Yargılanmayla geçen yazarlık serüvenim

Kültür/Sanat Haberleri —

Mehmet Bayrak

Mehmet Bayrak

  • Kendisini çağından ve toplumundan sorumlu bilen bir aydının, doğru bildiklerini yapmak ve günışığına çıkarmak gibi bir görevi vardır. Kendi payıma ben, bugüne kadar yayımladığım tüm çalışmalarımla Kürt ve Alevi sorununa olduğu kadar, Türkiye’nin demokratikleşmesine de katkı sunmaya ve insanlık kültürüne hizmet etmeye çalışıyorum.
  • Türkiye’de hâlâ tabu olan konularda sürekli yazan ve üreten bir araştırmacı-yazar olarak, üzerimdeki baskılar hiç bir zaman bütünüyle sona ermedi. Kürdoloji alanındaki çalışmalarımdan dolayı, 1980 Cuntası’yla başlayarak 2005 yılına kadar tam 25 yıl boyunca bu yargılama sürecinin devam ettiğini söylersem herhalde bir fikir vermiş olurum...

MEHMET BAYRAK

Türkiye’de, memuriyet dolayısıyla karşılaştığım idari davalar bir yana, yazı çalışmalarımdan ötürü karşılaştığım ilk kovuşturma 1979 yılına dayanıyor. Bu yıl içinde, muhabirlik görevime ek olarak TRT Ankara Televizyonu’nda sunuculuğunu yaptığım bir Çocuk Proğramı, dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nın engeline takılmış ve Sıkıyönetim Başsavcılığı’nca ifademiz alındıktan sonra proğram sonlandırılmıştı.

Aralık/1979- Ocak- 1980 aylarında Demokrat gazetesinde yayımlanan bir yazı dizisi dolayısıyla gazetenin yönetim yeri İstanbul’da, hakkımda üç ayrı dava açılmış, bunlardan ikisinden beraat etmiş; Dersim soykırımı üstüne yayımladığım bir Kürtçe ağıt dolayısıyla ise 3 ay hapis cezası almıştım ve bu ceza paraya çevrilmişti. Üç davaya konu olan ve bir ay süren “Halk Şiirinde Toplumsal Olaylar ve Başkaldırmaları” konulu yazı dizisi, adeta sonraki davaların habercisi gibiydi.

Bir yılda 30 dava

Nitekim, 1988/1989 yıllarında çıkardığım “Özgür Gelecek” dergisinden dolayı, gerek yazar, gerek derginin sahibi ve yayın yönetmeni olarak hakkımda 30 dava açıldı. Bunlardan 10 kadarı doğrudan benim yazılarımdan açılmış, diğerlerindense derginin sahibi ve yayın yönetmeni olarak sorumlu tutuluyordum. Dergiyi çıkarırken defalarca gözaltına alındım ve 2 defa tutuklandım. İlk tutukluluğum sırasında bir toplu dayak ve işkenceden dolayı neredeyse hayatımı kaybediyordum. Helsinki Wach’ın, gördüğümüz işkenceye ilişkin raporu, uluslararası kamuoyunda ve Türkiye’de büyük yankı yaratmıştı. Nitekim, yaklaşık bir yıl sonra aynı koğuştu kalan on PKK’li genç katledilmişti.

90’lı yıllar, DGM davaları

1989 yılında, ikinci tutukluluğumuz üç ay sürmüş ve 8. sayıdan sonra dergiyi çıkarma olanağımız kalmamıştı. 1990 yılında, Almanya ve Hollanda’da KOMKAR’ın öncülüğünde düzenlenen “Kürt Basınına Özgürlük Geceleri”ne katılmak üzere Almanya’da bulunduğum sırada, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce bana 6 yıl 3 ay ağır hapis cezası verildiğini öğrendim. Buna rağmen, yeniden Türkiye’ye döndüm ve Yargıtay’da yaptığım savunmalardan sonra, dava bozularak yeniden DGM’ye gönderildi.

1991 yılında  Türk Ceza Kanunu’nun 142. Maddesinin değiştirilmesinden sonra bu konudaki davalar düştü. Ancak bu defa da Terörle Mücadele Kanunu çıkarılarak, bu Kanunun 8. maddesine göre yargılanmaya başlandık.

1990 yılından itibaren hazırlıklarını yaptıktan sonra 1991 yılında Kürdoloji alanında kitap yayınına başladım ve 1994 sonlarında yurtdışına çıkıncaya kadar, Kürdoloji alanında 20’ye yakın kitap yayımladım.

Kitaplardan Aldığım Cezalar ve Yurtdışına Çıkışım

Bunlardan, 3’ü bana ait, 3’ü yayına hazırladığım toplam 6 kitap hakkında bu defa TMK’nun 8. Maddesine dayanılarak davalar açıldı. Bu davalar; 1991,1992, 1993  yılları boyunca devam etti. 1993’te, PKK’nin tek yanlı ateşkes ilan etmesi üzerine ülkede siyasi havanın yumuşamasıyla, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi,  hakkımdaki davaların tümünden beraat kararı verdi.

Kitaplara hapis cezası

Ancak, birkaç ay sonra ateşkesin bozulmasıyla, siyasi hava yeniden gerildi. Basına da yansıdığı üzeri, gerek Milli Güvenlik Kurulu’nun gerekse Genelkurmay Başkanlığı’nın Mahkemelere gönderdiği, benim durumumda olanların cezalandırılmasına ilişkin gizli direktifle, beraat ettiğim davaların tümü Yargıtay’ca aleyhime bozuldu ve DGM de bu karara uyarak, yargılandığım 6 kitabın tamamından bana 10 yıl, 6 ay hapis cezası verildi. Cezaların kesinleşmesi üzerine, 1994 sonunda Almanya’ya çıkmak zorunda kaldım.

Yaklaşık 10 ay boyunca, Türkiye’de yasal bir değişiklik olur, geri dönerim düşüncesiyle iltica etmedim. Ancak, yaşam koşullarım giderek zorlaşınca ve Türkiye’de de düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin bir değişiklik olmayınca 1995’te iltica etmek zorunda kaldım.

Aynı yıl içinde, verilen cezalar dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, elimde belgeleri bulunan 3 kitapla ilgili dava açtım ve bu dava 2002 yılında Türkiye’nin tazminata mahkum olmasıyla sona erdi.

Almanya’da 20 kitap

Almanya’da, Türkiye’den tamamen farklı bir özgürlük ortamında buldum kendimi ve kendi alanımda sürekli yazmaya ve üretmeye başladım. Almanya ve Avrupa ülkelerindenki kütüphaneler arasında adeta 10-15 yıl boyunca mekik dokuyordum. Bu arada, 1995 yılından itibaren Almanya’da kuruluşunu yaptığımız “Kürt Sanat, Kültür ve Bilim Merkezi”nin kurucu başkanlığını yaptım.

Artık, polis ve mahkeme sorgu ve yargılamalarına birebir muhatap değildim. Böyle bir ortamda, 1995- 2021 yılları arasında 20 dolayında kitap hazırladım ve yayımladım. Ancak, bu çalışmaların bir bölümü hakkında da Türkiye’de yeni davalar açıldı. 1996 yılında yayımladığım “Öyküleriyle Halk Anlatı Türküleri”, 1997’de yayımladığım “Alevilik ve Kürtler”, 1999’da yayımladığım “Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm”, toplatılan ve haklarında yeni develer açılan eserler oldu.

1990 yılından itibaren –kimi takma isimlerle- zaman zaman Deng dergisinde ve başlangıçta Azadi gazetesinde yazılar yazdığım gibi; 1995 - 1999 yılları arasında Ronahi ve Hêvî gazetelerinde dört yıl süreyle araştırmacılık ve köşe yazarlığı yaptım. Bu süre içinde de, kimi köşe yazılarım dava konusu oldu.

Eylül 1999’da, 12 yıla kadar olan basın-yayın cezalarının 3 yıl süreyle şartlı ertelenmesine ilişkin 28.8.1999 tarih ve 4454 sayılı bir yasa çıktı. Bu yasa dolayısıyla benim 10.5 yıllık hapis cezam ile sonradan üç eserim hakkında açılan davalar da ertelenmişti. Ancak, üç yıl içinde aynı “suç”u işlememek gerekiyordu. Aynı “suç” (!) işlendiği takdirde, bu cezaların tümü çekilecekti...

Yeniden Türkiye’ye dönüş

2000 yılının başlarında, bu cezalarım şartlı ertelenmişti. Eylül 1999’da başlayıp Eylül 2002’ye kadar devam eden bu üç yıllık şartlı erteleme süresince, çalışmalarıma devam ettim ancak herhangi bir yayın yapmadım. Üç yılın bitiminde, daha önce hazırlıklarını yaptığım üç eseri birden yayımladım. Bunlardan, “Kürt Müziği, Dansları ve Şarkıları”  ile “Geçmişten Günümüze Kürt Kadını” kitapları hakkında yeniden toplatma kararları verildi ve davalar açıldı.

Özellikle, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda ilerlediği bir aşamada açılan bu davalar, basında büyük yankı yarattı. Mehmet Ali Birand gibi gazeteciler, “bu işte bir terslik var” diyerek, tepki gösteriyorlardı...

Açılan davalar dolayısıyla, gerek Savcılık’ta gerekse Mahkeme’de ifade vermesem, hakkımda yeniden gıyabi tutuklama kararları çıkarılacaktı. Bu nedenle, gerek savcılık sorgusunda bulunmak, gerekse mahkemede duruşmalara katılmak üzere birçok kez Türkiye’nin yolunu tutmak zorunda  kaldım.

2003 yılında çıkarılan AB uyum yasaları çerçevesinde, bu davalar da düştü. Gazeteci  Evin Göktaş, “DGM (uyum)a uydu, (Kürt Kadını) beraat etti” diyordu (Yeni Şafak, 5.4.2004). Ancak, 2005 yılı ortalarında çıkan bir haber, son iki eserin hâlâ “yasaklı kitaplar” kapsamında olduğunu gösteriyordu: (Tolga Şardan: İşte Yasaklı Kitap Listesi; Milliyet, 28.5.2005).

Hukuk adına traji-komik olaylar

Yayın hayatım boyunca kuşkusuz birçok ilginç olaya tanık oldum. Bunların tümünü burada anlatmak mümkün değil. Ancak, “Nazım Hikmet”li bir anımı hiç unutmadım... 1987’de Almanya’ya gidişimde, Paris’te kurulan Kürt Enstitüsü’nün yayın organı Hêvî dergisinde, Nazım Hikmet’in, anne tarafından akrabası olan ünlü Kürdolog Kamuran Bedirxan’a gönderdiği Kürt sorununa ilişkin bir mektubunu görmüştüm. Zaten, Nazım’ın süt-anneliğini Bedirxan’lardan bir kadın yaptığı gibi, bu aile ile yakın ilişkileri vardı.

Biraz da, Nazım’ı Kürt aydınlanması nezdinde aklama adına, bu mektuptan giderek “Nazım Hikmet ve Türk-Kürt Halklarınının Kardeşliği” yazısını kaleme almış ve ilk kez 1988’de 2000’e Doğru dergisinde imzasız olarak yayımlamıştım. Yazı, sol çevrelerde büyük yankı yapmıştı. Bu konuda, kimi sol tandanslı dergilerde de sunum yapmıştım. Yazı, İstanbul’da dava konusu olmuş ve beraat etmişti. Gel gör ki, aynı yazıyı çıkardığım Özgür Gelecek dergisinde kendi adımla yayımlayınca, derhal toplatılmış ve hakkımda dava açılmıştı.

Ankara DGM Askeri Savcısı Ülkü Coşkun, bir günlük Emniyet gözetiminden sonra bizi bir akşam sorguya almış ve o tarihlerde, cunta tarafından el konulmuş bulunan CHP Genel Merkez binasında faaliyet yürüten DGM Yedek Üyesi Muhittin Mıhçak’a, yanımızda yüksek sesle talimat vererek, daha önce beraat etmiş yazıdan dolayı beni ve Yazı İşleri Müdürümüz Bekir Kesen’i tutuklatmıştı.

Mıhçak’ın sorgusu sırasında, kendisine hem mektubun aslını hem önceki yayını hem de İstanbul DGM’nin beraat kararını gösterdiğim halde; askeri savcının talimatı dolayısıyla gecenin geç saatlerinde bizi tutuklamış ve cezaevine göndermişti... Cezaevindeki toplu dayak ve işkenceyi, bu tutuklulukta yaşamıştık...

Aynı kişi, daha sonra Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyesiyken, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan davasında muhalefet şerhi vermiş ve Erdoğan’ın, hiç ilgisi yokken Ziya Gökalp’e malederek okuduğu slogan- şiirin, “düşünce özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini” söylemişti. O dönem, Erdoğan’a sahip çıkan yine sol-demokrat kesim olmuştu. Erdoğan ise, Mehmet Ağar örneğinde olduğu gibi, özel hazırlanmış Pınarhisar Hapishanesi’nde üç ay kadar yatıp çıkmış ve bundan büyük bir “mağduriyet ve mazlumiyet” çıkarılarak, konu, aynı Dairedeki birkaç Alevi üyeye fatura edilmiş ve bu durum o tarihten sonra sakız gibi çiğnenmişti... Oysa, aynı Daire, benim de 6 aylık cezamı 2 yıla çıkarmıştı!.. Aynı Hakimi, 2000 yılında ülkeye döndüğümde, önceden tanıdığım Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’u ziyaretim sırasında görmüş ve Selçuk’un bizi tanıştırması üzerine, “Evet, kendisini tanıyorum; kendisi beni beraat etmiş yazıdan dolayı ilk kez tutuklayan DGM Hakimi” deyince; Mıhçak tutunamayarak, sıvışıp odayı terk etmişti... Zaten, daha sonra bu “muhalefet şerhi”nin verilişiyle ilgili birçok söylenti çıkmıştı. Ben de, bu konuyu bir yazımda eni-konu irdelemiştim (Bkz. Hêvî gaz. Sayı:100/ 1998).

DGM’de görev yaparken birçok eleştiriye muhatap olan kişilerden biri, Başsavcı Nusret Demiral, diğeri de Nuh Mete Yüksel’di. İnsanları pervasızca suçlayan Demiral, daha sonra köpeğinin ölümüne ağıt yakmakla ünlenmiş; Yüksel de basına yansıyan bir otel macerasından dolayı suçlanmıştı...

 

Düşünce özgürlüğü ve Kürt sorunu

Açıktır ki, kendisini çağından ve toplumundan sorumlu bilen bir aydının, doğru bildiklerini yapmak ve günışığına çıkarmak gibi bir görevi vardır. Kendi payıma ben, bugüne kadar yayımladığım tüm çalışmalarımla Kürt ve Alevi sorununa olduğu kadar, Türkiye’nin demokratikleşmesine de katkı sunmaya ve insanlık kültürüne hizmet etmeye çalışıyorum.

Türkiye’de hâlâ tabu olan konularda sürekli yazan ve üreten bir araştırmacı-yazar olarak, üzerimdeki baskılar hiç bir zaman bütünüyle sona ermedi. Kürdoloji alanındaki çalışmalarımdan dolayı, 1980 Cuntası’yla başlayarak 2005 yılına kadar tam 25 yıl boyunca bu yargılama sürecinin devam ettiğini söylersem herhalde bir fikir vermiş olurum...

Kuşkusuz, bu yargılama sürecinde verilen mücadele ve yapılan savunmalar da, önemli bir külliyat oluşturduğu gibi; en az diğer çalışmalar kadar zaman ve emek alıyor. Hele bu, bir “Yargılayan Savunma” ise... Nitekim, bu çalışmada, 1981 yılından başlayarak, bunun örneklerine yer verilmektedir.

Ancak, bu çalışmaların yanısıra yıllarca yaptığım köşe yazarlığıyla da bu sürece katkıda bulunmaya çalıştım. İşte, Avrupa’ya zorunlu çıkışımdan sonra 1995’te Ronahi gazetesindeki “Öz-Ge Söz” köşemde kaleme aldığım ilk yazım da, tam da bu çalışmanın manifestosu niteliğinde olan “Düşünce Özgürlüğü ve Kürt Sorunu” üzerine kurgulanmıştı..

Her şeye rağmen, “söz kısa kalsın” diyerek, söyleyeceklerimi burada noktalamak istiyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.