Gelmesinler diye süründürüyorlar

Dosya Haberleri —

.

.

  • “Yarısı yıkılmış eski bir fabrika binası var. Burada çoğunluğu Kuzey Afrika’dan, Fastan ve Cezayir’den gelen mülteciler barınıyor. 10 ay önce polis, kaldıkları çadırları yakarak kullanılmaz hale getirmiş.”

NİHAL BAYRAM /

FOTO: Dr. Gerhard Trabert/Alea Horst 

Alman doktor Gerhard Trabert, Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı sahibi ve Almanya’da Yoksulluk ve Sağlık Derneği kurucusu. Onlarca yıldır savaş bölgelerinde ve mülteci kamplarındaki tıbbi yardım çalışmalarına öncülük ediyor. Yunanistan’ın Midilli Adasındaki kamplarda yardım çalışmaları organize eden Prof. Dr. Trabert’in son durağı ise Lipa Kampı başta olmak üzere Bosna’daki mültecilerin barınma alanları oldu.
Bosna Hersek’in kuzeybatısında sıkışıp kalan mülteciler, zor koşullar altında yaşam mücadelesi veriyor. Bosna’yı Avrupa Birliği üyesi ülkelere geçiş güzergahı olarak kullanan mültecilerin ne hareket etmelerine izin veriliyor ne de yeterince ihtiyaç tedariki yapılıyor. Dr. Trabert, yüzlerce insanın yaşamak zorunda kaldığı koşulları, tüm açıklığıyla anlatıyor.

Bosna’da nerelere, hangi kapsamda ve hangi niyetle gittiniz?
Başta Bihać olmak üzere Kladuša, Bosanska ve Lipa’ya gittik. Lipa’da mülteci kampına da girebilmemizi sağlayan ise Avrupa Birliği delegasyonunun ve Bosna’daki Almanya elçisinin de eş zamanlı olarak orada bulunması oldu. Normal şartlar altında bu kampa girmeye izin vermiyorlar.
Bosna’ya gitmek için resmi bir yönlendirme almadım. Ekibimizle birlikte oraya insanlara yardım etmeye gittik. Toplam iki yüz ayrı tedavi gerçekleştirme imkanı bulduk. Doktor olarak acil durumda olanlara yardım etmek, bizim ilkemizdir; gitme nedenimiz de budur.

Kampta nasıl bir manzarayla karşılaştınız?
Çok çarpık bir manzaraydı. Bir tarafta kampa gelen AB delegasyonundan dolayı medya çalışanlarını, kanton temsilcilerini ve kamp yönetimini görüyorsunuz. Diğer tarafta ise ayaklarında plastik terlikler ile karın içinde çay sırasında bekleyen, yüzünde salgına rağmen maskesi olmayan, fiziki mesafeyi de sağlayamayan, yüze yakın insan. Bir bardak çay için kar altında yalınayak veya ayağında terlikle saatlerce bekleyen insanlar.

Bu Bosna’ya ilk gidişinizdi, değil mi?
Evet. Lipa ve çevresinde bulunan kamplarla ilgili yetkililerle bundan iki buçuk yıl önce de irtibat kurmuştuk. O dönemde bize Bosna makamları açık bir biçimde, “Burada yardıma ihtiyaç yok” demişti. Biz tabii yine de mültecilerin ağır koşullar altında yaşadıklarından haberdardık. Bu yıl ise artık beklememeye karar verdik ve kendi kararımız ile Bosna’ya gittik.

“Kladuša’da ise çoğu Bangladeş’ten gelen yaklaşık 70 kişi, ormanda yaşıyor. Her yer kar altında kalmış ve soğukla mücadele ediyorlar. Ormanda plastik çöp artıkları ve tahta parçaları ile kendilerine kulübeler kurmuşlar ve sığınmaya çalışıyorlar.”

Peki neden Bosna hükümeti dışarıdan gelecek yardımlara bu denli karşı çıkıyor?
Bizi anladığımız kadarıyla Saraybosna’daki merkezi hükümetle Bihać’daki kanton yönetimi arasında sadece parayla da sınırlı olmayan, politik yönleri de olan bir güç kavgası var ve mülteciler de bundan etkileniyor.

“Mültecilerden biri, polis saldırısında aldığı yaralardan dolayı tüm el parmaklarının uç kısımlarını kesmek zorunda kalmış. Bu amputasyon sonucunda artık her iki elinde de parmak uçları yok.”

Yeniden kampa dönersek… Koşulları biraz daha anlatabilir misiniz? Nasıl yaşıyor Lipa’daki kampta mülteciler?
Kampta biz tabii kısa süre kalabildik, tıbbi yardım yapmamıza izin vermediler. Kampta yaklaşık 800 insan yaşıyor. Kampta ordu tarafından geçici oldukları söylenerek çadırlar kurulmuş ama tabii bu çadırlar hiçbir zaman değiştirilmemiş. Çadırların içinde dahi soğuk rüzgar esiyor. İçlerine yağmur yağıyor veya üstlerine yağan kar eriyip içeriye giriyor. Çadırlar sürekli su altında kalıyor ve mülteciler kendi imkanlarıyla her şeyi kurutmaya çalışıyor. Yeterince tuvalet yok. Kampın hiçbir yerinde duş alma imkanı yok. SOS’un Bihać örgütü Almanya’daki Space-Eye isimli bir yardım kuruluşundan duş konteynerleri alabildi ve bunları kampa kurmak için defalarca başvuru yaptı ama buna da izin verilmiyor. Mülteciler bu soğukta kar ile yıkanıyor, kendilerini kar ile temizliyor.
Diyebilirim ki Lipa kampı, yaşamın düşmanı bir yer. Kamp, 750 metrelik bir rakım üzerine kurulmuş. Orman kenarında. Bir sonraki şehre ulaşabilmek için 12 saat yürümeniz gerekiyor, yani tümden izole edilmiş. Bence böylece mültecilere açık bir mesaj veriliyor: “Buraya hoş gelmediniz!”
Kampın hemen yanındaki ormanlık alanda kurtlar ve ayılar yaşıyor ve bu yabani hayvanlar ara sıra kampa saldırıyor. Çok sayıda mülteci, bu hayvanların saldırıları sonucunda yaşamını yitirmiş ama buna dair hiçbir haber yayımlanmıyor.

“Bir tarafta AB delegasyonu, medya çalışanları, kanton temsilcileri ve kamp yönetimi; diğer tarafta ayaklarında plastik terliklerle kar altında bir bardak çay için saatlerce sıra bekleyen mülteciler.”

Başka mülteci kampları da var mı o çevrede?
Evet, Lipa’daki kampın dışında çok sayıda toplanma merkezi var. Örneğin çoğunluğu Pakistan ve Afganistan’dan gelen yüzün üzerinde mülteci, pencereleri ve kapıları olmayan, savaş sırasında harabeye dönmüş bir huzurevinde yaşıyor. Her yerden soğuk rüzgar geliyor ve insanlar binanın içinde ateş yakarak kendilerini ısıtmaya çalışıyor.
Başka bir toplanma merkezi, Bihać’daki eski bir fabrika binası. Buradaki mültecilere de çok nadir beslenme ya da sağlık yardımı yapılıyor. Bihać’a arabayla yaklaşık bir buçuk saatlik mesafede olan Kladuša’da ise çoğu Bangladeş’ten gelen yaklaşık 70 kişi, ormanda yaşıyor. Her yer kar altında kalmış ve soğukla mücadele ediyorlar. Ormanda plastik çöp artıkları ve tahta parçaları ile kendilerine kulübeler kurmuşlar ve sığınmaya çalışıyorlar.
Kladuša’da da yarısı yıkılmış eski bir fabrika binası var. Burada çoğunluğu Kuzey Afrika’dan, Fastan ve Cezayir’den gelen mülteciler barınıyor. Bu insanlar bize 10 ay önce polisin gelip çadırlarını ateşe verdiğini ve kullanılmaz hale getirdiğini anlattı. Bu polis saldırısında yaralanan mülteciler de olmuş. Özellikle yanık yarası olanlar vardı. Aylardır tedavi görmedikleri için yaraları yüksek riskli iltihaplanmaya uğramış. Bu mültecilerden biri, polis saldırısında aldığı yaralardan dolayı tüm el parmaklarının uç kısımlarını kesmek zorunda kalmış. Bu amputasyon sonucunda artık her iki elinde de parmak uçları yok.
Başka bir toplanma alanı, yine Kladuša’da, kulübe gibi bir yer. Burada da yirmi insan birlikte yaşıyor. Kladuša’ya arabayla 35 dakikalık mesafede bulunan Bosanska’da da bir toplanma alanı var. Burada çok sayıda mülteci aile yaşam mücadelesi veriyor. Bebekler de dahil olmak üzere çocuklar, buradaki yıkılmış binalarda yaşıyor. Çok sayıda bebeği tedavi ettik; kimileri orta kulak iltihabı, kimileri solunum hastası olmuş, bazıları mantar kapmıştı. Bedenleri mantarlar ile kaplanmış, hermadit hastalığına yakalanmış bebekler.

“Gördüğümüz mültecilerin önemli bir bölümünde uyuz hastalığı vardı. Bu hastalıkta çok kaşınma sonucu apseler, derin yaralar oluşuyor ve bunlar tedavi edilmeyince iltihaplanıyor.”

En yoğun karşılaştığınız hastalıklar neler oldu?
Gördüğümüz mültecilerin önemli bir bölümünde uyuz hastalığı vardı. Bu hastalıkta çok kaşınma sonucu apseler, derin yaralar oluşuyor ve bunlar tedavi edilmeyince iltihaplanıyor. Bakteri yığınları bu yaralara bulaşıyor ve örneğin kan zehirlenmesi gibi ölüm riskine kadar gidebilen sonuçları olabiliyor.
Birçok mülteci de yabani köpeklerin saldırısına uğramış ve ısırma yaraları var. Onları da tedavi ettik ama normalde bunların en azından antibiyotikle hemen tedavi edilmesi gerekiyor.
Bunun dışında parazitli cilt hastalıklarına da rastladık. Açık yaraları var ve bunlar iltihaplanmış. Birçok insanda ise sindirim organları ve solunum yolları ile ilgili hastalıklar var.

 

Peki neden tedavi edilmiyor bu insanlar?
Yerel hastaneler, bu insanları resmi olarak tedavi etmiyor. Bosna, biliyorsunuz, oldukça fakir bir ülke. İç savaş 25 yıl önce sona erdi ve yaraları halen sarılmış da değil. Diğer ülkelerle işbirliği, karşılıklı anlayış ve destek konusunda da Bosna, zorlanan bir ülke. Bu birinci neden.
Öte yandan Bosna’da devlet yetkilileri, kanton yetkilileri, sorumlu olan herkes, mültecilerin yaşamlarını kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırıyor. Burada bir caydırma mekanizması işliyor. Yani bu yapılanların kimseye başka bir faydası yok. Düşünün, İtalya’dan gelen “Solidarity Action” isimli bir yardım kuruluşu var ve biz oradayken de aynı bölgelere geldiler. Bu kuruluş, bugüne kadar 10 kez Bosna’ya gelerek yardım çalışmaları yapmış fakat her defasında keyfi uygulamalara, saatlerce gerekçesiz sınırlarda bekletilmeye, engellemelere ve yasaklara maruz kalmış. 
Mültecilerin halinin bir başka nedeni de Zagreb’de olup Bihać’a kadar hissedilen deprem. Biz oradayken de küçük bir artçı deprem oldu. Bu deprem sonucu Bihać’daki hastane büyük zarar gördü, duvarlarında çatlaklar oluştu. Bu nedenle hastanenin yıkılıp yenisinin inşa edilmesi gerekiyor. Yani şu durumda Bihać’ın yerel halkının bile tedavisi çok zor.

“Başka bir toplanma merkezi, Bihać’daki eski bir fabrika binası. Buradaki mültecilere de çok nadir beslenme ya da sağlık yardımı yapılıyor.”

Peki yerel halk, mültecilerin tüm bu yaşadıklarına nasıl tepki gösteriyor?
Yerel halkı üç bölüme ayırabiliriz. Birinci ve en büyük bölümde dayanışma gösterenler, “Bu insanlara yardım etmek zorundayız” diyenler bulunuyor. Bu insanlar ellerinden geleni de yapıyorlar; mültecilere gıda, su ve hijyen malzemesi yardımı yapıyorlar. Denilebilir ki, kendileri de ülkelerinde savaşı yaşadıkları için empati kurabiliyorlar.
Bundan 27 yıl önce de Slovenya’dan, Lübliyana’dan, Bosna’dan kaçan mültecileri tedavi etmiştim. Bu, yurtdışında katıldığım ilk çalışmalardan biriydi. O yıllarda da mesela Bosna’dan gelen mültecilerin kaldığı bir kampa gitmiş ve mültecilerden iç savaşın nasıl bir barbarlık olduğunu dinlemiştik.
Yerel halkın ikinci bölümü, ortada duran, devletten çözüm bekleyen insanlar. Mültecilerin kamplar ya da evlere düzgün bir şekilde yerleştirilmelerini istiyorlar, bekliyorlar ve özellikle dağınık yerleşim alanlarını istemiyor, mültecilerin bir yere toplanmasını istiyorlar.
Üçüncü bölümde ise aşırı sağcılar, ırkçılar var; bunlar, mültecileri istemiyorlar. Bunların bazıları, dönem dönem mültecilere şiddet de uyguluyor.

“Başka bir toplanma alanı, yine Kladuša’da, kulübe gibi bir yer. Burada da yirmi insan birlikte yaşıyor.”

Peki, önümüzdeki günlerde kampla ilgili başka girişimleriniz olacak mı?
Biz Almanya’ya döndükten sonra Bosna’nın Almanya’daki elçisi, hazırladığımız raporu okumuş. Bizi yanına davet etti. Bizim için Onasano Kantonu Başkanıyla yazılı irtibat kurarak bize izin verilmesi ricasında bulundu. Amacımız, bu izin belgesini alıp seyyar klinik ile orada bir süre kalabilmek ve mültecileri tedavi etmek. Bu süre içinde de orada düzenli bir seyyar klinik kurmak, sürekli bir tıbbi yardım imkanını inşa etmek istiyoruz. Böyle bir seyyar tedavi merkeziyle oradaki mültecilere ulaşmak çok daha kolay olur.

Nasıl çözülür bu sorun?
Bu konuda çağrımız da, talebimiz de tabii Avrupa Birliği’ne. En sonuç verici çözüm, bu insanları kabul ederek onların güven içinde yaşamalarını sağlamak. Bu mülteciler, felaket bir durumda. Acil yardım şart. Kalıcı ve uzun vadeli çözüm, onların Avrupa ülkelerine dağıtılması olabilir ama kimi Avrupa ülkeleri buna karşı çıkıyor. Başta Macaristan, Polonya ve Avusturya ama bugün hatta İsveç bile artık mülteci kabul etmeyeceğini açıkladı. Bu reddiyede bulunan ülkelerin milliyetçi ve kimi zaman ırkçı tutumlarına karşı Avrupa Birliği ve dayanışma gösteren ülkeler devreye girmeli.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.