Türk özel savaş makinası, yalanlar ve gerçekler
Forum Haberleri —

.
- Türk özel savaş makinası, devletler içerisinde özel bir yeri olan, eşi benzeri görülmemiş bir başarıyı simgeler, çünkü kendi yalanlarına hem kendini hem de binlerce sürüleşmiş toplumunu inandırma noktasında mahirdir.
HARUN ŞIKAKİ
Bana öyle bir yalan söyle ki herkes inanmış gibi yapsın. Bu söz Türk özel savaş devletini özetler gibidir. Türk özel savaş makinası, devletler içerisinde özel bir yeri olan, eşi benzeri görülmemiş bir başarıyı simgeler, çünkü kendi yalanlarına hem kendini hem de binlerce sürüleşmiş toplumunu inandırma noktasında mahirdir. Gerçekten de, birtakım lafları küstahça yan yana dizerek uydurduğu yalanlarla kendini inandıran içi boş bir makinadır. Sanal bir başarı hikâyesini oyun masası ile televizyon ekranı arasında alelacele yaratıp sürünün hoşuna gidebilecek süslü püslü laflarla bir kahramanlık hikâyesini yaratmakta maharetli bir şarlatana benzer. Bu sanal film canavarının, senaryosunu sonuna kadar okuyabilmek için, eşek postuna bürünmüş bir kuzu kadar sabırlı olmak gerekir. Şu safdil film seyircileri senaristin gerçeğini anlamaya kalktıkları zaman da esnememek için, insanın çenesini sıkıca kapamasından başka yapabileceği bir şey yoktur. Evet, bu yalan makinası, gerçeği söyleme soyluluğundan o kadar uzaktır ki, hakikat arenasında bir asalaktan başka bir şeye benzememektedir. Herhangi bir kahramanlığı ve asaleti olmamasına rağmen muzaffer komutan edasına bürünmüş biridir, o kadar.
Ankara merkezinde yediği darbeyi manipüle etmek için, Rojava halkına saldırıyor ve bu yalanını meşrulaştırmak için Ankara saldırısının “Rojava’da planlandığı” yalanını uydurarak gerekçe üretiyor. Bununla yetinse amenna; tüm dünyanın gözünün önünde sivil, savunmasız insanları ve sivil halkın yerlerini uçaklarla vuruyor ve utanmadan bunu askeri ve savaş başarı olarak anlatıyor. Amerika tarafından uçağı düşürülüyor, bizim mahallenin biçkin kabadayısının façası fena halde bozulmasına rağmen o, dereden atlarken suratıma çalı takıldı hikâyesini uydurarak bozulmuş façasındaki yarayı gizlemeye çalışıyor. Gariban sivil Kürt’ün evine uçaktan bomba atarken caka satmak kolay, ama büyük kabadayı ABD’den yenen dayakla bozulan façayı gizlemek için yalan uydurmak sanıldığı gibi kılıfa sığmıyor ve iyot gibi dışarı fırlayıveriyor. Hakikatli bir kişi de çıkıp sormuyor; bre pehlivan sivil savunmasız Kürt’e dayılanıyorsun da ABD façanı bozarken niye tırsıp ölü numarasını yapıyorsun demiyor-diyemiyor.
Ama hayatı boyunca göstermiş olduğu cüret sayesinde, sefil bir komedyen, sabık bir softa, bir savaş kaçkını, kâğıt oyununda hile yapan bir kumarbazı andıran Türk devlet yönetimi, imparatorlar ve krallar sofrasında soylu rollerini oynamaktan da vazgeçmiyor. Yine büyük bir cüretle kendini abartırken, dıştan bakıldığı zaman küçük boş bir ruhtan, sıradan bir insan siluetinden, serseri hayalli bir yeniyetmeden ve zamanın kasırgası içerisinde dağılıp gidecek bir parça külden başka bir şey olmadığı halde, ölümsüz kahramanların arasına girmeyi becermeye çalışıyor.
Bu madrabaz oyuncu, cüretli şarlatan, İskender ve Napolyon'dan bu yana, bütün savaşların tek ve son “muzaffer komutanı” olarak film sahnesine taş çıkarırcasına kendisini sunuyor. Daha da tuhaf olanı, böylesine büyük bir zafer için hiçbir şeyini tehlikeye atmamış olmasıdır. Büyük kahramanlardan ölümsüzlüğün bedelini düpedüz aşırmaktadır bu madrabaz. Bu kumarbaz adamlar, gerçek bir savaşçının sözle anlatılması mümkün olmayan hikâyelerini, karanlıklar içinde, toplumdan uzak, bütün gün asi avare gezerken; sanki kendisi yaşamış gibi anlatmaktan hiç utanmadan anlatan utanmaz yalancı gibidirler. Bu yeni yetme madrabaz, bir eser yaratmanın verdiği endişeli zevki tanımadığı gibi, onun acı bir parçası olan ve hiç dinmeyen bir susuzluğa benzeyen gerçekleştirme arzusunu da bilmemektedir. Emekten yoksun mirasyedi evlat gibidir.
Bunun içindir ki, bu tipin hikâyeleri birbirini tamamlayacağı yerde, birbirinden uzaklaşmaktadır ve yalanın soğuk yüzü sıcak TV stüdyolarında buz kesmektedir. Çözülemeyen bir çelişkidir bu: Savaş ve mücadele insanlarının bütün şairlerden, bütün hikâyecilerden çok daha fazla anlatacak şeyleri, yaşanmış tecrübeleri vardır, ama anlatmayı beceremezler. Buna karşılık, ödleklerin, yaratıcı yalancıların da uydurmak, icat etmek gibi bir zorunlulukları vardır; çünkü gerçek bir hayat hikâyeleri hiçbir zaman olmamıştır. İşte yaratıcı yalancıların eşine hemen hiç rastlanmayan, olağanüstü başarısı buradan ileri gelir. Türk özel savaş makinası ve yöneticileri da tıpkı bir meyhanede, ağzında rakısı, bir masa başında oturmuş kendisini dinleyenlere tuzlu, hatta biberli bir macera ziyafeti çeken eski ve yaşlı bir savaş kaçkını gibi yapmadığı-yapamadığı kahramanlıklarını anlatıyor. İşte bunun için, inanılması mümkün olmayanı inanılır hale getirmek yalan sanatının bir başarısıdır.







