Ukalalığın tarihçesi: Akademik ünvan

Forum Haberleri —

İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

  • Tarihçilik, bir entelektüel uğraştır. Ancak bu uğraş, hiçbir akademisyene bir halkın tarihine ve kimliğine yukarıdan bakma ya da onu küçümseme hakkı tanımaz. Aynı şekilde, bir halkın varlığını, kimliğini veya haklarını inkâr etme ayrıcalığı da vermez.
  • Toplumsal vicdanın ve akademik çevrelerin, halklara yönelik her tür ayrımcı ve aşağılayıcı tutumları açıkça reddetmesi, barışçıl ve çoğulcu bir toplumun inşası için elzemdir. Gerçek akademik yetkinlik, ancak ahlaki sorumlulukla birleştiğinde anlamlıdır.

HACI ERDOĞAN

Türkiye’de akademik kimlik, zaman zaman kişilere sorgulanamazlık, hatta hakaret hakkı gibi bir konum sağlıyor. Ne yazık ki bu konumdan faydalanan bazı figürler, halkların kimliklerine, aidiyetlerine ve tarihsel gerçekliklerine yukarıdan bakan, buyurgan ve dışlayıcı bir dille yaklaşmayı kendilerinde hak görüyorlar. Bu bağlamda son günlerde Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın kamuoyuna yansıyan bazı açıklamaları, özellikle Kürt kimliğine yönelik sözleri büyük bir tepki topladı. Bu yazı, ne şahsi bir karalama girişimi ne de bir tarihçinin geçmişine dair dedikodu temelli bir karanlık okuma çabasıdır. Ancak bir "entelektüel"in, özellikle kamuya mal olmuş bir "akademisyen"in söz ve tavırlarının sorumluluğunu taşıması gerektiğini de hatırlatmak istiyoruz.

Kimlik üzerine konuşmak: Kimin hakkı?

Son dönemde Türkiye kökenli bir Kürt iş insanının Fenerbahçe’ye sponsor olmasının ardından İlber Ortaylı’nın “Türk olduğunu unutma, burası Türk devletidir” minvalindeki ifadeleri, sadece bireysel bir ukalalık örneği değil, aynı zamanda Türkiye’de Kürt kimliğine yönelik geleneksel inkâr siyasetinin yeniden üretildiği bir bağlamı gözler önüne seriyor. Bu tavır, akademik birikimle desteklenen bir tarihsel analiz değil; aksine, devletin resmi ideolojisini tekrar eden otoriter bir söylemdir.

Oysa modern sosyal bilimler, kimliği sabit, tekil ve homojen bir kategori olarak değil; tarihsel, toplumsal ve bireysel süreçlerle şekillenen bir olgu olarak değerlendirir. Stuart Hall’a göre kimlik, “özgün ve sabit bir benlikten ziyade, sürekli olarak inşa edilen bir süreçtir.” [(Hall, 1996)].

Bu açıdan bakıldığında, bir bireyin kendini “Türkiyeli” olarak tanımlaması bir aidiyet biçimidir ve bunu “Türk değilsin, öyleyse bu devlete ait değilsin” diyerek dışlamak, en hafif tabiriyle ayrımcılıktır.

Akademik ünvanlar eleştiriden muaf mı?

İlber Ortaylı, şüphesiz ki Türkiye’de tarihçiliğin (resmi tarihçiliğin) popülerleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak popülerlik, eleştirilmezlik anlamına gelmez. Tam tersine, kamuya açık konuşan bir akademisyen, her sözünün bilimsel sorumluluğunu taşımalı, toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durmalı ve halklara akıl vermek yerine onları anlamaya çalışmalıdır.

Sosyal psikolojide bu tür tavırlar genellikle “bilişsel üstünlük yanılsaması” ile açıklanır. Yani birey, kendi bilgi düzeyini abartırken başkalarının bilgi ve deneyimlerini küçümseme eğilimindedir [(Kruger & Dunning, 1999)]. Narsisistik kişilik yapılarında da bu tür örüntüler yaygındır: Eleştiriye kapalılık, otoriterlik ve başkalarının düşünsel kapasitelerini küçümseme gibi. Burada sorun, bireysel psikolojik bir mesele olmaktan çıkıp toplumsal etki alanına taşınmaktadır. Çünkü Ortaylı gibi figürler, sadece birey değil, aynı zamanda bir ideolojinin taşıyıcısı ve yeniden üreticisidir.

Akademisyenin geçmişi, halkların geleceğine karar veremez

İlber Ortaylı, Avusturya’nın Bregenz kentinde doğmuş bir Kırım Tatarı ailenin çocuğudur. Ailesinin geçmişine dair çeşitli iddialar kamuoyunda yıllardır konuşulmaktadır. İddialara göre, İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetlere saldıran faşist Nazi rejimiyle, yani Hitler iktidarıyla ilişkide oldukları, onlara kolaboratör olarak çalıştıkları öne sürülmektedir. İlber Ortaylı’nın Avusturya’nın Bregenz kentinde 1947 yılında, savaşın hemen ardından doğmuş olması da bu iddiaların temelini açıklamaktadır. Kendisi Türk değil, bir Tatar ailenin çocuğudur.

Ancak bizler için mesele Ortaylı’nın kökeni değil; gerçek kimliğini inkâr edip hegemon bir kimlik (Türklük) adına bu kökeni bir zırh gibi kullanarak halkların varlığını sorgulama ve onlara nasıl konuşmaları gerektiğini dikte etme hakkını kendisinde görmesidir. Bu, kimliksel çoğulculuğu hiçe sayan bir tavırdır.

Türkiye’deki tüm halklar gibi Kürt halkı da tarihsel, kültürel ve siyasal olarak bu coğrafyanın asli bileşenidir. Onlara “kimlik dersi” vermek, akademik bir analiz değil, ideolojik bir buyurganlıktır. Üstelik bunu yaparken kişinin kendi geçmişini, konumunu ve tarihsel sorumluluklarını göz ardı etmesi ise etik açıdan son derece sorunludur.

Ne yazık ki, bu tür sözde bilim insanları Türkiye’de oldukça yoğundur. Bunların birçoğunun bilimsel yetenek ve bilgileri de şüphelidir. Birçoğunun bilimsel adı altında yayınladıkları makale ve yazdıkları “kitaplar” araştırıldığında, “palygonom” (taklitçi, yüzeysel) oldukları ortaya çıkacaktır. Yani, akademisyen oldukları da şüphelidir.

Akademik yetkinlik, ahlaki sorumluluğu dışlamaz

Tarihçilik, bir entelektüel uğraştır. Ancak bu uğraş, hiçbir akademisyene bir halkın tarihine ve kimliğine yukarıdan bakma ya da onu küçümseme hakkı tanımaz. Aynı şekilde, bir halkın varlığını, kimliğini veya haklarını inkâr etme ayrıcalığı da vermez. Elbette çok dilli olmak, geniş bir arşiv bilgisine sahip olmak ve akademik çevrelerde popülerlik kazanmak önemli niteliklerdir. Ancak bilimsel etik, toplumsal sorumluluk ve ahlaki duyarlılık bu niteliklerin ön koşuludur. Bu değerler olmadan bilimsel faaliyet, kolaylıkla ideolojik tahakküm aracına dönüşebilir.

Bir halkın nasıl konuşacağına, kendisini nasıl tanımlayacağına ya da hangi siyasi ve kültürel taleplerde bulunacağına akademik bir kimlik üzerinden müdahale etmek; bilimsel bilgi üretiminin değil, tahakkümcü bir ideolojik pozisyonun tezahürüdür. Akademik eleştiri ile siyasal dışlama arasındaki sınırı gözetemeyen bir yaklaşım, yalnızca bilimsellikten değil, vicdani meşruiyetten de uzaklaşır.

Bu ülkenin halkları -başta Kürt halkı olmak üzere- hakareti değil; eşitliği, diyaloğu ve karşılıklı saygıyı hak etmektedir. Hele ki Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Sayın Abdullah Öcalan’ın barış perspektifi ve çözüm önerileri doğrultusunda, devletle birlikte Kürt kimliği ile siyasal, kültürel ve toplumsal haklar üzerinde çalıştığı bir dönemde bazı akademisyenlerin üsttenci, dışlayıcı ve hakaretamiz söylemler geliştirmesi son derece düşündürücüdür. Bu tür yaklaşımlar yalnızca Kürtlere değil, ortak geleceğe dair umutlara da zarar vermektedir.

Bu nedenle, toplumsal vicdanın ve akademik çevrelerin, halklara yönelik her tür ayrımcı ve aşağılayıcı tutumları açıkça reddetmesi, barışçıl ve çoğulcu bir toplumun inşası için elzemdir. Gerçek akademik yetkinlik, ancak ahlaki sorumlulukla birleştiğinde anlamlıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.