'Kılıç hakkı'

Dosya Haberleri —

  • Türk devlet geleneğinde tecavüz bir uygulama biçimi olarak tercih edilmiştir. Tecavüz kültürü yaratan bir devlet olarak inşa edilmiş ve muhaliflerine karşı sistematik olarak kullanılmış bir silah haline getirmiştir. TC tarihi kanla, gasp ve tecavüzle doludur.

 

FUAT KAV

Kolektif olarak ortaya çıkan artık ürün pazara sürüldüğünde onu pazarlayanlar için bir meta olarak değer kazanır. "Mal" onu üretenin değil ona bir biçimiyle sahip olanın özel mülkiyetinde olan bir "şey"dir.

Bu "şey" bir kullanım aracıdır aynı zamanda. Bu araç genel olarak nesnedir, yani bir cisimdir. Ancak çok özel bir "mal", "nesne" veya "araç" da vardır. Bu da insandır. Evet, Ortaçağ'da köleler özel bir "mal", "mülk" veya nesne olarak görülür ve buna göre muamele edilirdi. Zorla el konulan, dolayısıyla özel mülkiyete tabi tutulan insanlar 'köle' diye tabir edilir ve bunlar birer mal olarak alınıp satılırlardı. Bir eşya gibi, herhangi bir biçimde kullanılması gereken bir nesne gibi pazarlıklar sonucu ya alınır veya satılırlardı.

Kölelerin çalışmaktan ve çalıştırılmaktan başka hakları yoktu. Onları pazarda satın alanlar, onları sahipleri olarak tarlada, evde, bağ ve bahçelerde karşılıksız bir biçimde çalıştırılırlardı. Kısacası statüleri "köle" olan insanlar insan olarak görülmezlerdi. Köle sahibi istediği yerde, istediği anda ve istediği şekilde kölesini öldürebilirdi.

Peki kölelik sistemi ortadan kalktı mı? Bu sistem artık yok mu? Büyük bir ihtimalle bu girişi okuyanlar “çok eski çağlardan bahsediyorsun be kardeşim" diyenler olacak. Ama öyle değildir. Ne eski çağlardan bahsediyoruz ne kölelik sistemi ortadan kaldırılmış, ne de kölelerin alınıp satılması ortadan kaldırılmıştır. Bunların hepsi de vardır, hem de her yerde, her şehirde, her köyde, her sokakta, hatta her evde vardır.

Peki, köle olan kimler ve bu kölelik sistemi nasıl çalışıyor? Evet köle ilişkileri içinde birinci derecede yer alan kadınlardır. Kadınlar alınıp satılıyorlar, kadınlar egemen erkek sistemine ve onun dişlisi olan erkeğe çalışmadığında, onları isteklerini yerine getirmediklerinde, karşı çıktıklarında veya kölelik ilişkisini bir biçimde reddettiklerinde vuruluyorlar, bıçaklanıyorlar, kurşunlanarak katlediliyorlar. Önce tecavüz ediyorlar, sonra paramparça ediyorlar, ardından da betona gömüyorlar. Tecavüze uğradıklarında da kurtulmuyorlar. Bu kez farklı kölelik ilişkilerine tabii tutuluyorlar.

Kadın köleliği korkunç boyutlarda

Bu genel çerçeve Türkiye uyarıldığında çok daha belirgin bir kölelik ilişkisi, onun sistemi ve erkeğin 'efendi' olma hali ortaya çıkıyor. Türkiye'de kadının köleliği Ortaçağ'daki köleliği aratmıyor. Çok özel ve çok derin bir ilişki sistemi oluşturulmuştur. Faşist zihniyeti, siyasi İslam ideolojisi, egemen erkek ruhu ve feodal-derebeyi düşüncesinden oluşan kadın düşmanlığı ve bu düşmanlık ekseninde oluşan kadın köleliği çok daha katı, derin ve düşürücüdür. Öldürme ve öldürülme biçimi bile korkunçtur. Seçilen öldürülme biçimleri özel olarak nefret, kin ve öfke ile yoğrulmuş kadın düşmanlığının bir düşünce ve zihniyet sistematiği halinde varolduğunu göstermektedir. Türkiye'de kadının öldürülmesi öylesine ortaya çıkan, aniden yaşanan bir anlaşmazlığın sonucu değildir.

Kölelik sistemindeki varoluş halinden, erkek ruhunda beslenen düşmanlıktan, kadın cinsinin özgürlüğüne karşı yaşanan korkunun derin bir biçimde dışa vurumundan ileri gelmektedir. Bu hem sınıfsaldır, hem erkseldir, hem cinsel, hem de sistemseldir. Kadın özgürleşirse kölelik sistemi biter. Sistem son bulursa erksel, sınıfsal, cinsel egemenlik de ortadan kalkar. İşte kölelik sisteminin erksel efendileri bunun için kadına düşmandır, bunun için kadınları öldürüyorlar, bunun için acımasızca yakıyorlar, parçalara ayırarak betona gömüyorlar...

Tecavüzün amacı irade kırmaktır

Tecavüz, tecavüz edilenin ruhsal, düşünsel ve psikolojik olarak etkisiz hale getirilmesidir. Burada toplumda değer kazanan kişiliğin 'anlamlı' diye tabir edilen bedenin özel ve özgün alanlarına müdahale edilerek itibarsızlaştırma vardır. Fiziki müdahale ve fiziki ele geçirme eylemi aynı zamanda iradeyi, ruhu ve psikolojiyi de ele geçirme gerçekliğidir. Tecavüz edilen kişi bir daha asla kendine gelemez. Ruhunda derin yaralar açılır. Düşünce dünyasında “o olay” bir diken gibi ruhunun derinliklerine kadar batar. Aslında tecavüz, tecavüzcünün tecavüz ettiği kişiyi bir bütün olarak fethetme eylemidir. Tecavüzden sonra artık tecavüze uğrayan için yaşam asla eskisi gibi olmaz. Ne toplum "kirletilmiş" dediği o kişiyle eskisi gibi ilişkilenir ne tecavüze uğramış olanlar eskisi gibi toplum içinde rahat yaşayabilir. Zira tecavüze uğrayan kişi toplumun kabul etmeyeceği "utanç" pozisyonuna konulmuştur. Suçu yoktur ama suçlu olarak görülür, kirlenmemiş olmasına rağmen kirletilmiş bir kişi olarak görülür. Zaten bu nedenle tecavüze maruz kalanlar ya tek başına kimsenin onu tanımadığı izbe bir yere gidip kendini gizler ya intihar eder, ya da psikolojik olarak büyük sarsıntıları geçirir.

Bazı toplumlarda devletin yaşam haline getirdiği “tecavüz kültürü” diye bir kavram vardır. Tecavüz kültürü, tecavüzün devlet tarafından bir yaşam ve uygulama biçimi olarak görülmesidir. Bu tür devlet ve toplumlarda toplumsal cinsiyetçilik tamamen hakim bir anlayış olarak hayat bulur. Bu kültürün olduğu yerlerde tecavüz bir uygulama biçimi olarak hayata geçirilir. Tecavüz, kendiliğinden ortaya çıkan, cinsel açlıktan dolayı meydana gelen bir durum değildir. Sistemli olarak tercih edilen bir irade kırma, itibarsızlaştırma yöntemidir…

  • Türkiye’de ama daha çok da Kürdistan’da tecavüz bireysel değildir. Tecavüz sömürgeciliğin özel ve özgün bir politikasıdır. Tecavüz kültüründen ayrı olarak özel bir uygulama biçimidir. Son aylarda Uzman çavuşlarla, polis ve sivil ajanlarla tecavüz olaylarının bu kadar yaygın hale gelmesinin nedeni bu özel ve özgün politikanın bir sonucudur.

 

Tecavüz kültürü Türkiye’de yaşam biçimidir

Türk devlet geleneğinde tecavüz bir uygulama biçimi olarak tercih edilmiştir. Tecavüz kültürü yaratan bir devlet olarak inşa edilmiş ve muhaliflerine karşı sistematik olarak kullanılmış bir silah haline getirmiştir. Osmanlı Padişahları, İşgal ettiği ülkelerdeki ilk icraatları o ülkenin ileri gelenlerinin eşlerini, kızlarını veya en yakınlarındaki kadınları alıp cariye yapmak olmuştur. Ardından işgal kuvvetlerine bağlı hemen hemen tüm komutanlar aynı biçimde işgal ettiği ülkelerinin kadınlarını değişik isimler altında kullanmışlardır.

Mesaj şudur: “Ülkenizi işgal ettik, topraklarınıza el koyduk, malınızı aldık, şimdi de kadınlarınızı alıyoruz." Erdoğan’ın iftiharla “ecdadımız” dediği Osmanlı İmparatorluğunun milliyetçilik ve saldırganlık sloganı "at, avrat, silah"tır. Bu slogan aynı zamanda işgal ve tecavüz kültürünün sloganıdır. “Kılıç hakkı” denilen deyim de bunun bir ifadesidir. Yani kılıçla girilen yerde kan da alınır can da, maddi değer de alınır kadın da. “Kılıç hakkı” Osmanlıdan TC’ye de geçmiştir. TC tarihi kanla, gasp ve tecavüzle doludur. Farklı halklara yapmadığı tek bir şey kalmamıştır. At üzerinde ellerinde kılıç fetihçilerin olmazsa olmazıdır gasp ve tecavüz. “Ermenileri, Rumları, Laz ve Çerkezler’i eriteceksiniz. Sokakta, evlerde, ‘işyerinde kısacası her yerde mal-mülk ve kadınlarını alacaksınız ki Türk’e başkaldırmasınlar” anlayışı, bu sürecin en temel politikası olmuştur.

Tecavüz edin, öldürün, boğazlayın

Türkiye’de ama daha çok da Kürdistan’da tecavüz bireysel değildir. Tecavüz sömürgeciliğin özel ve özgün bir politikasıdır. Tecavüz kültüründen ayrı olarak özel bir uygulama biçimidir. Aniden gelişen bir durum değildir. Önceden konuşulmuş, tasarlanmış, belli bir biçime kavuşturulmuş ve özel olarak uygulanması gereken bir kişiliksizleştirme, itibarsızlaştırma, irade kırma ve tüm toplumu “karı” haline getirme siyasetidir. Kadınlara tecavüz etme siyaseti aynı zamanda toplumu karılaştırma siyasetidir. Kari; erkeklerin cinsel aracı, onların cinsel ihtiyacını ve ev işlerini yapmaktan, ama aynı zamanda ona biat, evet sadece biat eden mevta anlamına geliyor. İşte tecavüz uygulaması bu amaçladır. Bu nedenle TC’nin Kürtlere karşı uyguladığı tecavüz politikası özel ve özgün bir uygulama olduğu gibi, Kürt toplumunu karşılaştırarak düşürme siyasetidir.

Son aylarda uzman çavuşlarla, polis ve sivil ajanlarla tecavüz olaylarının bu kadar yaygın hale gelmesinin nedeni bu özel ve özgün politikanın bir sonucudur. TC sadece bugün değil dün de aynı politikayı Kürdistan’da uygulamıştır. Dersim katliamında soykırımcı askerlere şu talimat verilmiştir: “Gidin karılarına tecavüz edin, erkeklerini öldürün, çocukları da boğazlayın.” Ağrı isyanında “erkekleri öldürün karıları sizin olsun, altınları da kendinize alın” denilmiştir.

Soylu‘nun tecavüzcülere mesajı

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “PKK kadınların partisidir, kadınlar daha çok fazla sahip çıkıyor” dedikten sonra Kürt kadınlarına tecavüz ve tutuklama furyasında hız kazandı. S. Soylu bir kişi değildir, devleti, polisi ve emniyet teşkilatında görev alan, şiddet ekseninde örgütlendirilmiş kurumları temsil eden bir kişilik ve kimliktir. Dolayısıyla Süleyman Soylu’nun bu mesajı devlete, polis ve askerlere dönüktü. Soylu’nun mesajı tartışılmayacak kadar açıktı. Evet, “devlete karşı çıkan, Türk devletine biat etmeyen, AKP’ye boyun eğmeyen Kürtlere verilecek yanıt: tecavüzdür. Soylu’nun mesajı rahat durmayan Kürt kadınlarına, olaylara öncülük yapan kadınlara tecavüz edin” mesajıdır…

Türkiye’de özel olarak örgütlendirilmiş sayısızca Musalar vardır. Bunların görevi Kürt kadınlarına tecavüz etmektir. Dersim’de Gülistan Doku örneği vardır. Babası polis, annesi Rus olan bir ajan konumundadır. Gülistan’ı önce tecavüz etmiş, günlerce bir biçimde el koymuş, ardından katletmiştir veya intihara sürüklemiştir. 90’lı yıllarda özel savaş aygıtına mensup konumunda olan Musa Çitil vardı, bu kişi de onlarca kadına tecavüz etmişti.

Mardin’de Kayyumun atanması ile göreve getirilen Ercan Usluer denilen polis kadınları düşürmek için çok özel görev aldığına dair hem onun hem kadınların sesi basında yayınlandı. Kurucuların, asker ve polisin, ayrıca özel olarak örgütlendirilmiş kişilerin hem fuhuş yaptırma hem kadın satma, hem de tecavüz etme olayları ne kadar yaygın olduğunu burada tek tek olaylarla somutlaştırmak mümkün değildir. Ancak tecavüz bir politika, bir araç, bir uygulama ve özel bir görev olduğunu son olaylarla ortaya çıkmış bir durumdur. Devlet de, Soylu da, Erdoğan da bunu inkar edemez! Hiçbir tecavüzcünün tutuklanmaması, hatta bir biçimde ödüllendirilmesi bu politikanın resmiyete kavuşmuş en somut halidir. Süleyman Soylu, Musa denilen uzman çavuşa dönük yapılan tutuklama talebine karşı “siz PKK ve HDP’nin ekmeğine yağ sürüyorsunuz” demesi, ayrıca tecavüzü haber olarak veren gazetecinin sorgulanması tecavüzün bir devlet ve özel savaş politikası olduğunu çok daha belirgin bir biçimde gösteriyor.

  • Her Kürt bu süreçte yer almak zorundadır. Hiç kimse “bana karışmaz” dememelidir. Unutmayın ki İpek Er’in ağabeyi bir polisti, babası korucu, annesi AKP’li. Daha önceki yıllarda da köy korucularının kızlarına askerler tarafından tecavüz edilmişti. Türk özel savaş devleti için önemli olan Kürt gerçekliğidir.

 

Kürt halkı sessiz kalmamalı

Peki ne yapmalı diye bir soru sorulamaz. Yapılması gereken bu sömürgeci ve özel savaş politikasına karşı topyekûn durmaktır. Öncelikle aileler durmalı, aileler gördüğü her üniformalı erkeğin bir tecavüzcü olduğunu, bir katil, bir barbar, sömürgeci bir tacizci olduğunu bilerek tutum almalıdır. “Her asker, her polis, her memur Kürt düşmanıdır, Kürt kadınlarına tecavüz etmek için özel olarak eğitilmiş tacizci ve tecavüzcüdür” diyerek tavır almalıdır. Kürtleri katleden polis ve askerden, Kürdistan’ı işgal eden jandarma ve Türk memurlarından “sevgili”, “eş”, “arkadaş” olunmaz bilinci mutlak anlamda çocuklara ve genç kadınlara verilmelidir. Bunu yapacak olan ailelerdir. Bir asker, bir polis için en iyi Kürt kadını tecavüze uğramış, akli dengesini kaybetmiş, intihar etmiş, kendini uçurumlardan atan Kürt kadınıdır. Katil ve tecavüzcüler her zaman resmi üniformayla gezmez, ilişki kurmaz, arkadaşlık teklifinde bulunmaz. Çoğu zaman sivil etiketli de olurlar. Gülistan Doku’yu katleden kişi böyle bir kişidir. Sivildir ama Türk özel kuvvetleri tarafından örgütlendirilmiş bir kişidir. Unutulmasın ki Türk devleti Kürtlere karşı topyekûn bir savaş yürütüyor. Her silahı mubah görüyor ve her aracı iç içe kullanıyor. Askeri operasyonları yürütüyor, ekonomik sefaleti dayatıyor, siyasi soykırımı uyguluyor, tüm bunların yanında da Kürt kadınlarına tecavüz etme ahlaksızlığını hayata geçiriyor. Mademki Türk devleti böylesine ahlaksız bir savaş politikasını yürütüyor o zaman Kürtler de topyekûn bir savunma mücadelesini esas almalıdır.

Her Kürt bu süreçte yer almak zorundadır. Hiç kimse “bana karışmaz” dememelidir. Unutmayın ki İpek Er’in ağabeyi bir polisti, babası korucu, annesi AKP’li. Daha önceki yıllarda da köy korucularının kızlarına askerler tarafından tecavüz edilmişti. Türk özel savaş devleti için önemli olan Kürt gerçekliğidir. Onun için esas olan öldürülen ve tecavüze uğrayanın Kürt olmasıdır. Amaç tüm değer yargılarından koparılmış, dejenere olmuş, yoz ve utanma duyusunu kaybetmiş bir Kürt toplumu yaratmaktır. Kutsallık derecesinde anlam verilen değerlerinin içini, anlamsız, yaşama ve bağlanma olguları kopmuş bir insan tipini yaratmaktır. O halde buna izin vermemek, buna karşı mücadele etmek, bu ahlaksız politikaya “dur” demek en başta ailelerin görevidir. Kürt toplumunun dokunulmaz değer yargıları var, unları korumak ve dokundurtmamak her Kürt’ün olmazsa olmaz sorumluluğu olmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.