‘Yazmayacaksın ulan!’

Forum Haberleri —

  • Erk Acarer’e saldırının içinde gerçekleştiği bağlamın faşizm olduğunu tespit ettikten sonra bir şeyi daha net biçimde söylemeliyiz: Almanya, Türk faşizminin ortağıdır.

OSMAN OĞUZ

Muhalif gazeteci Erk Acarer’e 7 Temmuz gecesi Almanya’nın başkenti Berlin’deki evinin avlusunda saldıran üç kişi, “Yazmayacaksın ulan!” diye bağırmış.

Acarer, Evrensel gazetesinden Fatih Polat’la konuşurken saldırganlardan “Faşistler” diye bahsediyor.

Bunun yanı sıra Acarer, Twitter’a yüklediği videoda, failler konusunda bir fikrinin olduğunu ama polisin işini zorlaştırmamak adına şimdilik isim vermeyeceğini söyleyip ekliyor: “Ama 10 bin dolar nerede sorusunun cevabı, işte tam buradadır. Kamu malını çalan silah tüccarları, hemen yanıbaşımızdadır.”

***

AKP-MHP iktidarının giderek daha açık ve yaygın biçimde faşizmin yöntemlerini kullandığı, artık sürekli tekrar edilen ve giderek daha fazla somut argümana yaslanan bir tespit.

Faşizm sözcüğü, oldukça cömert kullanılması nedeniyle, yıllar içinde daha da soyutlaştı ve devletten kaynaklanan kötülüklerin önemli bir bölümünü tarif etmek için kullanılan bir “üst kavrama” dönüştü.

Bugünse artık faşizm sözcüğünü kanıksanmış rutinden kurtaran, onu tarihsel ve güncel bağlamı ile ayrıksılaştıran günlerden geçiyoruz.

Bir şeyi ama, hatırlatmak gerekiyor: Faşizm, Dimitrov’dan öğrendiğimiz gibi, toplumsallıkta kökleri (neredeyse) olmayan bir devlet/sınıf kliğinin “halkı” manipüle ve suçlarına ortak etmesi neticesinde ortaya çıkmıyor.

Faşizm, toplumsallıkta var olan bir şiddet ve iktidar ekonomisini ve imtiyaz(lılık) bilincini devleti dönüştürmenin zeminine dönüştürüyor. AKP-MHP iktidarının Türkiye’nin tarihi ve bugünüyle kurduğu bağın kuvveti de -korporatif örgütlenmelerinin yanında- buradan geliyor.

AKP-MHP faşizmi, iktidarını bu toplumun kanayan yaraları üzerine inşa ediyor; gıdasını akan kanımızdan alıyor.

***

İzmir’de HDP binasına saldırıp Deniz Poyraz’ı katleden tetikçi, içinde devletleşmiş bir toplumsal meşruiyetin ve imtiyaz(lılık) bilincinin huzurunu, güvenini taşıyordu.

Erk Acarer’e “Yazmayacaksın ulan!” bağrışları arasında saldıranlar da işlerini aynı güvenle yapıyorlar.

Giderek daha net biçimde ifade etmek, bununla yüzleşmek, tespit ve eylemimizi de buradan hareketle dönüştürmek zorundayız: Karşımızda faşistler duruyor. Türkiye’de demokrasi mücadelesinin adı, uzun süredir, “faşizme karşı mücadele” oluyor.

Kürdistan, bu bilince zaten uzun süredir sahipti; keza hayatın başka kurallara göre yaşandığı Kürdistan’da devlet, “çıplak hayata karşı çıplak iktidar” uyguluyordu ve hep daha “dürüst” oldu.

Şimdi bu “düşman bilincinin” Türkiye’ye de yayıldığı, -Yektan Türkyılmaz’ın çok önemsediğim tespiti ile- “tehlikeli iyimserlik döneminin” geride kalmaya başladığı günlerden geçiyoruz.

Acarer’in kendisine saldıranları “Faşistler” olarak tanımlaması da böyle bir yüzleşme ve netleşme sürecinin nüvesi olarak görülebilir.

***

Acarer’in kendisine yönelik saldırıyı “10 bin dolar nerede sorusunun yanıtı” olarak tarif etmesi de yıllardır tekrar edilen bir hakikatle ilgili.

Üstelik bu hakikat, gizli kalmış da değil. En azından Yeni Özgür Politika, uzun süredir bugün Acarer’in “saldırının kaynağı” olarak işaret ettiği yeri teşhir eden haberler yapıyor.

Almanya’daki Türk devleti bağlantılı faşist çetelere para aktarıldığını, bu çetelere doğrudan Türk Cumhurbaşkanı ve istihbaratına bağlı kanallar üzerinden biçim verildiğini yıllardır söylüyoruz.

Bu organizasyonun merkezinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile AKP’li Metin Külünk’ün olduğu da defalarca ifade edildi.

2017 yılının Aralık ayında basına yansıyan ses kayıtları, Metin Külünk’ün Osmanen Germania’ya silah alınması için defalarca para aktardığını ortaya koymuştu. Bu paralarla birçok tabanca ve otomatik silah satın alındığını Alman makamları da tespit etmiş; çetenin liderlerinden Mehmet Bağcı ve Selçuk Şahin, 2018’de gözaltına alınıp tutuklanmıştı.

Almanya’da Türk devletinin muhalefeti bastırmak için organize olduğuna dair en güçlü bulgular ise 2014 yılında başlayan ve “Türk ajanlar davası” olarak bilinen davanın basına sızan iddianamesinde dile getirilecekti.

Savcı, gayet açık bir biçimde, Erdoğan’ın danışman kadrosundaki Muhammed Taha Gergerlioğlu’nun öncülüğünde Almanya başta olmak üzere birçok ülkede bir ajan ağının örgütlendiğini tespit ediyordu. Bu ajanlar, Türkiyeli muhalifler hakkında veri havuzu oluşturuyor ve gereğini hissettiklerinde insanları tehdit ediyordu.

“Türk ajanlar davası”, Erdoğan-Merkel görüşmesi ardından alelacele kapatıldı; kimse ceza almadı; onca ağır suçlamaya maruz kalan Gergerlioğlu, Sabah gazetesinin Pazar ekine keyifli jurnal hikayeleri anlatmaya başladı.

Türk faşistleri, Avrupa’da da, BBP, Milli Görüş, İslamcılar gibi farklı çizgileri de giderek daha fazla birleştirerek hem göçmen toplumsallığını dönüştürmeye hem de paramiliter gruplar örgütlemeye devam ediyor.

Bu işe başladıkları 70’lerden bu yana olduğu gibi Alman devleti ve yargısı ile de hiçbir ciddi karşılaşma yaşamıyorlar.

***

Erk Acarer’e saldırının içinde gerçekleştiği bağlamın faşizm olduğunu tespit ettikten sonra bir şeyi daha net biçimde söylemeliyiz: Almanya, Türk faşizminin ortağıdır.

Almanya, bugüne kadar, hem de somut bulgulara dayanan güçlü uyarılara rağmen, Türk İslamofaşistlerinin ve radikal İslamcıların ülkedeki örgütlenmesini temelden hedef almadı.

Parlamentodaki “Bozkurtların yasaklanması” tartışması dâhi en fazla “Dostlar alışverişte görsün” diye yapılan bir tartışmaydı; keza hiçbir yaptırım içermiyordu.

Oysa Almanya’da, Anayasayı Koruma Örgütü’nün verilerine göre, 18 bin örgütlü Türk faşisti bulunuyor.

Şiddet kullanmaya yatkın Alman “aşırı sağcı” sayısını ise Anayasayı Koruma Örgütü, 13 bin 300 olarak tespit ediyor.

Almanya’da Türk faşistleri, örgütlenme kabiliyetleri, mobilizasyon güçleri ve şiddet tehdidi açısından Neonazilerden daha vtehlikeli bir odağı oluşturuyor.

Onlara bir de aynı kumaştan olma 12 bin 150 örgütlü İslamcı ekleniyor.

Kuzey Kürdistan ve Türkiye’den mültecilerin en yoğun yaşadığı ülke olan Almanya’da Türk faşizmi ve İslamcılık, böyle güçlü bir tahkimata sahip ve insanların hayatına kast ediyor.

Alman devleti, bırakalım etkili önlemler almayı, buna dair güçlü bir toplumsal tartışmanın dâhi önünü açmıyor.

Alman medyasında bu güçlü tahkimat zaman zaman gündem oluyor ama bu da toplumsallaşan bir tartışmanın zeminine dönüşemiyor.

***

Erk Acarer’e saldıranlar, toplumsal bilinçlerinden süzülen bir öfke ve şehvetle “Yazmayacaksın ulan!” demişler.

Muhalif bir gazetecinin Berlin’in orta yerinde, kendi evinin avlusunda saldırıya uğraması, kuşku yok ki, Almanya’daki giderek güçlenen sürgün mücadelesine bir mesaj.

Keza bu mücadele, bir yandan AKP-MHP iktidarının uluslararası meşruiyetinde büyük yaralar açıyor; diğer yandan ise ülkede söylenemeyenleri sosyal medya kanalları üzerinden söyleyerek faşist sansürü deliyor.

Faşistin “Yazmayacaksın ulan!” ünlemesi, bu açıdan, özellikle bizim için, bu faşizmin mültecileri için, bir görev çağrısına dönüşüyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.