Şino'nun ıslığı...

Dosya Haberleri —

Welat Önver (Şino)

Welat Önver (Şino)

  • Gever, her Kürt’ün içinde ihtişam duygusunu depreştiren bir kent. Dört bir yanı dağlarla, nehirlerle çevrili. Yaralarını kendi olma iradesine katık etmiş coğrafya. Halkı da dağları gibi ihtişamlı... Kime dokunsan kanayan bir yarası var. Burada canını Kürt mücadelesinde kaybetmemiş tek bir aile yok. Onlardan biri de Önver ailesi.
  • Şino, yani Welat Önver'in hikayesini dinliyorum annesi Gönül'den.. Anne Gönül, "Welat zaten o kavgada dünyaya geldi, o kavgada da gitti" diyor. Daha çocukken panzer eziyor. Baba Necmettin, "O yara izi aynı Kurdistan bayrağı gibi. Zaten onu sırtındaki yaradan teşhis ettim. Sanki Kürt haritası onun sırtına işlemiş gibiydi" diyor. 
  • Şino, özyönetim sürecinde yer alır. Anne Gönül de oğlunu bırakmaz, kentte kalır. Anne Gönül anlatıyor: "Islıkla bana mesaj veriyorlardı. 4 gün ıslık sesi geldi bir daha gelmedi..." Baba Necmettin: "Van Emniyet Müdürü geldi 'teröristin babası kim' dedi, dedim kahramanın babası benim. Sizin için terörist, benim için kahraman."

GÜLCAN DERELİ

Gever, her Kürt’ün içinde ihtişam duygusunu depreştiren bir kent. Yaralarını kendi olma iradesine katık etmiş coğrafya.

Gever yani Türkçeleştirilmiş adı ile Yüksekova. Hakkari'in en büyük ilçesi, hatta neredeyse ilinden bile büyük bir ilçe. İlk defa geldiğim Gever, beni büyülüyor. Dört bir tarafı ihtişamlı dağlarla kaplı, sadece dağları değil suyu, ormanı ve en önemlisi de halkı... Halkı da dağları gibi ihtişamlı... Kime dokunsan kanayan bir yarası var. Burada canını Kürt mücadelesinde kaybetmemiş tek bir aile yok. Onlardan biri de Önver ailesi. Önver ailesinin evine misafir oluyorum. Onlardan Şino'nun yani Welat Önver'in hikayesini dinliyorum. Anne Gönül ile sohbet ediyorum ancak her kelime boğazında düğümleniyor. Zor da olsa evladının anısını yaşatmak için anlatmayı bırakmıyor.

Kavgada doğdu kavgada da gitti...

Şino'nun mücadelesi doğumuyla başlamış. 16 Ağustos 1995 yılında dünyaya gelen Şino'nun kısa ama bir o kadar da dolu ömrü mücadele ile geçiyor. İsmi Welat'tır ancak nüfus memuru birçok Kürt çocuğununki gibi onun da ismini kimliğe yazmaz. Aile ise mecburen Welat'ı kimlikte Emre olarak yazdırır. Gönül anne, Şino'nun doğduğu günü şöyle anlatıyor: "Kavgada dünyaya geldi. Yasak vardı o zaman, kavga vardı, mahalleleri yakıyorlardı. Beni hastaneye götürdüler, orada doğum yaptıktan sonra dediler hastaneyi yakacaklar. Yeni doğum yapmıştım, beni bir arabanın içine koydular götürdüler annemgile ve bu akşam da mahalleyi yakacaklar dediler. Welat zaten o kavgada dünyaya geldi, o kavgada da gitti."

Yarası Kurdistan haritası

Şino çocukken de yerinde duramayan tezcanlı bir çocuk. Daha 7-8 yaşlarındayken devletin sopasıyla karşılaşıyor. O süreci anne Gönül, şöyle anlatıyor: "7-8 yaşlarındaydı serhildanlar vardı, sokağa çıkma yasağı vardı, panzer bunu kovalıyor o da kaçıyor, duvara denk geliyor ama duvar yüksek atlayamıyor, panzer vuruyor. Birisi onu duvarla panzerin arasından çekiyor. Sırtından yaralanmıştı. Eve geldiğinde dedik sen neredesin, biz televizyonda gördük ki panzerin altında. Bir de aynı üstle eve geldi. Hiç pes etmedi." Araya baba Necmettin giriyor: "O yara izi aynı Kurdistan bayrağı gibi. Zaten onu sırtındaki yaradan teşhis ettim. Sanki Kürt haritası onun sırtına işlemiş gibiydi."

Ayağı kırıldı, kalbi öfkeli...

Daha çocuk yaşta mücadele ile tanışan Şino, yine sırtındaki Kurdistan yarasıyla küçük yaşta evini terk eder ve katılım yapar. Anne Gönül, "Çok küçüktü 13 yaşındaydı, burada çok şeyler oldu. Kavgalar oldu. Çok kötü bir dönemdi. O da sürekli kavgaların içindeydi. Polisler onu yakalamak için geldiler, o da onların eline geçmemek için 3 katlı binadan kendisini aşağı attı. Ayağı dizinden kırıldı. Ortadan kayboldu. Bir ev onu sahiplenmişti. Biz de aradık onu bulamadık. Gece saat bir oldu onu eve getirdiler. Welat sana ne oldu? Sen neredesin? Seni arıyorum bulamıyorum. Sokak sokak seni arıyorum bulamıyorum. Dedi anne polisler geldi beni yakalamak istedi ben de kendimi 3 katlı binadan attım. Dizi kırılmış, dizi böyle çevrilmişti. Mahvolmuştu. Eve getirdiler, kırıkçıya götürdüm, kırıkçı 15 gün böyle kalacaksın üstünde yürümeyeceksin dedi. O zaman dedi anne ben bu ayağımın intikamını alacağım. Dedim otur üstünde ayağın iyileşsin yok dedi intikamımı alacağım. İki-üç gün sonra ayağa kalktı dedi ben dışarı çıkayım. Gitti aradan bir iki hafta geçti katılım yaptı."

Anne Gönül, baba Necmettin

3 gün suyun kenarında bekledim

Şino, bir sporcudur aynı zamanda. Kayak sporları ile uğraşıyor hatta İtalya'ya yarışmaya katılacaktır. Bileti bile hazırdır. Ancak gitmez. O süreci anne Gönül, şu sözlerle anlatıyor: "Katılım yaptığında küçüktü, sporcuydu da kayakçıydı. Yurtdışına gidecekti, uçak bileti bile kesilmişti. Bekledim, bekledim, bekledim gelmedi. Çantasını hazırlamışım, antrenmana gidecek yarın da yarışa çıkacak. Uçağı var gidecek. İtalya’ya. Bekledik gelmedi. Amcası telefon açtı Welat nerede diye sordu, gelmedi dedim. Sonra geldi telefonunu bana uzattı dedi anne bunu şarja tak. Ben de bakmadım şarjı var mı yok mu, bir yarım saat geçti gelmedi. Telefon açıyorum gelmedi, gelmedi. Kendi telefonu da yanında yok, arkadaşlarını arıyorum Welat nerde diyorum. Dediler biz Welat’ı görmemişiz. Ben kalktım yalın ayak bütün sokakları gezdim. Bütün Yüksekova’nın sokaklarını gezdim. Ağlaya ağlaya sokak sokak, cadde cadde baktım, arkadaşları geldi dedi valla katılım yaptı. O akşam sabaha kadar ev ev, sokak sokak aradım dedim yalan söylüyorlar, bir yere bağlamışlar, bir şey yapmışlar. Artık uyumak yok, yemek yok, içmek yok, yok. Sabah gidip o bütün dağları gezdim, üç gün dere üstünde bekledim. Üç gün… Dedim belki buradan geçer beni görür. Bir yaşlı adam geldi yanıma dedi kalk kızım sen üç gündür bu toprağın içinde bu suyun yanında niye bekliyorsun, senin oğlun gitti. Katılım yaptıktan sonra 2 buçuk yıl ondan hiçbir haber alamadım. Aradık her yeri aradık ama yok haber yok.

2 buçuk yıl sonra haberi geldi dediler yakalanmış. İşte o yakalandığı zaman 15 yaşındaydı."

Şerefli öleceğim

Şino bir yıl boyunca Hakkari Cezaevi'nde tutuklu kalır. Ancak burada da durmaz, isyan çıkarır. Anne Gönül, anlatıyor: "Hakkari Cezaevi'ni yaktı. İsyandan iki hafta sonra mahkemesi oldu bıraktılar. Onu eve getirdik dedim artık gitme sen teksin artık bulaşma hep suskundu, hep içine çekiliyordu. Dedim ben tekim, üç kız kardeşin var, sen bana sahip çıkacaksın gözüm de hep sendedir. Dedi ki anne bu dünyaya gelmişim bir gün de öleceğiz, şerefli öleceğim, şerefsiz ölmeyeceğim. YPS Yüksekova’ya yerleşti tekrardan gitti. Ben ettim etmedim dedim gitme o zaman da kız kardeşi katılım yapmıştı dedim gitme ben bu çileyi kaldıramıyorum, dedi anne sen beni öldür bu kelimeyi bana kullanma. Dedi şerefli gideceğim benim arkamdan kimse laf etmesin."

Özyönetim ilan edilmiş ve Şino da yerini almıştı. Sözü yine anneye bırakıyorum: "YPS’nin içine girdi, yasak ettiler, kıştı bazen görüyordum bazen görmüyordum, beli incelmişti çalışmaktan, direniyordu. Herkes Yüksekova’yı bıraktı gitti benle babası kaldık. Bütün Yüksekova’yı boşalttılar. Bir YPS’liler kaldı. Bir gün sabah erken beni görmek için geldi. Dedi anne sen niye çıkmadın Yüksekova’dan. İki kardeşim kalmış onlara sahip çık dedi. Dedim ben gitmiyorum, ben de seninle kalacağım. Anne git şerefsizlerin eline düşeceksin seni mahvederler. Dedim gitmiyorum. Ben de sizinle kalacağım. Git dedi, gitmiyorum dedim. Gözleri kanlanmıştı, çok çalışıyordu."

Anlımdan öptü

Alnını gösteriyor anne, "Beni buramdan öptü, dedi anne ben şehit düşersem beni Yüksekova topraklarını getir. Ben de oradan terlik aldım ona attım. Dedim sen niye bunu bana söylüyorsun, beni öldürüyorsun. Yok anne dedi artık şehit düşersem Yüksekova topraklarına getir, ben Yüksekova toprakları için bu mücadeleyi veriyorum. Kürt halkı için. Dedim o zaman ben de size çorba yaparım, bir şeyler yaparım dedim gitmiyorum. Dedi anne biz sana yetişmeyeceğiz. Artık kavgaya düşeceğiz. 10-12 gün orada kaldım. Bombalar atılıyordu, pençeler, kapılar hepsi içeri geldi. Sonra orada öyle kaldık. Bizim orada kaldığımızı anladılar. Anons ettiler bizi infaz etmek için. Bizim yan komşuda da bir yaşlı adam vardı, iki de engelli çocuğu vardı. Böyle olacağını bilmiyordu çarşının içindeydi. Biz öyle kaldık."

O soğukta herkesi çıplak ettiler

İlçede kalan tek sivil olan onlardır. Gönül anne yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: "Anons ettiler bizi infaz etmek için, duman gördüler ya binadan duman çıkıyordu. Siz niye kaldınız çıkmadınız sizi öldüreceğiz. Öyle şeyler söylüyorlardı. Sonra vekillere telefon attık. Dedik haberiniz olsun, bizi infaz edecekler. Bilin ki biz buradayız. Sonra işte üstüne düştüler bizi çıkarmak için bizi bir iki gün beklettiler. Dediler kendi kendinize çıkacaksınız, elinize beyaz tülbent alacaksınız, caddeye doğru geleceksiniz ki sizi öyle alacağız. Artık bir şey kalmamıştı. Biz kalktık o iki engelli çocuk yaşlı adam ben ve eşim dışarı çıktık. Ben gitmek istemedim. Hiç gitmek istemedim. Dedim biz her gün ölüyoruz, bir gün ölelim. Şu ana kadar her gün ölüyoruz. Bizi işte nasıl geleceğimizi anons yaptılar, biz de oraya kadar gittik. Ellerinde silah ile bize yaklaştılar, ben de çok üst üste giymiştim, soğuktu, elektrik yoktu, soba yoktu, su yoktu. Elimde de bir anahtar vardı bir de cüzdanım, cüzdanımın içinde de bir sürü şeyler vardı. Ben bilmiyorum kafam tam yerinde değildi. Telefonun kartını çıkardım göğsüme koydum. Geldiler teslim olun diye biz de elimizi kaldırdık anahtar elimden düştü. Onlar canlı bombayım zannetti. O kadar çok üst üste giymişim ya, beni ayrı götürdüler. Diğerlerine de hepiniz soyunun dediler. Cadde ortasında kar yağıyor, kıştı dedi soyunun beni kadın bir polis götürdü. Benim üstümü aradı. Sonra otobüse bıraktılar bizi, hepsini yol ortasında çırılçıplak ettiler. Bizi kültür merkezine götürdüler. Oradan işte herkesi sıraladılar. Bizi içinde ayırdılar."

Oğluna söyle teslim olsun!

Anne Gönül'ün havuz medyasına röportaj vermesini isteyen polislere annenin cevabı net olur: "Öldürün vermiyorum." Anne Gönül ihaneti kabul etmez ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Bizi ifadeye aldılar. Oğlunuzu arayın teslim olsun. Bizi tek tek ifadeye aldılar, konuşacaksın, seni biz kurtardık diye röportaj vereceksin, dedim vermiyorum. Dedi Türkçe bilmiyorsan Kürtçe verirsin, dedim her şeyi de biliyorum, vermiyorum. Zorla mı öldürün vermiyorum. Vermedik, ondan sonra bizi beklettiler, akşama doğru nereye gideceksiniz diye biz de Hakkari’ye gittik. Küçük kızım oradaydı, oraya gittik. Bir ay, bir hafta orada kaldık. Bana haber gönderdi çıkmışsınız o zaman içim rahatladı diye. İşte bir gün bir şehadet haberi geldi. Ben bilmiyordum tabi babası falan biliyordu. Benim de içim içimi yiyordu, onlardan bir haber alacağız nasıllar diye. Buralarda her yeri bombalıyorlar, bir haber yok."

Tek vasiyeti vardı

Bir ay sonra evladının ölüm haberini alan anne Gönül, "Babası kalktı dedi ben Van’a gideceğim, dedim ben de geleceğim. Yok sen gelmiyorsun sen burada kalıyorsun. Bir gün gitti ertesi gün kendisi aradı söyledi Welat şehit olmuş, Welat’ın cenazesi alıp Van’a getiriyorum. Ben Hakkari’den Van’a geçtim. Cenazeyi Van’a kadar getirdiler, Van’da da bırakmadılar çok rezillik çıkardılar. Yolumuzu kestiler, biz koridor açın, canını Yüksekova topraklarına feda etmiş, orada gömeceğiz dedik. Tek vasiyeti oydu. Savaştığım topraklara beni defnedin diye. 8 kişi gidebilir dediler. Cenazeyi sabah alıp yola çıktık. Kızım Rabia'yı gözaltına aldılar. Gerekçe ise kimlikteki fotoğraf benzemiyor bahanesiyle cenazeye katılmasını engellediler. Sürekli hakaret ve küfür ediyorlardı. Yüksekova’ya girerken önümüzü kestiler, panzerlerle bizi götürdüler, sadece 10 dakika verdiler defnetmek için. Namaz bile kılmamıza izin vermediler. Biz defnedip dönene kadar Rabia'yı gözaltında bırakmadılar. Her yer kan kokuyordu. O anlar hiçbir zaman unutulmuyor" diyor.

4 gün ıslık sesi geldi bir daha gelmedi

Yasaklar sırasında yaşadıklarına ilişkin bir anısını paylaşan anne Gönül, "O engelli insanlara pamukla dudaklarını ıslatarak bakıyordum. Ben hiç korkmuyordum. 3 katlı bir evde kalıyordum, bir o tarafa bir bu tarafa gidiyordum acaba ıslıklarını duyabilir miyim, seslerini duyabilir miyim diye. Islıkla bana mesaj veriyorlardı. 4 gün ıslık sesi geldi bir daha gelmedi. Ben de onlara sesleniyordum. Hiç uyumuyordum. Hep şunu söylüyorum keşke o zaman ben de onlarla gitseydim. Her gün öleceğime bir gün ölseydim. Bu kadar işkence görmezdik. Her gün onların gezdiği yerleri görüyorum. Her gün aynı acıyı yaşıyorum."

Ben kahramanın babasıyım

Çocuğunu belindeki yara izinden tanıyan baba Necmettin, o gün morgda şahit olduklarını şu sözlerle özetliyor: "Erzurum morgunda 74 cenaze gördüm. 10 kişiyi de kimsesizler mezarlığına götürmüşlerdi. O kadar cenaze görünce dedim artık benim yaşamam gereksiz. Ben onlardan daha kıymetli değilim. 8-10 cenaze erimişti, kimyasal ile katletmişlerdi. Diğerlerinin de vücut bütünlüğü yoktu. Her birinin uzuvlarında bir parça yoktu. Cenazemizi alırken askerler onu burada gömmemize izin vermeyeceklerini söyleyerek hakaretler etmeyi sürdürdü. Sizin için terörist, benim için kahraman, ben oğlumu Kurdistan topraklarına gömeceğim dedim. Van Emniyet Müdürü geldi 'teröristin babası kim' dedi, dedim kahramanın babası benim. Sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra akşam panzerler geliyordu. Duvarlara, dükkanların üzerine pis küfürler yazıyorlardı. Şino’nun ismini yazıp devamına da küfürler yazıyorlardı. Annesi sprey boya alıyordu, sabah 5'te kalkıp gidiyordu siliyordu. Biz çok zorluk çektik, hala da çekiyoruz."

Şino: Savaşanlar asla teslim olmaz

Şino'nun 13 Mart 2016 tarihinde gönderdiği son mesajını aile benimle paylaşıyor: "13 Mart'ta yasağın olduğu gün bir paylaşım yapmıştı. Tarihe not: Direnişin kalesine teslim olun çağrısı yapılıyor, savaşanlar asla teslim olmaz. Ben zaten şehit olacağım, mezar taşıma bunu yazın: Önderliğe, Kürt halkına borçlu olarak gitti. Biz yapamadık hep kırıyorlar."

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.