Yanılsamalar

Arif ALTAN yazdı —

  • Cesaretimize gelince, Gılgamêş gibi ölüm korkusuyla topraklarını bırakıp ölümsüzlük peşinde diyar diyar dolaşmayız. Çünkü biz, olduğumuz yerde zaten ölümsüzce yaşarız.

Bildiğimiz gibi değil, hele anladığımız gibi hiç değilmiş. Her şeyi yanlış okuduk, bir hayaldi yanlış yaşadık. Kusur, bugünü dünle bağdaştıramayan yeti bozukluğumuz. Onun da üstesinden gelivermişiz. Kişiliklerimiz tutkulu hikayelerin, serüvenlerimiz artık destanların konusuymuş. Dünümüzü Homeros, bugünümüzü Vergillius tasvir edebilirmiş. Homeros karakterimize ve kahramanlığımıza yaraşır bir irade ve eylem verir, Vergillius tarihimize ve serüvenimize tanrılara yaraşır bir yazgı çiziktiriverirmiş.

Büyülü çağların sanatkârları, görkemli zamanların şairleri, doruk devirlerinin soylu düşünürleriyiz. Onlardan da üstün olduğumuz sır değil. Onlar, ancak yaşadıkları çağın ve toplum koşullarının bağışladığı olanakları yaşamlarına katabilirlerdi, biz olmayanı da. Öznelliğimiz apayrı, aynı zaman ve koşulları paylaştığımız diğer insanların yaşamından sadece tümden farklı olması değil, bizimkinin hepsinden daha güçlü, daha bilinçli, çok daha yoğun olması. Kısır ve verimsiz eski yıkık dünyamızı, her an ışıltılı ve üretken yeni bir dünya ile değiştirebilme kudretimiz. Parçalanmış insan çağının sonunda bir araya gelmiş yıkıcı güçlere karşı kendi zamanlarında Tacitus, Horatius, Vergillius, Ovidius’u ayrıcalıklı kılan söylem güzelliğine, eylemcinin istem gücünü, düşünürün incelmiş düşüncelerini, dehanın tutuşturan alevlerini bizden başka kim verebilirdi?

Özcesi, antik dünyanın kahramanlarıyla mukayese edilmez muhteşem bir kalbimiz var. Ruhumuz alevlerle yıkanmış, kanımız ışıkla arınmış, içimiz göksel duyarlıklarla kaplanmış. Orada iyilik doğru olandır, doğruluk iyinin tezahürü, erdem zamana değişmeyendir. Cömertlik zarafetimiz, dürüstlük ilkemiz, özgürlük tutkumuz, sadakat ilk insani deneyimimiz, aşk bizi biz yapan değerimiz, dayanışma mayamız, vicdan kimliğimiz, öz saygı gözetmenimiz, güven tartımız, içtenlik ısrarımız, güzellik düşümüz, yaratıcılık meziyetimiz, şefkat doğamız, merhamet benliğimiz, inanç çehremiz. Biz ki beynimizle duygulanır, kalbimizle düşünürüz. İçimiz dışımız, özümüz sözümüz bir.

Cesaretimize gelince Gılgamêş gibi ölüm korkusuyla topraklarını bırakıp ölümsüzlük peşinde diyar diyar dolaşmayız. Çünkü biz, olduğumuz yerde zaten ölümsüzce yaşarız. Troya’yı Greklerin insafına bırakıp İtalya kıyılarında adını yüceltecek yeni ülkeler arayan, uğruna Dido’nun kendisini diri diri tutuşturduğu Aeneas; Styx’in yenilmez sularını delinmez zırhlar olarak kuşanmış, yaşlı Priamos’un görkemli krallığını yakıp yıkmış tanrıçalar oğlu Akhilleus; Yunan zekâ ve kurnazlığının uğursuz derin yüzü, sınandığı belalarla anayurdu İthaka'ya dönüş serüvenini tüm insanlığın öyküsüne dönüştüren Odisseus bize ne anlatabilir ki! Bir kayalığa, bir kara parçasına, bir malikaneye gevşekçe kurulduğunda en fazla soylu ailelerin sivrilmiş temsilcisi, kölelerine buyruklar yağdıran toprak ağası, şeceresiyle övünüp duran uzun bir atalar ve oğullar zincirinin birer kişiliksiz örneği olan bu antik zaman kahramanlarının tüm olağanüstü maceraları, bizim sadece bir güne sığdırdıklarımız. Biz olduğumuz her yerde her zaman akıl almaz işlerimizle hayal edilebiliriz, onlar ise çağlar boyunca ancak anayurtlarından uzakta bulundukları sürece.

Anlık tutkuyu kavimler tarihinin, uçucu hevesi yücelikler çağının, kişisel yaşantıyı semavi buyruğun, üstüne çıkaran Hz. Süleyman’ın Neşideler Neşidesi, Aiskhylos ve Sophokles'in tragedyaları, maskeleri parçalayarak toplumsal dramın içinden düşünebilen bireyi alın yazısıyla çıkaran Euripides’in devrimi, bizim ezgimizde kırık bir yankıydı da dinletemedik. Geçmiş, gerçek dışı olanın kuruntuları, zamana ayak uyduramayanın avuntuları. Çağ değişirmiş, değerler dönüşürmüş, iyi kötünün çehresini giyindiğinde de iyiymiş. Her şey göreceliymiş, belli bir zaman ve mekân da baskın olan doğruymuş, doğru olan güzelmiş. Her şey tam bir saçmalık halini aldığında bile akılcıymış, tutarlılık zamana ve beceriksizliğine tökezleyen aptalın söylemiymiş. Küçük yalanlar büyük zekaların esnekliğiymiş. İnat ruhun bozulması, ısrar karakterin yamulmasıymış.

Gereğince övelim ki günün yalanı dünün doğrusuna yükselsin. Aralıksız yüceltelim ki dün iğrendiğimizi bugün gururla kuşanalım. Öyle sıkı kuşanalım ki, Grek dünyasında kendi acı dolu alın yazısını çığıran Sappho gibi, “Geleceğin varsa, şimdi gel/ kurtar beni/ kuşkudan…” diye elem içinde yakarmayalım.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.