysa, o sırada Kürt yangının sürtre ardında ülke soyuluyor, lümpen (ayak takımı) Tiranlar halkın parasıyla, kendi “bendelerinden“ (yandan) bir “çapul burjuva” yaratmaya” çalışıyor, oğulları, kızları, damat ve kardeşleriyle akraba-ı talukat ve kazanç ortaklarından dolar milyarderleri yetiştiriyorlardı. O sırada milyonlarca kişi bir tike ete, çürümüş domatese, doyasıya ekmek yemeye hasretti.
O arada devran dönüyor, devir değişiyor, “payandaların ocağına” kar yağıyor, “hukuksuzluğun şamarını yeme” sırası rejimin “beyaz yakalıları” Kemalistlere geliyordu.
Çünkü Kemalistlerin yeni kadroları hırsızların, öteki söylemle “Türk tipi lümpen Tiran”ın araba tekerine taş koyuyorlardı.
Onlar şimdi Kürtler gibi, Tiran’ın gazap yağmurları altındaydı. Kemalist lider, tutanakla haklı gösterilip aklanan tutanaklarla mahkemeye sevk edilen dövücüler tarafından yumruklanıyordu.
Hırsız, bu kez Kemalistlerin evinde bağdaş kurmuştu. Halkın parasıyla beslenen polis, Tiran’ın özel muhafızları, Kemalistler düşmandı. Polisin dayaktan geçirdiklerini, adliye memurları emre uygun kararla hapishaneye yolluyordu.
Anayasal hak ile özgürlükleri kısıtlanıyor, seçim kazanmış Belediye başkanlıklarının makamları çalınıp hayatlar talan ediliyor, hayalhanede uydurulmuş sebeplerle sabaha karşı, yataklarından kaldırılıp hapishanelere sürükleniyorlardı.
Kürtlerin başına geldiği üzere hukuk yok, kanunlar tatilde, her yer Mafya, her köşede Mafya yasaları vardı.
Nazilerden usanan Alman Rahip “Berlin’de yargıçlar vardır” diyerek umuda sarılmıştı. Türk’ün rejiminde ise her yer Mafya idi. Medet umabilecek yargı ve yargıç da yok, Sarayın buyruğu vardı…