Şiddetsiz toplum mümkün

Dosya Haberleri —

Jin Jiyan Azadî

Jin Jiyan Azadî

TJA aktivisti Rojda Bedia Akkaya ile 2025’i, kadın kırımı karşısında yürütülen mücadeleyi ve önümüzdeki dönem hedeflerini konuştuk

  • Yerel yönetimler, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve kadın dernekleriyle birlikte birçok başlık planladık. En temelde ise ev, mahalle,  köy ve kent fark etmeksizin kadınlarla her yerde bir araya gelmeyi hedefledik. Kadınların ve erkeklerin birlikte şiddeti ve önlemleri tartıştığı televizyon programları ve ortak tartışma zeminleri de planladık. 
  • 2024 Ekim’inde başlayan ve Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm iradesiyle tarihi adımlara tanıklık ettiğimiz Barış ve Demokratik Toplum Süreci başarıya ulaşırsa şiddetsiz bir toplum mümkün olacak ve Türkiye toplumu bir bütün olarak kazanacaktır. Demokraside ısrar eden tüm güçler için bu süreci bir örgütlenme gerekçesi olarak görüyoruz.
  • Yeni dönemde kadın hareketinin sorumluluğu katlanarak artıyor ve süreci kadın mücadelesi belirleyecek. TJA’nın önümüzdeki dönem en temel hedefi demokratik toplumun inşasıdır. Yeni ve özgür yaşam modelimiz komünlerdir. Ortadoğu’daki soykırımcı zihniyete karşı kadınlar olarak özsavunma mücadelemizi daha da güçlendireceğiz.

REWŞAN DENİZ

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü. Türkiye’de ve bölgede kadınların maruz kaldığı çok yönlü şiddet, yoksulluk ve politik baskılar derinleşmeye devam ediyor. Bu süreçte sahada en aktif rol alan kadın örgütlerinden biri de Tevgera Jinên Azad (TJA). Kadın özgürlük mücadelesinin farklı alanlarında örgütlenen TJA, 2025 yılı boyunca yürüttüğü çalışmalarla hem şiddetin görünürlüğünü artırdı hem de komünal yaşam, özsavunma, demokratik toplum inşası gibi başlıklarda yeni tartışma zeminleri açtı. 25 Kasım kapsamında TJA aktivisti Rojda Bedia Akkaya ile 2025’i, kadın kırımı karşısında yürütülen mücadeleyi ve önümüzdeki dönemdeki hedeflerini konuştuk. 

2025'te karşılaştığınız en zorlayıcı deneyim neydi? Bu mücadelenizi nasıl etkiledi?

Bizim için en zorlayıcı olan, neredeyse her gün kadın katliamı haberleri ya da tanıklıklarıyla uyanmaktı. Kadınların en yakınlarındaki erkekler tarafından göz göre göre katledilmesi ve faillerin cezasız kalması, mücadelemizin temel gerekçelerinden biri. Genç kadınlar kaybettiriliyor; kapitalizmin “aşk” ve “sevgi” adı altında sunduğu sahtekarlıklarla düşürülmeye çalışılıyor, intihara sürükleniyor ya da öldürülüyor. Gündelik olarak bu kayıplarla yüzleşiyoruz. Biz ise kadınların yaşaması, hayatta kalabilmesi, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürebilmesi ve kendi bilgisine, hakikatine uygun bir hayat kurabilmesi için mücadele ediyoruz. Bu da hakim erkek egemen zihniyetini değiştirmemize bağlı. Babasının “namus” cinayetinde öldürülen bir kız çocuğu, perdeyi açık bıraktığı için katledilen bir eş, beraber olma isteğini reddettiği için öldürülen bir kadın, örgütlenme hakkını kullandığı için polis kurşunuyla ya da suikastla katledilen bir devrimci kadın… Sayısız örnek vermek mümkün ancak hiçbiri diğerinden daha az zorlamıyor, öfkelendirmiyor ya da acı vermiyor.

TJA’nın 2025’te “Demokratik toplumla şiddetsiz özgür yaşama” şiarıyla düzenlediği birçok etkinlik oldu. Bu etkinliklerde kadınların en çok dile getirdiği konular ve sorunlar nelerdi? 

TJA olarak bu yılki 25 Kasım çalışmalarını günler süren bir hazırlığın ardından 3 Kasım’da Amed’de kamuoyuna deklare ettik. Bu deklarasyon, bir ay boyunca kadınlara ve topluma yönelik nasıl bir çalışma yürüteceğimizi içeriyordu. Yerel yönetimler, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve kadın dernekleriyle birlikte birçok başlık planladık. En temelde ise ev, mahalle, sokak, site, köy ve kent fark etmeksizin kadınlarla her yerde bir araya gelmeyi hedefledik. Bu çalışmalar günlerdir sürüyor. Ayrıca erkeklere yönelik programlar da oluşturduk. “Kadın yaşamdır, yaşamı öldürme”, “Jin jîyane, jîyane nekûje” ve “Sözümüz bitmedi, şiddeti birlikte durduracağız” sloganlı afişlerimizi erkeklerin yoğun bulunduğu alanlara asarak bir farkındalık çalışması yürüttük. Kadınların ve erkeklerin birlikte şiddeti ve önlemleri tartıştığı televizyon programları ve ortak tartışma zeminleri de planladık.

Etkinliklerde öne çıkan temel konu, Kürt kadınlarının evde maruz kaldığı şiddet ile devletin Kürtlere yönelik uyguladığı şiddet arasındaki ilişkisellikti. Bu kıskaçtan nasıl çıkılabileceğine dair sorular ve sorgulamalar yoğun olarak dile getirildi. 25 Kasım’a barış ve demokratik toplum inşası iddiasıyla yaklaşırken, kadın özgürlüğünü ve eşitliğini esas alan; erkek egemen zihniyetten arındırılmış, birlikte ve komünal yaşamın örgütlenmesinin en etkili özsavunma biçimi olduğunu konuştuk. Esas gündemlerimizden biri de kadın yoksulluğunun şiddetin bir biçimi ve sonucu olarak kadınları mücadeleden, yaşamdan ve siyasetten uzaklaştıran bir politika haline gelmesiydi. Demokratik komünal ekonomi modeliyle kadın emeğinin yeniden toplumsal bir değer haline nasıl getirilebileceği, kadınların en çok ilgi gösterdiği konulardan biri oldu. Üretimin ne olacağına, nasıl ve ne kadar yapılacağına birlikte karar verilen modeller; her yerelin kendi özgünlükleriyle tartışıldı.

 

2025’te de yüzlerce kadın cinayeti ve şüpheli ölüm yaşandı. Sizce bu kadın kırımı politik olarak nasıl besleniyor?

Maalesef son yıllarda şüpheli ölümler, cinayetlerin sayısını geçmiş durumda. 2025’in ilk 10 ayında erkekler tarafından 198 kadın öldürüldü, 213 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. Güvenlik politikalarıyla yaşamın bu kadar kuşatıldığı ve neredeyse her zerresinin izlendiği bir ülkede, hiçbir şüpheli kadın ölümü aydınlatılmıyor. Rojin Kabaiş, Narin Güran, Gülistan Doku örnekleri de gösteriyor ki kadınlar üzerinden faili meçhuller güncelleniyor. Kadınların mücadelesiyle yargıya taşınan dosyalarda dahi failler ya indirim alıyor ya da davalar cezasızlıkla sonuçlanıyor. Bu nedenle aydınlatılmayan her kadın cinayetinden devleti sorumlu görüyoruz. Buna karşı isyanımızla hep sokaklarda olduk. Ancak tek başına sokakta olmanın artık yeterli olmadığını, demokratik ve şiddetsiz bir toplumu yaratmak için toplumsal örgütlenmenin önemli olduğunu vurguluyoruz. Dolayısıyla kadın hareketi olarak öz güce ve öz örgütlülüğe dayalı bir toplumsal bilinçle, kadın katliamlarına karşı politikalarımızı, tutumumuzu ve örgütlülüğümüzü güçlendiren çalışmalar yürütüyoruz ve yürütmeye devam edeceğiz. En etkili mücadele yöntemimizin, insanların umutla ve eşit yaşayacağı bir sistemi inşa etmek olduğuna inanıyoruz.

 Kadın cinayetlerini durdurmaya yönelik yürüttüğünüz somut çalışmalar ve planlamalarınız nelerdir?

Kadınların bu kadar kolay öldürülebilmesinin arkasında erkek egemen ve kapitalist sistem bulunuyor. Bu sistemin yarattığı erkeklik biçimleri son derece çeşitli ve toplumda karşılık buluyor. Şiddet başvuruları alan TJA bileşeni kadın merkezleri ve dernekler bu açıdan önemli bir yere sahip. Psikolojik ve hukuki desteklerle farkındalık artırılmaya çalışılıyor. Aile içi şiddetin demokratik ailenin inşasıyla; “sevgi” ve “aşk” adına işlenen cinayetlerin, sivil ve fiziksel ölümlerin özgür eşyaşamın kurulmasıyla; kadınları üretimsizlik, açlık ve yoksullukla terbiye eden zihniyetin ise kadın odaklı demokratik komünal ekonomiyle aşılabileceğini tartıştığımız köy, mahalle ve kent buluşmaları gerçekleştirdik. Şiddetin bu çok katmanlı biçimleri karşısında kadınların da çok katmanlı, istikrarlı ve bütünlüklü bir mücadele yürütmesi gerektiğine inanıyoruz.

Kadının varlığının toplumsal olarak korunması, geliştirilmesi ve bir değer olarak kabul edilmesi için yıllardır çok boyutlu bir mücadele yürütüyoruz. Hem şiddetle mücadele eden kurumsallaşmaları güçlendiriyor hem de kadınların sorunlarını ve çözümlerini doğrudan ifade edebilecekleri, hayata geçirebilecekleri siyasi zeminlerde görünür olmalarını, karar mekanizmalarında yer almalarını sağlayacak politikalar üretiyoruz. Eşbaşkanlık sistemi bu mücadelenin önemli kazanımlarından biridir. Özgüç ve örgütlülüğün geliştirilmesi ise temel hedeflerimizden biri ve bunu hayata geçiriyoruz. Sistemden bir şey bekleyen bir konumda değiliz; akademileşerek, kooperatifleşerek, komün ve meclisler kurarak kadınların özgür düşünce ve eylemlerini hayata geçirecekleri zeminleri oluşturduk ve oluşturmaya devam ediyoruz.

 

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin kadına yönelik şiddetin artmasındaki etkileri neler oldu? 

Sözleşmeden çekilmeyi yalnızca hukuki bir geri adım olarak değerlendirmemek gerekir. Bu karar, kadınların yaşam alanlarının daraltılmasının, “makbul” kadınlık dışındaki tüm kadınlık hallerinin hukuk dışına itilmesinin, otoriterleşmenin ve erkek-devlet şiddetinin cezasızlaştırılmasının bir politikasıdır. Bu açıdan çekilme, erkek şiddetinin meşrulaşması ve siyasal himaye kazanması anlamına gelir; devlet ile erkek şiddetinin kadın karşısında neredeyse tek bir vücut gibi hareket edebilmesinin önündeki engelleri kaldırır. TJA olarak İstanbul Sözleşmesi’nin koruyucu ve önleyici mekanizmalarını yalnızca ev içi şiddete karşı değil, devlet kaynaklı şiddete karşı da bir güvence olarak ele alıyoruz. Dolayısıyla sözleşmeden çekilmek, güvenlik güçlerinin devlet dayanaklı cinsiyetçi şiddet biçimlerinin görünmezleşmesi ve bu şiddetin raporlanıp uluslararası mekanizmalara taşınmasının zorlaşması demektir. Özellikle savaş ve çatışmanın doğrudan yaşandığı bölgelerdeki kadınlar açısından hukuki korumanın ortadan kalkması anlamına gelir. Çekilmenin ardından kadın örgütleri daha kolay kriminalize edilmeye başlandı; kadın merkezlerinin kapatılması ya da iktidarın cinsiyetçi politikalarını yeniden üreten yapılara dönüştürülmesi hedeflendi. Bu da kadın örgütlerinin özgürlük ve eşitlik mücadelesi yürüttüğü alanları ciddi biçimde daralttı. Böylece erkekler, kadınlara yönelik şiddet, cinayet, taciz ve tecavüz pratiklerinde devlet eliyle bir kez daha güçlendirilmiş oldu.

2021-2025 Eylem Planı kapsamında kadın bütçesine ayrılan payın sadece yüzde 1,2 olması nasıl ele alınmalı? 

“Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi” için 21 milyar 804 milyon TL ayrılırken, “Kadının Güçlendirilmesi” için yalnızca 7 milyar 997 milyon TL ayrıldı. Yani her üç liranın ikisi aileye, sadece biri kadına gidiyor. Bu basit bir fark değil; iktidarın kadını birey olarak güçlendirmek yerine aileye hapsetmeye dönük bir niyet taşıdığını açıkça gösteriyor. Bu, iktidarın kadın politikalarına dair doğrudan bir niyet beyanıdır. Burada sistemin “aile” anlayışının kadına ne vadettiğini sorgulamak gerekiyor. Kadın emeğinin sonuna kadar sömürüldüğü, kadınların toplumsal yaşama katılmaması için önlerine bakım yükünün engel olarak konduğu, erkek egemen tahakkümün normalleştirildiği; kadına anne, kadın, kız çocuğu olarak itaatkar rollerin dayatıldığı zoraki bir birlikteliktir mevcut aile yapısı. Bu nedenle bütçeyi de kadınların özgürlük ve eşitlik talepleriyle birlikte okumak gerekir.

Bütçe, sistemin normlarının dışındaki kadınları kapsamıyor, kadın örgütlerinin ihtiyaçları ya da talepleri doğrultusunda kullanılmıyor. Tam aksine, iktidarın çizdiği çerçeve içinde kullanılabilir hale getiriliyor. Daha çok çocuk doğurmamız, daha çok izne ayrılmamız, üretimden uzak kalmamız isteniyor. Yoksullaştırılmış kadınların yardımlara başvurarak ayakta kalması bekleniyor. Böylece bütçenin; çocuk bakımı, işsizlik ve temel sağlık-bakım giderlerine harcanması planlanıyor ve buna “kadın bütçesi” deniyor. Ortada gerçek bir kadın bütçesi yok. Sadece iktidarın kendi yarattığı yoksul, sınırsız emek harcayan ama emeği değersizleştirilmiş kadınlık halini sürdürmek için çıkardığı bir fatura var.

 

Barış ve Demokrasi sürecinde kadınların öncü rol oynaması için birçok çalışma yürüttünüz. Sizce bu süreç şiddetsiz bir topluma nasıl katkı sağlayabilir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki “demokratik çözüm ve barış süreçleri”, TJA ve mirasçısı olduğumuz kadın özgürlük hareketinin her zaman öncelikli gündemlerinden biri oldu ve bu konuda değerli çalışmalar yapıldı. Son bir yılda yaşanan süreci değerlendirirken başlangıç noktamız, geçmişte yaptığımız çalışmaların biriktirdiği bilgi ve deneyimi, kazandıran ve kaybettiren yönleriyle yeniden ele almak oldu. 1993’ten bu yana gündemde olan barış arayışları, Kürt meselesinin çözümüne katkı sunacak yapısal değişiklikler yapılmadan demokratik bir çözümün mümkün olmadığını gösterdi. Bu çerçevede 2024 Ekim’de başlayan ve Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm iradesiyle tarihi adımlara tanıklık ettiğimiz Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin başarıya ulaşması-27 Şubat’taki açıklamada da ifade edildiği gibi-siyaset zeminini güçlendirmek ve bu zeminde hukuki adımlar atmakla mümkün olacaktır.

TJA olarak sürecin katılımcısı değiliz; ancak öncü rolümüzün farkındayız. Sürecin başarıya ulaşması için sözümüzü söylemeyi ve eylemimizi ortaya koymayı her koşulda önceliyoruz. Bu nedenle birçok eylem ve etkinlik gerçekleştirdik. “Hukuk Olmadan Çözüm, Kadın Olmadan Hukuk Olmaz” diyerek demokratik entegrasyon ve barış yasalarının aciliyetini ifade ettik; Ankara Yürüyüşü ile taleplerimizin toplumsal karşılığını görünür kıldık ve çözüm yasalarının çıkarılacağı parlamentoya sözümüzü ulaştırdık. Ne yazık ki, “şiddetsiz bir toplum” Türkiye’de hemen her kesimin ortak talebi olmasına rağmen, konu toplumun beşte birini oluşturan Kürt halkının eşit ve özgür yaşam talepleri olduğunda güvenlik kaygısı öne çıkıyor. Bu durum milliyetçi refleksleri beraberinde getiriyor ve militarist politikalarla çözüm aranmaya çalışılıyor. On yıllardır sürdürülen bu politikaların hiçbir fayda sağlamadığı bilinmesine rağmen “güvenlik kaygısı” hem iktidar hem muhalefet için bir siyasi argüman olarak kullanılıyor ve “beka sorunu” söylemiyle daha da büyütülüyor.

Bu nedenle Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ni önemli bir şans olarak görüyor ve öneminin farkında olduğumuzu vurguluyoruz. Kürt meselesinin çözümü; siyasetçilerin iktidarda kalma ya da iktidara gelme hesaplarından çok daha önemli olmalı. Süreç başarıya ulaşırsa şiddetsiz bir toplum mümkün olacak ve Türkiye toplumu bir bütün olarak kazanacaktır. Demokraside ısrar eden tüm güçler için bu süreci bir örgütlenme gerekçesi olarak görüyoruz. Bu bağlamda TJA olarak, 25 Kasım vesilesiyle de-makrodan mikroya-şiddetsiz ve özgür toplum iddiamızı büyütmek için çabamızı sürdürüyoruz.

TJA olarak önümüzdeki yıl için kadın özgürlüğü mücadelesinde en büyük hedefiniz nedir?

Yeni dönemde kadın hareketinin sorumluluğu katlanarak artıyor ve süreci kadın mücadelesi ile kadın öncülüğü belirleyecek. Bu nedenle TJA’nın önümüzdeki dönem en temel hedefi demokratik toplumun inşasıdır. Yeni ve özgür yaşam modelimiz komünlerdir. Demokratik toplum manifestosu doğrultusunda yerelden evrensele yeniden yapılanmayı kalıcı ve sarsılmaz bir sisteme dönüştürmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Varlık, bilinç ve özgürlük sorununu açığa çıkaran bir manifestoya sahibiz ve bireyci, iktidarcı, liberal ve geleneksel anlayışlara karşı mücadelede yeni yaşam modelimiz önemli bir yerde duruyor. Ortadoğu’daki soykırımcı, toplum kırımcı, kadın kırımcı ve ekokırımcı zihniyete karşı kadınlar olarak özsavunma mücadelemizi daha da güçlendireceğiz.

Kadın özgürlük çizgisi eksenli, özgür ve örgütlü bir toplumu yaratma ve bu çağın sosyalist gerçekliğini açığa çıkarma mücadelesini daha güçlü ve derin bir felsefi bakışla örmeyi, komünü bir yaşam anlayışı olarak inşa etmeyi hedefliyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.