Türk devletinin kontra örgütü: Hizbullah

Haberleri —

Hizbulkontranın siyasal anatomisi - 1


Bu çalışmayı Şeyh Said Efendi, Cibranlı Halit Bey ve değerli Azadi Hareketi’nin şehitlerine adıyorum!


1991 ile 1995 yılları arasında Kürdistan bölgesinde PKK, Menzil, Ehlibeyt, Batman ve Bingöl eksenli İslami hareket ve benzeri değişik İslami gruplarla girdiği silahlı, satırlı ve sopalı saldırılarla adını “Hizbullah” olarak duyuracaktı. Kendisini Kürdistan menşeili “İslami bir Cemaat” olarak tanıtan “Hizbullah”; 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul’un Beykoz ilçesinde, gündüz saatlarinde Türk devleti’nin kolluk güçleri ile “Hizbullah” lideri Hüseyin Velioğlu ve yardımcıları Edip Gümüş, Cemal Tutar arasında silahlı çatışmayla birinci sahne perdelenecekti. 

İşgalci Türk devletiyle yaşadığı bu çatışmayı Türk medyası canlı olarak ekranlara taşıdı. Bu çatışma sonucunda Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu, ölü olarak ele geçirildi. Ayrıca dava arkadaşları Edip Gümüş, Cemal Tutar ve Hizbullah örgütünün 20 yıllık arşivi Türk devletinin kolluk güçleri tarafından ele geçirilecekti. Böylece ele geçirilen bu arşiv ile Hizbullah’ın tüm kademeleri Türk devletinin kolluk güçleri tarafından etkisiz hale getirecekti. Beraberinde kendini “Hizbullah Cemaati” olarak tanıtan bu karanlık örgütlenmenin yirmi yıl içinde Kürdistan coğrafyasında oynadığı Mehdi’lik misyonu, sömürgeci ve işgalci Türk devletinin kolluk güçleri tarafından feci bir biçimde bir bozguna uğratılıp; kontrol altında tutulacaktı. Ancak gerek duyulduğu zaman PKK ve diğer Kürt dinamiklerine karşı, tekrar tetikçi ve paramiliter bir unsur olarak kullanılacaktı. Bu tetikçi ve paramiliter unsurun temel kaldıraç görevini görecek yegane slogan şu olacaktı: “Kürdistan halkının kurtuluşu İslam’dır.” 

Bundan sonraki dönemde ise; Milli Türk Talebe kadroları (AKP) işgalci Türk devlet yönetiminde, söz sahibi olacaktı. Dolayısıyla bu yeni dönemde Kürdistan’da örgütlendirilen Hizbullah, denetim ve kontrolü iktidarlaşan Türk-İslam hareketi tarafından koordine edilecekti. Eski Milli Türk Talebe kadroları, devlet yönetimini ele geçirmeleriyle birlikte; belirli periyotlarla Hizbullah’ı taktiksel stratejilerle, Kürt ve Kürdistan davasını veren dinamiklere karşı tetikçi olarak kullanmaya cezaevinde idamla hüküm almış lider kadrosunu serbest bırakmakla işe başladı. 


Hizbullah’ın yeni stratejisi

İkinci etapta, “Hür Dava Partisi” adı altında legalite edilerek sahaya tekrar sürüldü. Bu vesileyle, 2011 Eylül ayında dönemin Başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Özel Harpa Dairesi Başkanı Teoman Koman gibi Hür Dava Partisi-Hizbullah liderlerine “PKK’ye karşı direniş ortaya koyacaksınız. Devlet millet el ele vermek zorundayız” demişti. Ayrıca, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “Hür Dava Partisi davadaşımızdır” ve son olarak Bülenç Arınç’ın “Hür Dava Partisi bizim din kardeşimizdir, dinsiz ve terörist örgüt bu kardeşlerimize zulüm ediyor” sözleri bu karanlık örgütlenmenin anatomisini özetlemiş oluyordu.

Üçünçü etapta ise Kürt ve Kürdistan mücadelesini veren PKK ve HDP’yi murted olmakla tekfir edecekti. Ayrıca PKK ve HDP’yi Kürt halkını İslam’ın ulvi değerlerinden soyutlamakla ve Kürt halkını Zerdüştleştirmekle itham etmekten imtina etmeyecekti. Hizbullah’ı, PKK ve HDP’nin kafir ve murted olduğu konusunda, en çok ikna eden ve Hizbullah’ı tekbirler eşliğinde yurtsever ve dindar Kürt milletine saldırtanlar hiç süphesiz, 70’li yılların ülkücü, akıncı ve MTTB tetikçi kadrolarıdır. 

İşgalci Türk devletinin ve AKP’nin bu yeni Sebulülreşatçı kuşağı  Hizbullah’ı, PKK ve HDP’ye karşı yeniden alternatif konuma geçirmek için, 2015 yılın ilk aylarında Mehmet Göktaş, Hamza Türkmen, Rıdvan Kaya, Yusuf Kaplan, Selhattin Eşçakilgil, Mustafa İslamoğlu, Nurettin Şirin ve benzeri isimler Hür Dava partisinin konukları olarak; Kürdistan’da, şehir şehir ve kasaba kasaba gezdirilecek ve PKK’le mücadelede yeni strateji ve yol haritası belirlenecekti. 


Erodağan’ın tetikçi dostları

Türk devletinin bu paramiliter örgütlemesinde başat rol oynayan isimlerin başında Burhan Kavuncu, Hamza Türkmen, Nurettin Şirin ve benzerleri geliyor. Nurettin Şirin, işgalci İran devletine biat eden ilk tetikçi Türk İslamcılardan biridir. Hakeza Lübnan Hizbullah’ının Türkiye lideridir. 30 Ocak 1997’de Sincan Belediyesi ve Ankara İran Büyükelçiliğiyle birlikte Kudüs gecesini düzenledi ve bundan dolayı 28 Şubat olayına damgasını vurdu. AKP döneminde dışarıya çıkarıldı ve AKP ve İran istihbaratı kendisine Kudüs TV kanalını hediye etti. 

Şirin’in, Tayyip Erdoğan’la çok eskilere dayanan dostlukları vardır. Bu dostlukları en yüksek düzeyde devam etmektedir. Ayrıca, Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı olan Sefer Turan, Nurettin Şirin’ın en samimi dostudur. Yalçın Akdoğan’la da ilişkileri bu düzeydedir. Sefer Turan da 90’lı yıllarda Lübnan Hizbullah’ının en önemli lider kadrosundan biriydi. 

Nurettin Şirin’in, sahibi ve genel yayın yönetmeni olduğu Tevhid Dergisi; 1991-1993’lı yıllarında, PKK DEP’in kafir bir örgüt ve parti olduğunu, İsrail tarafından kurulduğunu, bu örgüte ve partiye karşı mücadele veren Hizbullah’ın, İslam’ın Mucahitleri olduğunu belirtiyor ve Apê Musa’yı dergi kapaklarına taşıyarak Kürtlerin Selman Rüştü’sü olarak hedef gösteriyordu. 

Kürdistan ülkesine ve PKK’ye karşı düşmanlık yapanlardan biri de ABD eğitimini yapmış ve Erdoğan’ın en önemli danışmanlarından biri olan İslamcı Yusuf Kaplan’dır. Kaplan, 2 Şubat 2015 tarihinde Yeni şafak köşe yazısında Hizbullah’a olan yakınlığını “HÜDAPAR, bölgenin ve ülkenin ‘emniyet sübabı’dır” sözleriyle ifade ediyordu. 

70’li yılların en hızlı tetikçilerinden ve Erdoğan’ın en iyi dostlarından biri de misyoner, ırkçı ve Kürdistan düşmanı Hamza Türkmen’dir. Türkmen, 1990’lı yılların başlarından günümüze kadar “Kuran’ın aydınlığına doğru” sloganıyla Kürdistan’da, Türk İslam evengalizmini ve oryantalizmini yaymak istemiş ve PKK ve Kürdistani dinamikleri kafir olarak lanse edip Hizbullah’a hedef göstermiştir. Hamza Türkmen, 17.06.2015 tarihinde “Aytaç Baran’ın İdealleri Yaşayacak!” adlı köşe yazısında PKK’nin “Leninist Tağuti-kafir bir örgüt” olduğunu, Hizbullah ve Hür Dava Partisi’nin “Güneydoğu’da İslami hareketin mucahitleri” ile birlikte kafir örgüte karşı “İslami ve ümmet mücadelesini” birlikte vereceklerini söyler.


Kutlu Doğum Haftası’yla kamuflaj 

Hizbullah örgütü, Beykoz’daki gayri İslam’i ahlakını ve işlediği dehşet dolu amellerini bu kez Kutlu Doğum Haftasıyla kamufle edecek ve İslam’ın düşünce tarihinde hiçbir İslami organizasyonun deneyip tevessül etmediği bir ilki gerçekleştirecekti. Hizbullah, Kutlu Doğum etkinlikleriyle Kürt halkının nezdinde kaybolan güvenirliğini ve meşruluğunu tazelemek için bu yola başvurduğunu, Hizbullah’ı tanıyanlar pekala bilir. Hizbullah’ın Peygamberin doğum günü kutlamalarını tertiplemesinin sebeplerinden biri, Kürt halkının her yıl düzenlediği Newroz kutlamalarına alternatif olmak. İkinci sebep ise İhvan, Hamas, Taliban, El-Kaide ve Humey’ni İslam’ını Kürdistan’da egemen hale getirmek. Bunu Hizbullah’ı yakından tanıyanlar da çok iyi bilir. Dolayısıyla konu Kutlu Doğum Haftası olunca Kürt Hizbullah’ın yüzbinleri bulan Müslüman Kürt halkını Diyarbakır İstasyon Meydanı’na toplaması ve onlara salavat çektirmeleri zor olmadı. Kürt halkının inanç dünyasında yatan Peygamber sevgisi bu işi kolaylaştırmış oluyordu. Ayrıca bunun organizasyonunu Hizbullah’ın yaptığını bilmeyenler de vardı. 

Bu tespitimizi bilimsel olarak şöyle izah edebiliriz: Hizbullah-Hür Dava Partisi, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde meydanlarda topladığı yüz binlerce insanı 7 Haziran 2015  Genel Seçimlerinde kendilerine oy vermeleri konusunda aynı şekilde ikna edememiştir. YSK sonuçlarına göre, bu karanlık örgütün 7 Haziran genel seçimlerinde Türkiye genelinde aldığı oy oranı 42 binde kalmıştır. Bu rakam aynı zamanda matematiksel olarak Hizbullah elemanlarının toplam sayısının beş bin civarında bir rakama tekabül ettiğini bize göstermektedir. Ayrıca şunu belirtmekte fayda görüyorum: Kürt halkının, Peygamber’e olan bu derin sevgisinin beni ve dindar yurtsever Kürt insanını rahatsız etmediğini belirtmek istiyorum. 


Kürt hareketini karalama kampanyası 

Dolayısıyla Hizbullah’ın bu türden organizasyonlara imza atmasının Türk devleti ve İslamcılarını sevince boğduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Türk devleti ve İslamcıları bu tür organizasyonlarla PKK’yi İslam’ın düşmanı olarak Kürt halkının nezdinden düşürerek hedef gösterecekti. Hizbullah bununla  PKK’yi tekfir, HDP’yi de tedirgin ederek varlığını bu şekilde gündemde tutmayı hedefleyecekti.  

Hizbulah’ın sahip olduğu bu teolojinin, patolojik ve paranoyak olduğu gerçeğini gösteren binlerce bulgularından sadece birini örnek verelim: Hizbullah’ın liderlerinden biri olan Enver Kılıçaslan; “Newroz cahili bir adettir. Ateşperestlerin adetidir. Zerdüştlerin adetindedir.” (24.02.2014 İlkha Haber) Hizbullah, bu sözleriyle iki milyona varan Newroz kutlamalarını Kutlu Doğum Haftası‘na tahvil etmek istemiş, bunun için Kürt milletini müşrik olmakla tehdit ve tekfir etmekten imtina etmemiş ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışarak özelde işgalci Türk devletinin, genelde Türk-İslamcı unsurların rızasını ve takdirini kazanmış olacaktı. “Hizbullah”ın, PKK ve HDP karşı sergilediğı bu kontra faaliyetler Türk İslamcılarını cesaretlendirmiş ve “Kürt halkını Zerdüştleştirenler Kürtlerin temsilcisi olamaz. Benim Kürt kardeşlerim Müslümandır. Bu kardeşlerimiz, bölücü ve dinsiz örgüte karşı cihad ediyor” gibi beyanlarda bulunmuştur. Bu sözlerle Hizbullah’ı, Kürt ve Kürdistan davası için mücadele eden Kürt hareketine karşı kışkırtarak, devlet-i aliyenin bekasını korumuş oluyordu.

İkincisi, “Hizbullah”ın ilk kuruyucu kadroları şimdiki devletin yönetimini elegeçiren kadrolarla MTTB saflarında birlikte, fikir ve mücadele yürütmüş olmalarıdır. 1979 İran devrimiyle birlikte, bu fikir ve mücadele birliktelikleri yöntemsel olarak son bulsa da; her iki taraf da İran devrimini yapan şahsiyetlere hem de İhvan hareketinin yönetici kadrolarına büyük hayranlık duygusunu taşımış ve aynı atmosferde musafaha tenefüsüne çıkmışlardır. 


Hizbullah sömürgeci teologlarla beslendi

Dolayısıyla hem işgalci Türk devletini yöneten İslamcı kadroların, hem de Hizbulah’ın lider kadrosunun, inanç ve düşünce iklimini inşa etmede aynı politik İslami şahsiyetlerin, fikir ve eserlerin katalizör rolünü oynadığını söylemek mümkündür. Örneğin: Kürdistan’da örgütlendirilen Hizbullah için Said Hava, Hasan El Bena, Seyid Kutup, Hamidullah, Abdulkadir Udeh, Ramazan El-Buti, Mustafa Sibai, Fethi Yeken, Mutahhari, Humeyni, Ömer El Beşiri, Şeyh Şamil, İzzet Aliye Begoviç, İzzetin Kassam, Şeyh Ömer, Fethi Şikaki, Usama Bin Ladin, Molla Ömer, Halid Meşal, Elmali Hamdi, Mehmet Akif Ersoy gibi şahsiyetler nasıl değerliyse; Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Yasin Aktay, Yalçın Akdoğan ve benzerleri için de bu şahsiyetlerin o derecede değerli olmasıdır. 

Nasıl ki, bir Türt solu için bir Marx, Engels, Fourier, Owen, Proudhon, Kropotkin, Bakunin, Landauer, Lenin, Stalin, Troçki, Nazim Hikmet, Hikmet Kvılcımlı, Mihri Belli, İbrahim Kaypakkaya ve Deniz Gezmiş gibi şahsiyetler büyük bir değer olarak görülüyorsa; genel olmazsa bile, Kürt solu içinde bu şahsiyetler aynı değer parametreleriyle kabul görüyor. 

Türk devletinin yeni yönetimini ele geçiren bu Sebilürreşadçı çizgi ve onların dostları Türk devletinin resmi antagonizmasını yeniden 1071 Alpaslan, 1453 Fatih, 1923 Mehmet Akif’ın zihin kodlarıyla güncelleyerek; yeni bir İslamcılık ve yeni bir Türkçülük harekatını başlattı. Dolayısıyla katliamcı Türk devletinin bundan sonra Kürtler üzerindeki siyasal egemenliğini, kolonyalist ve oryantalist İslamcı kadrolarla sağlayacağını söyleyebiliriz. Özelllikle bunu Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Fethullah Gülen ve benzeri isimlerin liderliğinde gerçekleştirmek istiyor. 

İşgalci Türk devletinin görevlendirdiğı bu İslamcı lider ve kadrolar Kürdistan’da örgütledikleri Hizbullah’la birlikte yukarıda isimlerini zikrettiğimiz şahsiyetlerin eserlerini okuyarak, aynı inanç ve amel repertuarından mezun oldukları için, doksanlı yıllarda Kürt avına çıkan Tansu Çiller, Hayri Kozakçıoğlu, Mehmet Ağar, Ünal Erkan ve diğer ibnül ziyadlardan çok daha tercübeli olduklarını söyleyebiliriz. 

Türk devletinin bu yeni sahipleri ve yöneticileri, Hizbullah’ın hangi düşünceden beslendiğini, hangi konularda hasas olduğunu çok daha iyi bildikleri için, onları Kürdistan davasına karşı hangi İslami argümanlarla kanalize edeceğini çok iyi biliyor. Çünkü Kürt Hizbullah’ın, akide ve amel kozası Türk-Arap-Fars İslamcı unsurların, akide ve amel kozasından vücud bulmuş olmasıdır. Çünkü hem Hizbullah’ın, hemde Türk devletini yöneten İslamcı kadroların, inanç ve amel kodları İhvan İslam’ıyla inşa edilmiştir. 

Türk devletini yöneten İslamcı kadroların gözünde Mehmet Akif Ersoy’ nasıl değerli biriyse, Hizbullah örgütü için de Mehmet Akif Ersoy o derecede değerli biri olarak görülür. Ancak, Kürt ve Kürdistan davasını yürütenler Akif’in, nasıl bir Türk ırkçısı ve Kürdistan düşmanı olduğunu pekala bilirler. Bunun en büyük delili ise; Atatürk’ün Türk ulusunu yeniden yaratma mücadelesine en büyük desteği veren, Mehmet Akif Ersoy ve genel yayın yönetmeni olduğu Sebilürreşad dergisidir. İşgalci Türk devleti Şeyh Said Efendi’yi idam ederken, Mehmet Akif Ersoy 15 Haziran 1925 tarihinde, Kürt halkının bu kahraman lideri ve alimini “hain ve şaki” olarak Sebilürreşad’ın birinci sayfasında manşetten haber yapmıştır. 

Dolayısıyla Hizbullah’ın, inanç ve amel dünyası yukarıda isimlerini zikrettiğimiz Arap-Türk- Fars teologların düşünceleriyle inşa edildiği için her İslam milliyetinin bireyleri gibi, her İslam milletinin din adamları gibi, ülkelerini işgal edenlere ve dillerini yasaklayanlara karşı hiçbir tepki vermemiş olacaktı. Çünkü Hizbullah’ın sahip olduğu ilahiyat, sömürgeci teologların eserleriyle inşa edilmişti. İkincisi, bu sömürgeci ilahiyatin eserleriyle zehirlendiği için, kendine Kürdistan demeyi haram görecek, Kürdistan’ı sevenleri ilhadçı olarak görecek ve Kürdistan ülkesi için mücadele veren dinamiklere ve dindar sempatizanlarına karşı tutumunu “İslam düşmanı, murted (PKK) ve İslam düşmanlarına destek veren munafıklar” kavramsallaşmasını yaparak netleştiriyordu. 


Siyasal İslam’la Kürt düşmanlığı yapılıyor 

Tam bu noktada Diyarbakır 4 nolu DGM’de Hizbullah’tan yargılanan, Sonra AKP tarafından serbest bırakılan ve şimdi Hür dava Partisinin yöneticisi olan Sait Şahin, 19.06.2015 tarihli Doğru Haber köşesinde “Benzeşme psikolojisi sendromu” adlı köşe yazısında Hizbullah’ın, Kürt dindarlarını ve Kürt siyasetçilerini tekfir etme alışkanlığını bırakmama konusunda ne kadar kararlı olduğunu şu sözlerle aktarıyordu: “Bırakın her türlü bilincini kaybetmiş halkın bunu görmesini, İslamcı Kürtler dahi bunu görmüyor. Belki de görüyor ama PKK kafir kimliğini İslami kimliğinin üzerinde tutarak bilinçli bir tercihte bulunuyor. Bütün yaşananlara, tehlikelere ve (İslam düşmanlığında) her şeyin gün gibi ortada olduğu bir gerçekliğe rağmen HDP’yi destekliyor ve S. Demirtaş’ı masumlaştırıyorlar”. 

Oysa ki siyasal İslamla Kürtlerin inanç dünyasını döven, zehirleyen ve asimile eden Türk teologların hiçbiri bin yıllık Türk devet geleneğine, mülhid, murted, münafık ve işgalci sıfatını yakıştırdığına kimse şahit olmamıştı. Bugün sahih ehli-sünnet İslam’ını temsil ettiğini idia eden Mustafa İslamoğlu, Türk devletinin “mulhid” ve “kafir” olduğunu söylemezken; aynı şekilde sahih İslam düşüncesini temsil ettiğini söyleyen Hamza Türkmen, hiçbir siyasal Türk İslamcı gruba, münafık ve hiçbir Türk solcu gruba, “kafir” ve “murted” ilanı yapmamıştır. Nurettin Şirin ve benzerleri ise; hiçbir Türk siyasetçisine, yazarına ve fikir adamına kafir ve münafık nitelemesinde bulunmamıştır. Ve belki de en önemlisi şudur: Türk İslamcı şahsiyetlerin ve grupların hiçbirinin kendi aralarında ve Türk devletiyle hiçbir şiddet olayına tevessül etmemiş olmasıdır. Bu gerçek aynı zamanda, Kürt aydınına Türk sömürgecilik teolojisini kavramasını sağlamış oluyor. 

YARIN: Siyasal İslam’ın Kürdistan’daki örgütlenmesi.



KADİR AMAÇ

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.