Türkiye'den Mektup: Antakya Bitti

Toplum/Yaşam Haberleri —

6 Şubat 2023 Depremi / Antakya

6 Şubat 2023 Depremi / Antakya

  • Tüm ölüler sayıldıktan sonra - ki bu uzun haftalar alacak - 10 milyondan fazla insanı etkileyen, çağımızın en büyük evsizlik krizlerinden biriyle karşı karşıya kalacağız.

ARİE AMAYA-AKKERMANS - Çeviri: Serap GÜNEŞ

"Antakya bitti, Antakya bitti…" sözleri, 6 Şubat günü saat 04:17'de yıkıcı depremin ardından televizyonlarda en sık duyulan ağıtlardan biri haline geldi. Enkaz yığını üzerinde ağlayan bir kadının Antakya'nın artık olmadığına dair yaktığı ağıtla ilk haberlerde duyulan bu çaresiz çığlık, o zamandan beri tekrar tekrar duyuldu. Ve bu bir metafor değil; Antakya gerçekten de artık yok. Kilometrelerce uzunluktaki apartman blokları dümdüz oldu ve bu binaların çoğunda yaşayanlar öldü.

Farklılıklarla iç içe yaşamakta her zaman zorlanmış bir ülkede bu bölge, genellikle başka yerlerdeki dini zulümden kaçan farklı toplulukların bir arada yaşadığı son alandı.

Antakya'da camilerin yanı sıra, Ortodoks kilisesi, Protestan kilisesi ve sinagog da yıkıldı ve 2500 yıl sonra buradaki yerel Yahudi yaşamı muhtemelen son buldu.

Antakya'nın güneyinde, şehir ile çevresindeki yayla arasında liste sonsuza kadar uzayıp gidiyor: Arsuz'da Mar Yuhanna, Altınözü ve Samandağ'da Meryem Ana, İskenderun'da Aziz Nikola, Latin Katolik ve Süryani kiliseleri. Bu alanlar terk edilmiş miras alanları değil, aslında toplulukların yaşayan kalbiydi; öyle ki, hasar görmeyen kiliseler Samandağ'daki Aziz İlyas veya İskenderun'daki Mar Circos gibi yardım merkezleri, mutfaklar ve sığınaklar haline getirildi.

Kaybolan cesetler

Yaşanan dehşet tarif edilemez. Barış Yapar ve ailesi Samandağ'daki evlerinden kaçtıktan sonra dedelerinin ve ninelerinin yaşadığı binaya vardıklarında binayı bir enkaz yığınına dönüşmüş halde buldular. Sevdiklerinin isimlerini avazları çıktığı kadar bağırdılar ve bir yanıt duydular. Ancak iki günden fazla bir süre geçtikten sonra, gerekli kurtarma makinelerinin parasını ödeyerek ve kurtarma görevlilerinin yardımıyla, o zamana kadar artık can vermiş olan bedenlerini alabildiler. Cesetleri bir arabanın bagajına koyarak morga götürdüler, ancak ertesi gün cesetleri bulamadılar. Yapar, etraftaki ceset torbalarını açmak zorunda kaldı ve bu arada ölen komşularını ve arkadaşlarını buldu. Tüm bunlar olurken, tüm ilde elektrikler kesikti.

Çağımızın en büyük evsizlik krizi

Tüm ölüler sayıldıktan sonra - ki bu uzun haftalar alacaktır - 10 milyondan fazla insanın etkilendiği, çağımızın en büyük evsizlik krizlerinden biriyle yüzleşmek zorunda kalacağız.

Ancak bu sadece doğal bir felaket değil. İnşaat sektöründe uzun yıllar süren sistematik yolsuzluk ve 2018'de yönetmeliklere uygun olmayan yapılar için çıkarılan tartışmalı af, bir ölüm fabrikası yarattı. Örneğin Antakya'da bir binanın sahipleri 2016 yılında anaokuluna yer açmak için bodrum katındaki kolonları kesti. Savcılar kolonların kaldırılmasıyla ilgili suç duyurusunu reddetti; geçen hafta bina çöktüğünde 104 kişi hayatını kaybetti. Bu münferit bir vaka değil. Depremin ardından yetkililer çok sayıda müteahhit ve inşaatçı hakkında tutuklama emri çıkardı, ancak şaşırtıcı olmayan bir şekilde izinleri veren devlet görevlilerine dokunulmadı.

Azınlıkları cezalandırma

Samandağ'a vardığımda arkadaşlarımı ve ailelerini ilçenin ana meydanında çadırlarda yaşarken ya da arabalarında uyurken buldum. Hatta bir grup orta yaşlı kadın sandalyelerin üzerinde, battaniyelerle örtülü ama yine de açıkta uyuyordu. Bu insanlardan bazıları eninde sonunda beklemekten yorulacak, kimileri ise muhtemelen yıllarca açıkta kalacak.

Peki neden kalmayı tercih ediyorlar? Bunun nedeni sadece bölgeyi terk etmeleri halinde hasarlı evlerinin yağmalanacağından korkmaları değil, aynı zamanda yetkilileri çok iyi tanımaları. Yardımların yetersizliği pek çok kişi tarafından yerel azınlıklara yönelik kasıtlı bir cezalandırma, onları sığınma ve sürgüne itmenin bir yolu olarak görülüyor, böylece bölge tamamen yeniden tasarlanabilir ve daha homojen, daha az değişken bir demografik grupla yeniden doldurulabilir. Ve bu bir komplo değil, modern Türkiye'nin gerçek deneyimi.

Yıkım kararları

Hatay'da Antakya ile Samandağ arasında bir köy olan Batıayaz'daki Ermeni kilisesi bunu kanıtlıyor. Yapımına 1910'larda başlanan kilise, soykırımdan kaçarak buraya yerleşen bölge Ermenilerinin, Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlanmasıyla bir kez daha Lübnan'a kaçmaları nedeniyle hiçbir zaman bitirilemedi. Görünüşte yapısal olarak sağlam olmadıkları gerekçesiyle evlere gönderilen yıkım kararları, hâlâ çadırlarda bekleyen insanlara giden yardımdan çok daha fazla sayıda ve çok daha hızlı.

Başka bir Antakya olacak mı?

Yine de Antakya'nın bitmiş olduğunu düşündükçe, hiçbir zaman bitmiş ya da bitmemiş olmadığını, her zaman ortada bir yerde olduğunu daha iyi anlıyorum. M.Ö. 300 yıllarında kurulan en büyük Helenistik şehirlerden biri olan Antakya, daha önce iki yıkıcı depremle sarsılmış, Müslümanlar ve Hıristiyanlar, Avrupalılar ve Türkler, Moğollar ve Haçlılar arasında birkaç kez el değiştirmiş ve her seferinde kendini tamamen yeniden keşfetmiştir. Antakya'nın en ilginç yanı, büyük ününün arkeolojik keşiflerle eşleşmemesi, yani kimliğinin kendi içinde derinlere gömülü olması. Antakya'yı antik geçmişi hakkında bilgi sahibi olmadan ziyaret etseydiniz, görkemli bir tarihe sahip olduğunu söyleyemezdiniz. Eski Antakya şehri depremden önce her ne idiyse, fatihlerin istimlak ettikleri evleri eğlence mekânı olarak kullandıkları, kasvetli bir beton okyanusuna biraz renk katan bir lunaparkın perişan bir versiyonundan başka bir şey değildi. Bu yıkım karşısında başka bir Antakya'nın hala yükselip yükselemeyeceğini merak ediyorum.

Antakya bitmedi, durakladı

Geleceği konusunda iyimser değilim çünkü mevcut ülkenin başındaki şahıs, şehrin uzun tarihi boyunca tanıdığı en zalim yöneticilerden biri. Ama aynı zamanda birçok yaşamı ya da en ünlü antik anıtlarından biri olan Charonion'un tam olarak nasıl tarihlendirilemediğini de düşünüyorum. Neolitik mi, neo-Hitit mi yoksa Roma pagan yapısı mı olduğunu kimse söyleyemiyor. Belki de bir Kibele tapınağıdır, belki de bir kültür tarafından inşa edilmiş ve başka bir kültür tarafından yeniden kullanılmıştır. Harbiye şelalelerini de düşünüyorum; burada Yunanlılar Apollo ya da Zeus için bir tapınak inşa etmişler, daha sonra bunun yerine bir kilise inşa edilmiş ve Julius Caesar tarafından yıkılmış. Tapınağın tam yeri bilinmese de, çevredeki alan bugün hala Arap Aleviler tarafından dini ritüeller için kullanılmakta. Belki de Antakya bir yerden daha fazlasıdır, belki de bir kimlik olasılığıdır, sadece zaman içinde birçok hayat yaşamış olanlara gelen bir tür sofistike haldir. Tek umudum Antakya'nın, çoğu zaman mirasa yıkımdan daha fazla zarar veren yeniden inşa sürecinden sağ çıkabilmesi. Antakya kesinlikle bitmedi; sadece durakladı diyelim.

Mersin ve Adana’ya akın

Samandağ'a sahil yolu üzerinden uzun yolculuğuma başladığım Mersin'den - Antakya karayolunda yağmacılar tarafından oluşturulan barikatlardan kaçınarak - İncil döneminin bir başka tarihi şehri olan Tarsus'a, etkilenen şehirlerin çoğunda mutfaklar kuran bireyler ve bağışçılardan oluşan gayri resmi bir topluluk olan Acil Gıda Kolektifi'nin yöneticisi aktivist Yasmina Lokmanoğlu ile birlikte gittim ve büyük lojistik zorlukların arasında yiyeceklerin gönderildiği depoları ziyaret ettik. Sohbetimiz Tarsus'a, şehirdeki son Ermeni zanaatkâra, eski bir Amerikan misyoner okuluna, bir Alevi mahallesinin bölünmüşlüğüne ve apokripal Aziz Paul kilisesine döndü. İktidar yapılarının neden tüm bunların yok edilmesini ya da en azından sonsuza kadar azaltılmasını istediğini anlamak zor değil; bu karmaşıklık, bir diktatörlük için gerekli olan gerçekleri eğip bükme zorunluğunun önüne geçiyor. Ben şehirden ayrılırken bölgenin dört bir yanından mülteciler Mersin ve Adana'ya gelmeye başlıyor, ev sahipleri de en az kendileri kadar şaşkın. Korkarım ki bu sadece bir başlangıç.

Kaynak: themarkaz.org

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.