31. yılında bir festivale katılmak
Forum Haberleri —

Kürt Kültür Festivali
- Kürtlük bir kültürdür. Kültür, bu topluluğun tarihselleşen ve geleceğe akan yaşam ve özgürlük eylemidir. Avrupa'nın dehlizlerinde iktidar ve devletin maskelenmiş, sahteleşmiş yaşam ve bilincine terk edilemeyecek, öncüsüz bırakılamayacak kadar değerlidir.
MORDEM ALİŞER
Hemen belirteyim, 30 yıl boyunca uzaktan, asla ulaşamayacağım bir yerden izlemek, böyle bir festivalin yapıldığını bilmek ile bizzat içinde olmak nasıl bir duygudur? Daha doğrusu ne hissediyorum, ne hissetmeliyim? Ve bir soru daha, ne düşünmeliyim? Nasıl düşünmeliyim.
Binlerce, on binlerce kadın, ve erkek, ve çocuk... Kürt festivalleri Kürt’ün kadın rengine dönmüş diyorum içimden. Yaşlı ama gözleri bir tutam sevgi, bir tutam kahır ve direniş dolu her bir ana-kadının ellerini öpmek, doyasıya sarılmak istiyorum.
Sahnede sunucu Kurdistanlılara, Kürt dostlarına sesleniyor. Sesi gür ama uzağım şimdi ona, benim bakışlarım alanda. Sonra, Beser mi söylüyor! Ta kendisi. Yıllarca bilmek ama görmemek!.. Bilmeyi görmenin izdüşümüne de çevirebilirim ama bu defa anlamın yerinde büyük bir boşluk oluşabilir. Müzik! Kürt’ün müziği. Kürt müziktir, rahatlıkla söyleyebilirim. Sonraya bırakayım bunu. Çünkü bugünün müziği için çok şey söylemem gerekecek. Genç kadın ve erkekler govend tutuyorlar. Şu ayakların yere vuruşu ve tüm bedenin müthiş ritmik uyumu. Sanatın deryasındayız ama sanatı icra edecek sanatçımız neden bu kadar gelişmemiş kalıyor?
Kaçıncı yıldır, kaçıncı on yıldır izleyemeyen, katılamayan ama festivalin olduğunu, olacağını bilen arkadaşlarımın aileleri, yakınları, dost ve ana yerlileri ile olmak. Ne hissediyorum? Anlam dünyamın sarsılmamasını istiyorum içimden. İçimde eksik olan ve konuşan şeylerin şimdi susmasını istiyorum. Ben oradaki değil, buradakilerle olmak istiyorum. Yok, gün ve gece sardığım özlem yerli yerinde duruyor.
“Yüzbinlerin festivalinden onbinlerin festivaline geldik heval" diyor evvel ahir bir Kürt. İçi buruk. Ya bu gençler, diyorum. "Onlar geleceğimiz" demesini bekliyorum. Demiyor, " burada kalmamalı, mutlaka çalışmalarda olmalı" diyor. Bir istem, bir beklenti bu. Belki de başka bir şeyi dillendirmeye çalışıyor.
Yıllar yılı sonra ilk defa gördüklerim. Benimkisi tatlı bir telaş. Ama sıcak var, hava çok sıcak. Ağaçların gölgelik yaptığı yerden çıkmıyorum fazla. Binler oturuyor, uzanıyor, hareket ediyor, birbirine sarılıyor. Festival bir nevi Kürtlerin buluşma alanı. Onlarca Avrupa ülkesine dağıldıktan sonra böyle bir günde buluşabiliyorlar ancak. İyi de, belki de haftada bir defa görüntülü konuşuyorlardır birbirleri ile. Yok, sanal alem yerine geçmiyor sarılmanın doygunluğu ve kokusuna. Kürt’ün hali, gördüğünde gözlerine ve yüzüne yansıyandır. Bu gözlerde yürek de konuşabilir, bilinç de.
"Demek ki" diyor orta yaşlarında bir kadın, "biraz çabalansa, istense elle tutulur bir program yapılabiliyormuş.” Ama yine de yeterli görmüyor bunu. İçi buruk onun da. “Önderliğimiz, dağlı yüreklerimiz bizi izliyor…” diyor. Bundan mıdır sloganların hiç durmayışı. Şimdi Hozan Şemdin’i duyuyorum. Az mı söyledik, az mı govend tuttuk sesiyle. Onbinlere “tilili” söyleten kadın geliyor aklıma. Kürt’ün “tilili”si evrensel coşkunun ve direnişin sesidir. “Jin Jiyan Azadî"nin ritmi. "Özgürlük, eşitlik, kardeşlik", neredeyse üç yüz yılın ulus hali, devlet-ulus hali ise, "Jin jiyan Azadî" ise yeni evrenselliğin, demokratik ulusun sesidir artık. Özgür yaşam, özgür kadın, özgür ulus için tilili.
On beş, on altı yaşlarında bir genç kadın. Neredeyse iki saat uzaklıktan tek başına yola çıkmış gelmiş. Nusaybinli. Daha altı aydır buradaymış. İşte kalıcılaşan kimlik diyorum içimden. Ama özgür değil. Bu devasa topluluk bir kimlik. Kürt. Hiçbir iktidar ve devlet gücü bir daha bunu geriye döndüremez, yok edemez. Ama! Tehlike var. Bu kimlik nasıl bir kimlik? Nasılına cevap arıyoruz halen. Yok, cevaplarımız var. Yapamıyoruz. Bu kimlik, bu Kürt özgür kimlik, özgür Kürt olarak kendini inşa edemezse başkasına benzeyecek.
Gelenekselleşen ama kendini yenileyemeyen bu festival gibi diyorum nedense. "Newroz’a katılanlardan daha fazla Kürt var" diyor yıllarca böylesi şenliklere tanık olan biri. Neden, diyorum? "Coşkulu" diyor. İyi de, aradığım yanıt bu değil. Neden? Bu coşkulu topluluğun her birinin aklında cevabını aradığımız sorunun bir benzeri duruyor sanki. Cevabı da hemen yanı başında duruyor olmalı. “Kaybedilecek zaman yok, nereden başlayacaksak başlayalım ama bir an önce bizi geriye doğru çeken bazı şeylere dur diyelim.” Her birimiz birbirimize sesleniyoruz aslında. Bizi "çok" yapan bu.
O zaman mesela şunu neden yapmayalım? Gelecek yılın festivalini nasıl yapalım? Kim konuşacak, bunu kim tartışacak? Hepimiz. Çocuktan kadına, bireyden tüm kurumlarına kadar herkes katılacak. Demokrasi işleyecek. Yani söz, tartışma, katılım ve karar. Müzikten kitap standına, yemekten sahne düzenine kadar ilgi duyan, önerisi olan, bilmek isteyen herkes katılacak. Çok mu zor bu? Hayır, demokratik katılım, işleri sadece paylaştırmakla kalmaz, sorumlu kılar, geliştirir ve irade yapar.
Genç kadın ve erkekli bir grup el ele tutuşuyor yeniden. Davul ve zurna çalıyor. Ne güzel!. Kitap standına ilgi hiç eksilmiyor. Kürtlük bir kültürdür. Kültür, bu topluluğun tarihselleşen ve geleceğe akan yaşam ve özgürlük eylemidir. Avrupa'nın dehlizlerinde iktidar ve devletin maskelenmiş, sahteleşmiş yaşam ve bilincine terk edilemeyecek, öncüsüz bırakılamayacak kadar değerlidir.
Hiç fotoğraf çekmediğim geliyor aklıma birden. İyi de, neden ihtiyaç duyayım ki! Biz bugün heval gülücüklü, Kürt sesli, dağ yürüyüşlü, binbir suratlı canavarın ortasında okyanuslara akan birer su damlası gibiyiz. Ada bizim içimizde. Şu dalgalanan flama ve posterlerde buluşmanın kocaman kuvveti var.
31. yılında bu festivalin, ben de varım, diyorum kendime. Binlerce kadın, ve erkek, ve çocukla. Kürt’ün festivali de bir nevi savaş gibidir. Kendini bir toplum, hakikatinin sesini gür haykıran bir toplum olarak adlandırmaktan daha güzel ne olabilir?
Ateşte pişirilmiş mısır alıyorum dost sohbetine koyulmuş grubun elinden. Tâm, tadını bulamıyorum çocukluğumda yediğim mısırın. Gün boyu yakıcı güneşin altında sadece sıcaktan şikayet etmekle yetiniyor her taraftaki çalışanlar. Demek ki mutlular bu günden diyorum. Sabahtan o yana bu yana gidip gelen basın çalışanlarından biri söylüyor hallice, ”yorulduk ama bahtiyarız."
Sesimi duyacak mısın, hangi tip hapishanenin kaç numaralı hücresinde kalan heval. Son sözümüzdür demiyor burdaki on binler. Her biriniz her birimizle, hepimizle özgür topraklarımızda olduğumuzda her şey hal olmayacak ama, en büyük festival olacağına yemin billah edebilirim şimdiden.
Hisler mi? Düşünceler mi?
Hem her yerdeyim hem hiç bir yerde. Belki de otuz yıldan sonrasının diyalektiği de böyle bir şey!..
fotoğraflar: Arjin Nujin, Deniz Babir, Arat Ararat, Hakan Türkmen







