Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi

Mihraç URAL yazdı —

  • Üçüncü kez AİHM kararı olarak tahliyesi beklenen Demirtaş’ın çıkarılmaması, insanlarda hukukun ve adaletin bir hiç olduğu, şahsi davranışların, intikam algılarının egemen olduğu kanaatini oluşturdu.

Selahattin Demirtaş’ın tutsaklığı sürüyor. Ne kadar zamandır geçip gitti, tam anlamıyla 10. yılına girdi tutsaklığı. Dile kolay, bu kadar yenilikler gelişti, dönüşümler olup bitti, bir ömür değişti. Zindanda olmak, bütün bu değişimlerde etkin olmadan seyirci olarak kalabilmek kolay değildir. Aynı davadan tutuklu bulunmak, mahkeme yüzü görmeden bütün bu dönüşümleri gözlemek ama etkin bir yer alışı yaşamadan donuk kalabilmek kolay değildir. Bu acılı günler, bir dizi yoldaşla birlikte çekilmesi ise ayrı bir çaresizliktir. Selahattin Demirtaş’la birlikte tutuklananlar gibi aynı nedenle mahkemesince tutuklu bulunanlar, bu ülkenin adalet sistemine vurulmuş bir darbe gibidir. 

Osman Kavala ve Can Atalay gibi yargısız infaz altında bulunmaktadırlar. Haksız bir intikam davasıyla yargılandılar. “Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlaması gibi komik suçlamalarla zindana atıldılar. Osman Kavala ise bu organize işlerin başı olarak gösterildi; oysa demokratik bir harekete omuz vermekten başka bir yükümlülüğü yoktu. Gezi Parkı mücadelesi, bu ülkenin demokratlarının birleştiği ve demokratik bir hak uğruna mücadele ettiği bir davaydı. Aradan geçen bu zaman aralığında bu insanları tutuklayıp mahkum etmek, adaletsiz ve hukuksuz bir ülkeyi anlatıyor bizlere. 

Adnan Selçuk Mızraklı olayı ayrı bir mahiyet taşıyor. "Örgütten ayrıldığını beyan etmeyen, hâlâ örgütlü olan” deniliyor tahliye edilememe gerekçesinde. Bu kararı da mahkeme değil, ceza ve infaz kurumu olarak hukukla ilgisi olmayan, adaletle ilişiği bulunmayan insanlar vermektedir.

Onbinlerce insan, öylesine acımasız koşullarda hukuk ve adalet yoksunları olarak zindan yatmaktadırlar. Bizler genellikle Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarıyla ilgili yazdığımızı yazdıkça, aslında aynı nedenlerle tutsak edilenleri güncelliyoruz; zira tümü aynı koşullarda acımasızca çile çekmektedirler. Son bir yılda ülkenin temel demokratik yeniden yapılandırılması için çok şeyler söylendi, ancak bu söylenenlerin hiçbiri gündeme gelmedi.

Başkan Öcalan, 27 Şubat 2025 tarihli çağrısıyla 12. PKK Kongresi’nin partiyi feshetme kararıyla birlikte başlayan sürecin tüm önermeleri boşa çıkarılmaya başlandı. Başkan Öcalan, çok dikkatli ve özverili çabalarıyla ikna edilmesi zor olan kadroları da ikna ederek aldırdığı kararlar karşılığında devlet oyalamaktan başka bir şey yapmadı. Devlet, basit bir kararla Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğünü bile vermedi. Oysa kaç kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) aldığı kararlar sonucunda serbest kalması gerekirken bunu bile yapmadı. İnsanlar, her gün, her hafta, her ay ve yıllar boyunca Demirtaş’ın serbest kalması için gösteriler düzenledi. Bu üçüncü kez AİHM kararı olarak tahliyesi beklenen Demirtaş’ın çıkarılmaması, insanlarda hukukun ve adaletin bir hiç olduğu, şahsi davranışların, intikam algılarının egemen olduğu kanaatini oluşturdu. Bu kanaat, sıradan insanın değil, Cumhurbaşkanı’yla ilgili olduğu açığa çıktıkça ülke vatandaşı olmaktan nefret duygularının körüklenmesine yol açmaktadır. 

Selahattin Demirtaş, saygın bir siyasi adamdır. Hoşgörülü, esprili, arkadaş canlısı bir insandır. Partisinin yükselişi, barajları aşması bu insanın tutumuyla ilgilidir. Demirtaş, her zaman disiplinlidir. Başkan Öcalan’a sıkıca bağlı olan, ortak çizgiden hiç şaşmayan bir liderdi. Öcalan’la karşı karşıya getirmek isteyen medya cambazları hep yanılmıştır. Özellikle bu son tahliye işleri gündeme gelince, iki lider hakkında çok saçma sapan söylemler geliştirdiler. Oysa Demirtaş’ın, Başkan Öcalan’ın önermelerine destek olmaktan başka hiçbir yanlışı olmamıştır. Demirtaş’ın tahliyesi tartışmaları üzerine “Başkan Öcalan, tahliyesini istemediği için çıkarılmıyor” diye ortalığa atılan söylemler yalan ve gereksiz söylemlerdir. Başkan Öcalan, kendi “umut hakkı” için talebi gündeme getirmişken, Demirtaş’ın çıkışını nasıl engellesin? Bu tür medya hokkabazlığı artık geçersizdir. Bizler PKK ve yandaşlarının nasıl disiplinli olduğunu çok yakından tanıyoruz. Son bir yıldır Başkan Öcalan’ın aldığı kararlar ve bu kararlara uyum gösteren Kürt halkının nasıl da disiplinli davrandığını görmek yeterlidir. 

İmralı’ya gidiş gelişler bile, 27 yıldır zindanda tutulan bir kişi için akıl almaz zorluklarla engellenmeye çalışılmaktadır. Kayyum meselesi hâlâ en acımasız, en hukuk dışı engellerle dayatılmakta; mahkemeler özgürlük hakkını vermesine rağmen kayyum oturduğu o koltuktan bir adım geri düşmemektedir. Kayyum, bu ülkenin faşizm ile yönetildiğinin açık halidir. Bu engellemeler, bu hak ihlalleri, anti demokratik ve hukuk dışı yaptırımlar olarak gündemdedir. Bu ülke, akıl almaz bireyci tutumların hegemonyasıyla baskılanmaktadır. 

İki önemli olaya baktığımızda, bu ülkede Anayasa Mahkemesi kararlarının ayaklar altına alındığını görmekteyiz. Bunlardan biri, Tayfun Kahraman’ın Anayasa Mahkemesi’nin aldığı yeniden yargılanma kararına karşı, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin reddidir. Bu utanmaz, ahlak dışı, kural dışı red olayı hâlâ devam etmekte ve yargıya açık olanların hak ihlali nedeniyle düştükleri acımasız durumlara işaret etmektedir. İkinci örnekte ise, Akın Gürlek olayı, utanmazlığın hayasızlığın daniskası olduğunu göstermektedir. Akın Gürlek hakkında şu iddialar kamuoyuna açıklandı: 

Gürlek’in, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı görevine getirildikten sonra da dış kamu/şirket görevinde bulunduğu ve bu görevden maaş aldığı. Söz konusu görev, Eti Maden İşletmeleri’nin Lüksemburg’daki iştiraki olan Eti Maden Anonim Şirketi yönetim kurulu üyeliğidir. Yönetim kurulu üyeliği süresince yurtdışı şirketten huzur hakkı ya da maaş adı altında gelir elde edilmiştir. Üstelik, bu durumun yargı mensubunun görev yapması açısından hukuka aykırı olabileceği vurgulanmıştır. Örneğin “hakim ve savcılar, kanunlarda belirlenenden başka resmi ve özel hiçbir görev alamaz, kazanç getirici faaliyette bulunamazlar.” Burada anlaşılıyor ki, iktidara hizmet eden insanlar kayırılmakta; hukuk ve adalet şahıstan şahısa değişmektedir.

Bu örneklerin binlercesi, aynıyla ülkenin hukukunu ve adaletini oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanı istediği kadar “ülkede hukuk vardır, o ne derse o olur” desin, sonuçta bu hukuk da bu adalette doğru işlemiyor, doğru kararlar vermiyor. Akın Gürlek, CHP düşmanlığıyla bilinen tüm dosyaları oluşturmaktadır; İBB dosyasını hazırlayıp kural dışı bir şekilde gazetecilere açıklaması, Ekrem İmamoğlu’nun ayrıca “casusluk” iddianamesinin dosyasının hazırlanacağını dile getirdi. 

İşte böylesi bir ortamda bizler Selahattin Demirtaş için özgürlük istiyoruz. Bizler bu devletin acımasızlığını iyi biliyoruz; tahliye hakkı olan, bunu defalarca AİHM kararıyla tescil ettirmişken devlet bu kararları yerine getirmemektedir. Bu günlerde kimilerinin gün içinde ya da hafta sonuna doğru çıkacağına ilişkin tahmin yapanların aksine, bu devlet tarafından sonuç alamayacaklarını iyi biliyoruz. Bu koşullarda bile bizler tahliyenin kesinlikle verilmesi gerektiğini dile getiriyoruz. Tahliyenin derhal, hiçbir koşul ileri sürmeden verilmesini istiyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.