1968’den Boğaziçi’ne...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Ahmed Arif’in cenazesinde (Haziran 1991), dostlara söylemiştim; “bundan sonra Kürtlerden başka bir şey yazarsam...“ diye.

O günden beri, kitaplar ve ardı arkası kesilmeyen yazılarla Kürtleri ve Türklerin altını harlı tuttuğu katran kazanındaki hallerini yazıyorum. Ama bu, TC’yi teğet geçtiğim anlamına gelmiyor. Kürtleri yazmak, kötülüklerin değişmeyen efendisi TC’yi anlatmaktır.

Ancak, sözün hemen başında söylemek gerekiyorsa, TC’nin yüz yıllık ömründe, giyim-kuşam değişti. “Dedim-dedi“ler, gidenin koltuğunu dolduran despotun zulüm uslubu ile hırsızlık ve talan çarkının aktörleri, elbette değişti. Ama yüz yıllık mekanda, “insani gelişmişlik“ tek değişmeyen olarak kaldı. “İnsanlığa yer“ olmadı, yani. Yeşerir gibi olan damarları, her defasında kestiler.

1968 yılında, bütün dünya gençlik hareketleriyle sarsıldı. Ama üniversiteli gençlerine karşı sürek avı düzenleyip canlı yakalandıklarını ipe çeken, tek yer yüzü ülkesi oldu, TC.

Sürek avının ısrarlı isteklisi ve darağacı için iki elini bir arada kaldıran Demirel, Türk halkı tarafından pek sevildi. Ömür boyu, tepelerin tepesinde beslendi.

Palavrayı ve halk dalkavukluğunu öteleyerek, gerçeğe vurgu yaparsak, bu halk asla gün yüzü görmedi. Kuldu, kulluk bugün de fokur fokurdur. Bu yüzden despotuna saraylarda sultani hayat yaşattı; yaşatıyor.

Bellek tazeleme bakımından değinmek gerekirse, bu halkın soy ağacı, yüz yıllar boyunca, “köle efendi“ (Yeniçeri)lerin kamçı şakırtısı altında, baş eğip boyun kırarak ve üklüm büklüm durarak, “çok yaşa padişahım“ diye avazlanıp tapındılar.

Kulluk devamdı, ama kölelik 1912 yılında “resmiyetten“ kalktı.

“Kulların efendisi“ni, darbeleyerek deviren adam, ülke ve ülkede yaşayan ahalinin resmi  “atası“ olarak “tapınak“laştı.“Alışılmışlık kudurmuşluktan beterdir“ derler ya, sonrasında da, adamave onun yarattığı hiddet rüzgarlarıyla, şiddete tapınma hiç değişmedi.

Diktatörlük Anayasa ve yasalar zeminine konan sandıktan çıkan Bayar-Menderes ikilisi bir süre sonra, “demokrasinin lüzumatı yok“ tertibinden, hukukun tepesine “Tahkikat Komisyonunu“ oturtarak, Türk halkının alkışları arasında diktatörleştiler. Menderes‘in ayakları dibine, oğlunu kurbanlık olarak yatıran bile çıktı.

“Kahrolsun Komünistler“ diye diye “Türkün Türkle savaşını“ kızıştıran Demirel iktidarında, “herkesten daha çok Türk“ eski Albay Türkeş‘in kurduğu “uluyan ülkücüler“, 1970’lerde sokaklarda kurşunlanacak solcu arıyorlardı. Bazan, sokaklardan 20 cesedin toplandığı bu günlerin tetikçilerden Veli Can Oduncu, daha sonra, “karşıdan biri geliyordu. Solcuya benzetip ateş ettim. Ama yanılmışım“ diyordu.

Bugün MHP ve AKP’ye taban olan Türk halkı, Demirel’i Türkeş’i kullanıp estirdiği şiddet rüzgarlarıyla sevdi. Türkeş mi? O şimdi, de, Türk büyüğü olarak anıt mezarda yatıyor şimdi.

Paraşütle günümüze gelirsek, Türk çoğunluğu çok müstahakını bulmuşa benziyor. Demirel çağının “uluyan katiller“ çağından kalma Devlet Bahçeli ile Müslüman Kardeşler teşkilatından Arap hayranlığının üstüne ek olarak Türk ırkçısı, “Potamya Orta Asyası“ndan Recep Tayyip ortaklığı su başlarındadır, bugün. Kötülüğün bu ikilisi, geçmişte Milliyetçi Cephe’de bir ve beraberdi.

O zaman biri kurtlar, itler gibi uluyor, öteki “kanımız aksa da zafer İslamındır“ diye naralanıyordu. Ve Recep Tayyip “kafasındaki İslamına katkı“ için, İran, oradan da Afganistan’a geçmek üzere uçak kaçıran Yılmaz Yalçıner‘i, Belediye başkanlığı sırasında hapisten çıkınca, “danışman“ olarak yanına alarak ödüllendiriyordu. Ama terörist besleyen, bu kişi şimdi önüne çıkan terörist diyebiliyor.

Her neyse ikili, Faşizmin şahı Hitler‘in, Yahudilere takılıp kalması misali Kürt takıntılıdır. (Kürtsüz yazı yazacaktım, ama bunca ırkçılık varken mümkün değil) Biri, yer yüzü boyunca indirme “indirme“, öteki “haşere gibi itlaf“ etme sevdasında. Ve amaçlarına ulaşmak için, yer yüzü boyunca, yok edilecek Kürt topluluğu izini sürüyorlar. Nerede olursa olsun, Guralaşmamış her Kürt, katli vacip teröristtir.

Ama, “Kürt kötücülüğü“ bir başlangıçtı. Bu başlangıca sağcısı, solcusu, dincisiyle tüm kesimler el ve bel verdiler. Hiç bir kötülük, kanlı el veya faşist, başladığı durmamış, kalmamıştır, bugüne kadar. Hitler, Yahudi düşmanlığı üzere elini kana buladı. Sonra solcuları, demokratları sıraya dizdi.

Bunlar da, bir insan soyunu, ırkı olan Kürtleri yok etmeki, yer yüzünden silmek için, kana bulandılar. Topluca can alıp ülkelerini yağlamak üzere planlar yapıp uyguladılar.

Sonra içeriye döndüler. Polisi, adliyeyi, orduyu emir altına aldılar. Devleti çeteye dönüştürdüler. Sonra kendilerinden olmayan, onlara benzemeyen Türkleri sıraya dizdiler. Önce gazetecileri, Ahmet Altan gibi dünya çapında bir yazarı, Osman Kavala gibi eski bir yayıncı, entelektüeli esir alıp içeriye çektiler. Sonra sendikaları, Baroları, meslek odaları, tabipleri terörist, siyasi partileri de onların işbirlikçileri ilan ettiler. Sokağa çıkanları Kürtlere yaptıkları gibi dayaktan geçirdiler.

En son, rektör atanmasına itiraz eden Boğaziçi Üniversitesini hedef aldılar. Akademisyen ve öğrencileri polise, adliyeye hedef gösterdiler. Sokaklarda öğrencilere işkence ettiler. Demirel, 1970’lerde Anayasanın uygulanması isteğiyle gösteri yapan öğrencileri anarşist ilan edip sürek avı başlatıyor, darağaçları kuruyordu. Bunlar, Demirel’in eski çıraklarıdır. Hitlervari toptancılıkla, terörist diyorlar...

Türk kamuoyu mu? Bir şey kaldı mı geride, bilmiyorum. Ortalık ölü vicdanlar tarlası. Boğaziçi’nin demokrasi için direnen Akademisyen ve öğrencileri, ölü vicdanlar tarlasında yalnız.

Demirel iyi bindi, uyuyan Türk halkının sırtına. Recep Tayyip ise halk sırtında cevizler kırarak, kimsenin yapamadığı ile saraylar, köşkler, uçan malikaneler arasında görgüsüzlüğün “lüküs“ deryasında yüzüyor ve diktatoryasını tahkim ediyor...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.