İstisnanın istisnası -II-

Forum Haberleri —

cezaevi

cezaevi

  • İdare ve Gözlem Kurulları (İGK) köklü bir sorunun yalnızca yüzeyi. Esas mesele, cezanın fiilen idari ve güvenlikçi bir mantıkla yeniden inşa edilmesidir.  
  • İGK, yalnızca cezaevi içi düzeni sağlamakla kalmıyor; siyasal muhalefeti, direnişi, alternatif kimlik ve aidiyetleri çözmeye, bireyselleştirmeye, parçalamaya dönük bir araç hâline geliyor. 
  • İGK, yüksek güvenlikli rejimin teknik/idari organı değil; bizzat rejimin siyasal kalbidir. Demokrasinin, hukukun ve iktidar sınırlarının sınandığı bir alan olarak ele alınmalı.
  • Kaldırılması, darbe ürünleriyle hesaplaşarak, toplumsal ve siyasal kazanımın sonucu olacaktır. Bu da esasen Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nin ana hedeflerinden biridir.

ONUR CAN AYKUT

Hapishane rejimi, Türkiye’de demokrasinin ve hukukun sınırlarını çıplak biçimde gösteren alanlardan biri. “Kuyu tipi” yapılanmaların, zaten istisna niteliğindeki hapishane rejimi içinde bir kez daha istisna ürettiğini; özgürlüğü elinden alınmış kişinin, ikinci ve üçüncü kez “çıplak hayat”a indirgenerek tutulduğunu tartıştık. Bu mekânsal ve mimari düzenin tek başına işleyemeyeceği de ortada. Bu hapishane rejiminin asıl sahibi diyebileceğimiz ve ona süreklilik kazandıran, cezaevinin içindeki idari-yarı yargısal yapılardır. Bu noktada karşımıza çıkan temel kurum, İdare ve Gözlem Kurulları'dır (İGK). 

İGK’ler, ilk bakışta teknik ve idari bir organ gibi sunuluyor; tutsağın infaz süreci boyunca “iyi hâl”ini değerlendiren, cezaevi disiplini ve uyumunu takip eden, açık cezaevine ayrılma, izinler, bazı hak kısıtlamaları gibi konularda kararlar veren bir “kurul” gibi. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve ilgili yönetmeliklerde, kurullar hukukun bir parçası olarak, “tarafsız” ve “nesnel” değerlendirmeler yapan profesyonel organlar gibi tanımlanıyor. Pratikte, özellikle yüksek güvenlikli hapishanelerde, İGK’lerin cezanın süresini yeniden belirleyen, tutsağın yaşamını her açıdan ve doğrudan etkileyen, olağanüstü yetkilerle donatılmış birer istisna mekanizmasına dönüştüğünü görüyoruz. 

Hukuki çerçeve ve aslından uzaklaşma

Bu istisnayı anlamak için İGK’nin yalnızca cezaevinin içindeki konumuna değil, Türkiye’nin genel hukuk yapısı içindeki yerine de bakmak gerekiyor. Türkiye, tarihsel olarak kıta Avrupası geleneğine bağlı; ceza ve infaz alanında da teorik olarak “yargıç merkezli” bir modele sahip. Anglo-Sakson dünyaya özgü olan “parole board” tarzı, yürütme ve idare ağırlıklı kurullarla ceza süresinin fiilen yeniden tayin edilmesi pratiği, mevcut sistemde yer almamalıydı. İGK tam da bu noktada, sistemin içine yerleştirilmiş ve eğreti duran Anglo-Sakson bir motif gibidir. Ceza sürelerini ve infaz rejimini, cezaevi içi idari bir kurulun takdirine bırakan, kıta Avrupası çizgisiyle uyumsuz, melez bir yapı. 

Mevzuatta İGK’nin yetkileri, kabaca “iyi hâlin tespiti”, “infaz rejiminin belirlenmesi” ve “kurum içi uyumun gözetilmesi” başlıkları altında toplanıyor. Kurula belirli aralıklarla her hükümlü hakkında gelen raporlarla birlikte; disiplin cezalarını, etkinliklere katılımı, tutum ve davranışları değerlendiriyor. Kâğıt üzerinde bunlar, cezanın bireyselleştirilmesi ve topluma yeniden kazandırma amacıyla gerekçelendiriliyor. Hükümlüye, infaz sürecinde gösterdiği “iyi hâl” ile, koşullu salıvermeden yararlanabilme, açık kuruma ayrılabilme imkanı sağlıyor. Tam bu noktada İGK’nin yapısı, Anglo-Sakson hukukta gördüğümüz “parole board”lara fazlasıyla benziyor. Cezaevi idaresi ile iç içe, dolayısıyla idarenin içinde şekillenen, ancak aslında cezanın fiilî süresini yeniden belirleyebilen ancak bir yandan da yarı-yargısal da denebilecek kurullar. İngiltere’de veya bazı ABD eyaletlerinde karşımıza çıkan bu model, ceza sürelerinin teknik değerlendirme kurulları eliyle esnetildiği, koşullu salıverme kararlarının “kurul takdiri”ne bırakıldığı bir yapı. Bu yapı, baştan sona bu mantıkla inşa edilmiş Anglo-Sakson sistemlerin kendi iç tutarlılığı içinde anlamlı; hâkim merkezli, yazılı hukukçu, kıta Avrupası temelli sistemlere olduğu gibi ithal edildiğinde, kaçınılmaz olarak uyuşmazlık ve istisna üretiyor. 

Fiilî rolü ve aşındıran keyfiyet

İGK’nin, ceza infaz sistemine bu Anglo-Saksonvari mantıkla yerleştirilmesi, Türkiye’nin genel hukuk düzeninde ciddi anlamda absürtlük taşıyor. Teoride, cezanın süresi mahkeme kararıyla belirlenmiş, koşullu salıverme şartları ise kanunla tanımlanmış durumda. Fiiliyatta ise bu süre, yüksek güvenlikli kurumlarda İGK’nin “iyi hâl yok”, “örgütsel bağını sürdürmekte”, “pişmanlık göstermemekte” türünden değerlendirmeleriyle defalarca ertelenebiliyor. Böylece mahkemenin verdiği ceza, İGK’nin önüne gelen bir “ham veri”ye dönüşüyor; son hâlini ise cezaevi içi idari kurulun takdiri belirliyor. Bu, teknik düzeyde bir “kurul modeli ithali” gibi görünse de, siyasal düzeyde cezanın kanuniliği ve yargıç güvencesi prensiplerinin içten içe aşındığı bir zemin yaratıyor. 

Bir diğer yandan pişmanlık gösterip göstermeme; ölçülebilir, somut olarak belirlenebilir veya aksi kanıtlanabilecek bir ibare de değildir. Dolayısıyla anlamsızdır, koşullu salıverme kurumunun amacını da yansıtmamaktadır. Uluslararası düzeyde bunu karşılamak için “toplum için risk teşkil edip etmediğidir” kriteri kullanılır. 

RTÜK ve YÖK ile paralellikler 

Konuyu çok dağıtmadan mevcut sistem içinde benzeri garabetlerin varlığını da not etmek gerek. Bu örüntünün çözüm bağlamında da işe yarayacağını düşünüyorum. İGK, bu melez karakteriyle yalnız değil. Türkiye’de son 30 yılda oluşturulan veya güçlendirilen bazı kurumlar da benzer karma nitelikler taşıyor.  Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Yükseköğretim Kurumu (YÖK) gibi kâğıt üzerinde bağımsız idari otoriteler fakat pratikte iktidar ile sıkı bağları olan, özelikle ekonomik alan üzerinde geniş takdir yetkisi kullanan yapılar.   Bu yapılar ile İGK arasındaki benzerlik, yalnızca “bağımsızlık” tartışmalarında karşımıza çıkan kişisel/siyasal ilişkiler düzeyinde değil. Daha derin bir yapısal benzerlikten söz etmek mümkün: Kıta Avrupası hukukunun klasik ayrımlarını bulanıklaştıran, Anglo-Sakson tarzdaki kurul mantığını, çoğu zaman da siyasal iktidarla göbekten bağlı bir biçimde içeriye taşıyan melez kurumlardan bahsediyoruz. RTÜK basın alanının; YÖK ise akademini kritik noktalarından geçiyor ve ne tesadüf ki esasen bu organlar, “hapishane rejiminin” sosyal olarak devamını sağlayan kurumlar. İGK ise hapishane ve infaz alanında, cezanın süresi ve rejimi konusunda aynı melezleşmenin bir örneği olarak karşımızda. Bunlara bir çeşit truva atı demek mümkün. 

Cezanın yeniden inşa edilmesi

Dolayısıyla İGK tartışmasını yalnızca bir “infaz hukuku tekniği” veya “kurul içi bağımsızlık sorunu” olarak görmek, meseleyi daraltıyor. Evet, kurul üyelerinin atama usulleri, üzerlerindeki hiyerarşik baskı, hatta baskı dahi demeye gerek yok, bakanlıkça atanan, hemen her iş için bakanlıktan gelecek talimatı bekleyen memurlar için bir anda bu yapılardan bağımsız karar vermesi doğal olarak beklenemez. Kurumsal bağımsızlık/özerklik tartışmasının önemli parçaları, ancak bunlar, daha köklü bir sorunun yalnızca yüzeyi. Esas mesele, cezanın yargıç eliyle belirlendiği söylenen bir sistemin içinde cezanın fiilen idari ve güvenlikçi bir mantıkla yeniden inşa edilmesi.  

Türk tipi güvenlikçi içerik 

İGK kararlarının en tartışmalı boyutlarından biri, “iyi hâl” ve “pişmanlık” ölçütlerinin nasıl yorumlandığı. Mevzuatta iyi hâl; disiplin kurallarına uyum, suç işlememe, çalışmaya ve etkinliklere katılma gibi görece somut başlıklarla tanımlanmış durumda. Anglo-Sakson kurul pratiğinde de benzer teknik kriterler öne çıkar; risk değerlendirmesi, programlara katılım, disiplin, mağdur beyanları vb. Ne var ki Türkiye’de, özellikle siyasi tutsaklar bakımından, bu teknik başlıklar çoğu zaman siyasallaşmış bir içerikle dolduruluyor. Hapishanelerdeki fiili durum şöyle özetlenebilir: Mahpusun, işlediği fiili kabul etmesi, devlete ve mahkeme kararına karşı “itirazsız” bir konum alması, örgütle bağını reddetmesi, pişmanlık beyanları sunması bekleniyor. Siyasal aidiyetini, kimliğini, mücadele geçmişini koruyan; kolektif eylemlerden yana tavır alan; açlık grevleri, dayanışma pratikleri, ortak tutumlar içinde yer alan mahpuslar ise İGK raporlarında “iyi hâl göstermeyen”, “infaz rejimine uyum sağlamayan”, “örgütsel pozisyonunu sürdüren” kişiler olarak kodlanabiliyor. 

Bu noktada “iyi hâl” kavramı, klasik kriminolojik anlamını yitirerek, siyasal sadakat ölçütüne dönüşüyor. Kabuk Anglo-Sakson kurul tekniği; içi ise Türkiye’ye özgü güvenlikçi siyasetle doldurulmuş durumda. Anlaşıldığı kadarıyla, yalnızca şiddetle bağını koparmak değil, aynı zamanda devletin suç tanımını, tarih anlatısını, düşman imgesini bütünüyle içselleştirmek bekleniyor. Farklı bir siyasi pozisyonu korumak, “örgütsel aidiyet” kategorisi altında, cezanın fiilen uzatılmasına gerekçe yapılabiliyor. Böylece İGK, yalnızca cezaevi içi düzeni sağlamakla kalmıyor; siyasal muhalefeti, direnişi, alternatif kimlik ve aidiyetleri çözmeye, bireyselleştirmeye, parçalamaya dönük bir araç hâline geliyor. 

“İstisnanın istisnası” olarak İGK’nin özgül konumu 

Yüksek Güvenlikli Cezaevleri (YGC) bağlamında İGK, yalnızca bir disiplin ve değerlendirme mekanizması değil; aynı zamanda "kuyu tipi" mimarinin siyasal akılla buluştuğu düğüm noktasıdır. Bu hapishanelerde temasın, görünürlüğün, ortak yaşamın olanakları zaten mimari olarak en aza indirilmiş durumda. Mahpus, dar bir avlu, yüksek beton duvarlar, sınırlı güneş ışığı ve kesintisiz kamera gözetimi altında. Bbaşka insanlarla değil, neredeyse yalnızca devletin gözüyle ve memuruyla muhatap kılınıyor. İGK, bu mekânsal tecridi, zamansal bir esnetme ile birleştiriyor. Hükümlü için zaman, artık yalnızca hükümde yazan yıllar, aylar, günler değildir; her birkaç ayda bir önüne konan “iyi hâl” değerlendirme formları, kurul görüşmeleri ve yazılan raporların toplamı hâline gelir. Geleceğini, ne zaman açık kuruma çıkacağını, ne zaman ailesini daha rahat görebileceğini, ne zaman koşullu salıvermeye yaklaşacağını belirleyen güç, fiilen İGK’nin ellerine bırakılmıştır. Bu, yüksek güvenlikli hapishanelerin zaten var olan istisna karakterini, süreklileşmiş bir belirsizlik rejimiyle iç içe geçirir. 

"Kuyu tipi" hapishaneyi “istisnanın istisnası” olarak tarif etmişsek, İGK’yi de bu istisnanın içindeki karar motoru olarak görmek gerekir. YGC, bedenleri mekânsal olarak ayıran, izole eden madde; İGK ise bu maddenin nasıl şekilleneceğine, nasıl süreklileşeceğine karar veren formdur. Mahpus, YGC duvarları içinde yalnızca kapatılmış değildir; aynı zamanda İGK’nin her an yeniden yazabileceği, yeniden değerlendirebileceği, yeniden cezalandırabileceği bir özne-nesne olarak tutulur.

İGK’ler, rejimin siyasal kalbidir

Bu anlamda İGK, yüksek güvenlikli rejimin teknik idari organı değil; bizzat rejimin siyasal kalbidir. İGK’ler, kâğıt üzerinde ceza infaz sisteminin teknik, tarafsız unsurları; pratikte ise yüksek güvenlikli rejimin siyasal kalbidir. Cezanın mahkeme kararından koparak cezaevi içi idari takdire devredildiği; “iyi hâl” ve “pişmanlık” kavramları üzerinden siyasal sadakat testlerine dönüştürüldüğü; hukukun yazılı olduğu ama koruyucu etkisinin geri çekildiği bir “karar” alanını temsil ederler. İGK tartışması, yalnızca infaz hukuku tekniğinin bir detayı ya da kurum bağımsızlığı başlığının alt maddesi değil; demokrasinin, hukukun genellik iddiasının ve siyasal iktidarın sınırlarının sınandığı bir alan olarak ele alınmayı hak eder. İstisna hali ürünlerinin hepsi için geçerli olmakla birlikte kaldırılması; bir mevzuat yahut kurum (ların) bağımsızlığı tartışmasının çok ötesinde darbe ürünleriyle hesaplaşma sonucunda kaldırılarak elde edilebilecek bir toplumsal ve siyasal kazanımın sonucu olacaktır. Bu da esasen Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nin ana hedeflerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.