Türk faşizmini bizzat deneyimledik
Dosya Haberleri —
- Avrupa'dan yola çıkarak Kurdistan ve Türkiye'de gözlemlerde bulunmak isteyen ancak sınır dışı edilen gençlerden Alman Frido Wagner ve İtalyan Lucia Trioni ile yaşadıklarını konuştuk.
- Lucia Trioni: Gerçeği ilk elden deneyimledik. Türk devletinin gerçekliğini olabildiğince İtalyan kamuoyuna göstermek üzere harekete geçeceğiz. Abdullah Öcalan'ın fiziksel özgürlüğü için kampanya yürütmeye ve bu konuda da deneyimlerimizi anlatmaya devam edeceğiz. Ayrıca Rojava'ya karşı yapılan saldırıları, savaş suçlarını anlatmayı da sürdüreceğiz.
- Frido Wagner: Yargısız bir şekilde sınır dışı edildik. Bize ve Urfa'da basın toplantısı düzenleyen insanlara saldıran polisleri filme aldığımız için yasaları çiğnediğimizi söylediler. Oysa basın toplantısı başlamadan sadece birkaç dakika önce vali tarafından yasa dışı ilan edildi. Demokratik idealleri savunanlara nasıl davranıldığını, Türk rejiminin elindeyken gördük.
ERDOĞAN ALAYUMAT/REWŞAN DENİZ
Almanya, İtalya ve Fransa’dan farklı siyasi parti, sivil toplum örgütü temsilcilerinden oluşan enternasyonalist gençler 15 Ekim’de Ankara’da yapılacak Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Kongresi’ne katılmak ve Kürt siyasi hareketinin mücadele deneyimlerini yerinde gözlemlemek için Türkiye’ye gitti. Kongre öncesinde İstanbul’da Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Yeşil Sol Parti, çeşitli gençlik yapıları, Kürt kültür ve basın kurumları ile çeşitli temaslarda bulunan gençler ardından Amed’e sonrasında da Urfa’ya geçti. Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük Türk devletinin saldırılarını protesto için 12 Ekim’de Yeşil Sol Parti’nin düzenlediği basın açıklamasına katılan gençler, polis tarafından feci şekilde darp edilerek gözaltına alındı. Emin Çavuş Polis Merkezi, İl Güvenlik Şubesi ve ardından götürüldükleri Geri Gönderme Merkezi’nde işkenceye maruz kalan 15 enternasyonalist genç, Danıştay tarafından iptal edilen emniyet genelgesi ile 14 Ekim’de deport edildi. Gözaltına yaşadıkları işkenceyi “Dövüldük, boğamız sıkıldı, tekmelendik, erkek arkadaşlarımız çırılçıplak dövüldü” diyerek anlatan gençler hakkında 2 yıl Türkiye’ye giriş yasağı getirildi. Sınır dışı edilen gençlerden Almanya’ya gelenler, burada da sorgulandı. Almanya’da haklarında bir soruşturma açılıp açılmadığını bilmeyen gençler, “Ancak izlendiğimizden eminiz, çünkü Almanya’da Kurdistan'la ilgili her şey kriminalize ediliyor” dedi. Sınır dışı edilen gençlerden Alman Frido Wagner ve İtalyan Lucia Trioni ile hem gözaltında yaşadıklarını hem de Türkiye ve Kurdistan’daki temaslarını konuştuk.
Öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Kürt sorununa ilginiz nasıl gelişti? Bu geziye nasıl dahil oldunuz ve hedefiniz neydi?
Frido Wagner: Almanya'nın Berlin şehrinde yaşıyorum. Berlin'de Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi’yle dayanışma içinde olan enternasyonalist bir gençlik grubu olan Jugend Kommune Berlin (Gençlik Komünü) aktivistiyim. Grubumuz Fransa, Almanya ve İtalya'da Kürt sorunuyla ilgilenen, üniversite okuyan, aktivist olan gençlerden oluşuyor. Kürt kimliğini ortadan kaldırmaya çalışan rejime karşı direniş kültürünü daha iyi anlamak ve daha demokratik bir ulus umudunu oluşturan kurumlardan bir şeyler öğrenmek için Kurdistan'a gitmeye karar verdik. Almanya’da karşı karşıya kaldığımız sorunların çözümü için Kürtlerin mücadelesi yol gösterici olabilir. Böylece belki biz de Almanya'da topluma doğrudan hizmet eden kurumlar inşa edebiliriz.
Lucia Trioni: 26 yaşındayım, Torinolu bir öğrenci ve işçiyim. Politik olarak aktif olmaya pandemi sırasında başladım. Altı ay önce Kürt Özgürlük Hareketi hakkında bilgi sahibi olmaya başladım ve toplumda, İtalya'daki politik gruplarda gördüğüm birçok soruna cevap olabileceğini anladım. Heyete katılma fırsatı ortaya çıktığında da çok mutlu oldum. Bu, paradigmanın somut gelişimini görmek, Kürt dostlarımıza dayanışma mesajlarımızı iletmek, İtalya'da Türk faşizmini anlatmak ve Torino'daki çalışmalarımızı nasıl geliştireceğimizi daha iyi anlamak için gezinin büyük bir fırsat olacağını düşündüm.
Yeşil Sol kongresine katılmak istiyordunuz ama Urfa’da gözaltına alınarak deport edildiniz. Yaptığınız açıklamada, fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kaldığınızı anlattınız. Gözaltına alındığınız andan itibaren siz ve diğer arkadaşlarınız neler yaşadınız?
Frido Wagner: Rojava'daki savaşa karşı YSP'nin Urfa'daki basın toplantısına giderken polis tarafından durdurulduk ve hemen ardından acımasızca saldırıya uğradık. Bazılarımız yüzünden darbe aldı, bazılarımız yere itildi ve tekmelendi. Çok şaşırmıştık, çünkü dili anlamıyorduk ve bu tür bir saldırıyı beklemiyorduk. Hepimiz kelepçelendik ve polis karakoluna götürüldük. Oraya giderken otobüste polis, kadın arkadaşlarımıza hakaret etmeye ve darp etmeye devam etti. Daha sonra, hastanede gerçek bir muayeneden ziyade rutin gibi görünen zorunlu bir kontrol ardından karakola götürüldük ve burada saatlerce otobüste bekletildik. Muayene ardından telefonlarımız alındı ve bir daha geri verilmedi. Ayrıca pasaportlarımızı da aldılar. İlk sorgu ardından gece geç saatlerde bir sorgu tesisine götürüldük. Hakkımızda deport kararı verilmiş olmasına rağmen serbest bırakılmayacağımız açıktı. Burada fotoğraflarımızı, bilgilerimizi ve parmak izlerimizi aldılar. Sonra ikinci kez sorguya alındık. Bütün gece otobüste kaldık ve hava gerçekten çok soğuktu.
Sabahın erken saatlerinde başka bir yere götürüldük. Nereye götürüldüğümüzü bilmiyorduk. Vardığımız yerde kendimizi bir hapishanede bulduk. Büyük demir kapıların önünde Türk askerleri duruyordu. Üç arkadaşım tuvalete gittiğinde askerlerden biri tarafından dövüldüler. Teker teker bir kulübeye girmek zorunda kaldık ve burada iki ya da üç asker üzerimize tükürmeye ve bize bağırmaya başladı. Sonra da arkadaşlarımızdan birinin sırtına çok sert bir yumruk attılar. Kulübede tüm kıyafetlerimizi çıkarmak zorunda kaldık. Beş erkekten üçümüz kabinde dövüldük, en son giren arkadaşımızın kafasına vurdular.
Bir avukat ya da tercümanla konuşmamıza izin vermediler. Sonra bizi otobüsle 15 saat uzaklıktaki başka bir yere götüreceklerini ve sonra da uçakla ülkelerimize gönderileceğimizi söylediler. Jandarmalar eşliğinde otobüse bindik ve ikinci geceyi de sadece izin alarak tuvalete gidebildiğimiz otobüste geçirmek zorunda kaldık. Her şey sadece izinle yapılıyordu; su içmek, ayağa kalkmak, birbirimizle konuşmak. Bize her şeyi yasakladılar ve insan değilmişiz gibi davrandılar. Sonra ikinci sürgün hapishanesine vardık. Burada da bizi daha fazla aşağılamak için aynı derecede saldırgan yeni askerler bekliyordu. Aynı prosedür tekrarlandı, arandık, bağırıldık, çok beklemek zorunda kaldık. Jandarmanın keyfine göre bazen ayağa kalkmamız, bazen oturmamız emredildi.
Bir sınır dışı hapishanesinin nasıl göründüğünü gördük. Yüzlerce ya da binlerce genç insan itilip kakılıyor, bağırılıyor ve aşağılanıyordu. Tesisler kirli ve soğuktu. Ve bizi en çok şok eden şey; tüm saatlerde ve duvarlarda "Bu proje, Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir" yazıyordu.
Biz kurtulduk, Avrupa pasaportumuz olduğu için şanslıydık. Çünkü ailemiz büyükelçiliği bilgilendirdi ve insanlık dışı hapishaneyi yöneten takım elbiseli üç adam birdenbire bize çok iyi davrandı ve sadece belgeyi imzalarsak aynı gün kendi ülkelerimize uçacağımızı garanti etti. Bütün bu süre içinde yüreğim, umut aradıkları için cezalandırılan ve hapsedilen ve dünyadaki hiçbir elçiliğin ya da hükümetin umursamadığı bu genç insanlar için attı. Alman, Fransız, Avrupa ve Türk hükümetleri onları hapsetmek için birlikte çalışıyorlar. Bu adaletsizlikten iğreniyorum.