Taşlardan neden korkuyorlar!
Forum Haberleri —

- Mezar taşlarını kırmak acizliktendir. Korktukları şey şehit gerillaların mezar taşlarının yarattığı toplumsal hafızadır özünde. Özgürleşen Kürtlerden, halklardan, kadınlardan korkuları. Hasankeyf’in özgürleşen sahiplerinden korkuyorlar...
Mizgîn AGIRÎ
“Taşlardan korkuyorlar!..” Bakurê Kurdîstan’da taşları kırılan şehit mezarları karşısında dehşete düşen bir ana’ın sözleri...
Bir mezar taşı ne de çok şey anlatır oysa ki!.. Taşlardan neden korkuyorlar?!.. Taşların da dili vardır...
‘Taşların aklı vardır’ diyor Rêber Apo… Hiç kulağınızı dayayıp dinlediniz mi onları? Konuşurlar çevreleriyle... Anlaşılmayı, anlatılmayı bekleyen, tarihin kara kutusu taşlar...
Medya Haber TV’deki “Taşların Serüveni” belgeselindeki tanımlama gibi tarihsel yolculukları vardır taşların. Dünyanın oluşumuna kadar uzanır özgeçmişleri. Zamanın oluşum gücüyle birçok evreden geçerek sıkışarak, donarak, dağılarak tekrardan birleşerek katılaşıp, rangarenk sert bir armoniye dönüşür taşlar. Akik, oltu, mermer, karataş, volkanik, yakut, safir adını alırlar.
Modernite insanlarınca cansızdır onlar, yani hissetmezler, duymazlar... Nerden biliyoruz ki?!.. Bu böyle zannedilse de çok iyi birer tanıktır tarihe...
İnsanlar, klan formatındayken sığınaktır taş mağaralar. Kullanılan ilk teknik, avcılık için silah, korunmak için kalkandır taşlar. Renklisi süstür, aksesuardır. Bazen yolları kaybetmemek için işaret olurken, susuzluğu gideren çeşmedir bazen de. Yeri gelir yol olur, dört duvarla ev olur, ocak olur...
İlk insan toplulukları milyonlarca yıla dayanan yaşam tecrübelerini mağara duvarlarına çizdikleri resimlerle aktardılar. Göbeklitepe menhir taşları halen gizemini koruyan köklü inanç sisteminin temelleri olurken, mitolojik inanç dünyasını, yaratıcı Tanrıça heykelleriyle sanatsal eserlere dönüştürdüler. İlk yazılar ‘çivi yazısı’ adıyla taşlara işlendi... Tüm bu gelişmeler tarihsel toplumun oluşumunda taşların ne kadar işlevsel vasıtalar olduğunu göstermeye yetiyor. Tabi bununla da yetinilmedi. On bin yıl öncesinde insanların günlük yaşamsal malzemesi taşlardı. Destar, aşın pişirildiği ocak, suyun serinletildiği sarnıç, ilk tekerlek, ilk değirmen ve sayısız yaşamsal malzeme taştandı.
Sonrasında imparatorlar, krallar ölümsüzlük adına heykellerini yapmaya başladılar. Bu da egemenlerin tarihi oldu... Savaşlarda tıpkı Heftanîn’de, Metina’daki gibi devasa mevziler yapıldı, bunlara Büyük İskender’in mevzileri denir...
Tarihin suskun dili…
Yani insanların canlı tarihi, taşlarla, anıtlarla, heykellerle, duvarlarla hep süregelir... Bu nedenle arkeolojik kazılarda önce taşlar aranır. Çünkü tarihin suskun dilidir onlar, yok edilemeyen belleğidirler... Tabi görmesini bilene, anlamasını bilene!..
Gücü, katılığı da ifade eder bazen... ‘Taş kalpli’lik duygusuzluğu, ‘yüreğime taş bastım!..’ çekilen acıyı ifade eder... Ya da ‘Kafana taş yağar inşallah!..’ denir beddua niyetine... ‘Taş gibi kafası var!..’ denirken de inatçı olan kastedilir!.. ‘Dikili bir taşım olsa!..’ dendiğinde bir ev sahibi olmak istendiği vurgulanır... “Taş yerinde ağırdır” atasözüyle de insanın ağırlığını bilmesi gerektiği öğütlenir...
Taşın serüveni devam eder. Bir de kutsal bilinen mezarların başucuna konulur taşlar, yani ölenin adresidir bir anlamda...
“Öldüğümde bir mezar taşım olsun!..” denmesi unutulmamak adınadır.
“Sahipsiz mezar” dendiğinde ise bir burukluk hissedilir...
Ölüm karşısındaki çaresizlikle baş dayayıp ağlanılan ya da dokunulan kıblegâhlar gibidir mezar taşları... Ölen kişinin tarihini sessizce anlatırlar... Bayramlarda ziyaret edilir, rahmet duaları okunur, adaklar adanır. Tıpkı Kobanê’deki Berkel mezarları ya da İda Dağı’ndaki Sarıkız’ın mezar taşlarına adakların adanması gibi... Mezar taşına dokunmak o insana ulaşmak gibidir. Kudüs’teki ‘Ağlama Duvarı’ Yahudi halkının trajik tarihinin şahitlerindendir. Önünden geçenlere ölüm-yaşam paradoksunu anlatırlar durdukları yerde...
Egemenlikli dünya sisteminde eşitlenemeyen insanlar, öldüklerinde eşitlenir. Bu nedenledir ki, düşman da olsa toprağa gömülür ölü askerler. İşaret namına da bir taş konur başucuna. ‘Bir ölüden ne zarar gelebilir ki’ denilir!..
Çok uzakta sahipsiz binlerce mezar
Kürdistan beşbin yıldır bir mezarlıklar ülkesine çevrilmiştir. Özgürlük Hareketi çıkana dek avukatsız kalan Kürt halkının sayısız mezarlığına rastlanır... Gelîyê Zîlan ve Dersim arazisinde, mağaralarda, kimisi bir çukurun dibine savrulan insan kemikleri bir mezar taşı ararlar kendilerine... Boşaltılmış köylerin yakınlarında, bir dağ başında, bir ağacın gölgesinde, tarlalarda, yani heryerde sahipsiz ya da sahipleri çok uzakta binlerce mezar vardır. 1980-1988’deki İran-Irak savaşında boşaltılan sınır köylerinin mezarları sahipsiz, kimsesiz, bazen de taşsızdır. akat konuşurlar adeta yanlarından geçerken, nasıl da hüzünlenir insan! Kürt tarihi bu mezarlarda gizlidir bir anlamda. Anlaşılmayı, anlatılmayı beklerler!.. Newala Qasaba, Enfal şehitleri, Şengal toplu mezarları bulunmayı beklerler... Bir mezar taşları olsun isterler... Belki Şehit Savuşka Muş gibi istedikleri Kürdistan’da bir ağacın, bir kayanın gölgesine gömülmek isterler. Fakat yine de bir mezar taşları olsun isterler...
Ya şehit gerillaların mezar taşlarının anlalattıkları?!..
Kürdistan özgürlük gerillaları, Kürdistan’ın gerçek sahibidirler. Kanıyla, teriyle toprağı ıslatan yiğitlerdir. Halkların en müstesna evlatlarıdır bu sonsuzluk yolcuları... Öyle ki, yaşayanı kutsal, ölüsü kutsaldır! Halkların özgürlük tarihinin altın harfleri, gökyüzünün en parlak yıldızlarıdır gerilla şehitler...
Özgür Kürt düşmanı Türk sömürgeci güçleri, Kürdistan’da Şehitlerin mezar taşlarını kırıyor!.. Şehit cenazelerini toprağın koynundan çıkarıp Kilyos kaldırımlarına gömüyorlar... Naylon kutulara konulan şehit kemiklerini ayaklarıyla istifliyorlar... Ya da Şehid Egîd’in cenazesini posta yoluyla annesini gönderiyorlar!..
Taşlardan korkmaya devam ediyorlar!..
Oniki bin yıllık tarihi olan, sayısız medeniyetlere beşiklik, tanıklık eden Hasankêyf’in taşlarını betonlayıp, suda boğmak istiyorlar!..
Efrîn’i işgal edip Kürtlerin Ataları Hurrîlerin, Mîtannîlerin taştan arslanlarını, anıtlarını kırıyorlar... Tıpkı tarihî Palmîra(Tetmur) şehrinin taşlarını, duvarlarını yıktıkları gibi. Tıpkı Hindistan’da Buda’nın taştan heykelini patlatıp paramparça ettikleri gibi...
Bir anekdot daha belirtmek istersem; 2006 yılında kalleşçe şehit düşürülen Şehid İbrahim (Sarı İbo)’in mezarına dahi tahammül edemeyip havan atışıyla mezar taşı kırılmıştı. Mezar taşının üzerinde Ş. İbrahim’in bir resmi vardı. Bu manzarayı gördüğümde “Heval İbrahim, öyle güçlüsün ki, senin mezarından bile korkuyorlar!..” demiştim O’na hitaben...
Neden korkuyorlar taşların anlatım gücünden?.. Hani cansızdı taşlar?! Öyleyse nedendir bu korku, bu panik?..
Mezar taşlarını kırmak acizliktendir. Korktukları şey şehit gerillaların mezar taşlarının yarattığı toplumsal hafızadır özünde. Özgürleşen Kürtlerden, halklardan, kadınlardan korkuları. Hasankeyf’in özgürleşen sahiplerinden korkuyorlar... Tabi kendilerince korkmakta da haklılar sömürgeci iktidar sahipleri... Ama korkunun ecele faydası yoktur hiçbir zaman!..
Agirî serhildanında ‘Kürdistan burada metfundur ruhuna el fatiha!..’ denilen ve karikatürü çizilen o mezar taşı çatladı artık... O taş, zerrelerce savruldu ve dağların gerçek sahiplerine mevzi oldu, sığınak, stargêh oldu...
O kırılan, sulara gömülen taşlar, uyanan toplumsal hafızaya kazınıyor teker teker... Elbet bugün “taşlardan korkuyorlar” diyen analar yarın “bunu yapanların başına taş yağsın!” diyeceklerdir...
Ve o taşlar yağacaktır başlarına bir gün!..