İstisnanın istisnası -I-

Forum Haberleri —

Cezaevi-foto:freepik

Cezaevi-foto:freepik

  • 'Kuyu tipi' denen hapishaneler, sadece kötü tasarlanmış ve sağlıksız bina değil; belirli bir siyasal-hukuksal rejimin mekânsal ifadesidir.
  • Önce vatandaş özgürlüğünü yitirip hükümlüye, sonra hükümlü topluluğu içinde yeniden seçilip 'istisnanın istisnası'na dönüştürülüyor.

ONUR CAN AYKUT

'Kuyu tipi' hapishanelere karşı yapılan toplantılar, gösteriler ve siyasi mahpusların açlık grevleri devam ediyor. Soruna ilişkin birçok yazı kaleme alındı, Meclis gündemine taşındı; ancak somut bir yol alınmadı, alınacağa da benzemiyor. Sorun çözümüne yönelik bir iradenin açığa çıktığını söylemek de zor. Oysa hapishanelerin durumu, bir ülkede demokrasinin ne kadar yerleştiğini –daha doğrusu ne kadar yerleşemediğini– anlatan en çıplak göstergelerden biridir.   

Bu konu hakkında basında yer alan haber ve yazılar daha çok 'kuyu tipleri'nin sağlık ve mimarisine odaklandı. Bu eleştirilerin tümü yerli yerinde ama sorunun özünü tam olarak yansıtmıyor. Mimariyi ve sağlık koşullarını tartışmak elbette gerekli fakat yeterli değil. 'Kuyu tipi', sadece kötü tasarlanmış ve sağlıksız bina değil; belirli bir siyasal-hukuksal rejimin mekânsal ifadesidir. Tam da burada, konuyu Agamben ile okumak, anlamak için işe yarar hale geliyor. 

Hapishane tipleri 

Hapishane tipleri konusunda ayrım ölçütleri şöyle özetlenebilir:   

* Güvenlik düzeyi: Açık cezaevi, kapalı cezaevi ve yüksek güvenlikli kapalı cezaevi.   

* Mimari yapı ve kapasite: Koğuş, hücre, havalandırma alanları, disiplin hücreleri ve ortak alanlar gibi fiziki kriterler.   

* Hükümlü/tutuklu profili: Ağırlaştırılmış müebbet, siyasi/adi örgüt suçları, adli suçlar vb.   

* İnfaz rejimi: Tecrit düzeyi, iletişim hakları, görüş/etkinlik sınırları ve açık kuruma geçiş imkânları. 

Özetle, 'hangi tip' hapishane olduğu, daha çok mimari ve güvenlik standardına göre belirleniyor.   

Demokrasi ve hukuksal sorun

Konu bağlamında F tiplerine özel olarak değinirsek hücre esaslı, yüksek güvenlikli; siyasi ve adi örgüt suçları, ağırlaştırılmış müebbetler için kullanılan ve ciddi izolasyon rejimiyle karakterize kurumlar olduklarını söyleyebiliriz. Yüksek güvenlik meselesi, F Tipi'yle bitmiyor. D ve Y Tipi Yüksek Güvenlikli Hapishaneler de bu grupta; ayrıca pek çok kampüste, F ya da T Tipi ile yan yana ama onlardan idari ve mimari olarak ayrı işleyen 'Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu' binaları var. Tam olarak 'istisnanın istisnası' dediğim şey de burada ortaya çıkıyor. Zaten istisna niteliğindeki cezaevi rejiminin içinde, bir kez daha ayrıştırılmış, daha sert, daha kapalı, daha görünmez bir art alan yaratılıyor. Bu yüzden 'kuyu tipi' hapishaneleri sadece 'insani olmayan hapis şartları' olarak görmek yetersiz. Sırf insan onuruna aykırı koşullar bile başlı başına karşı durmak sebebiyken, mesele aynı zamanda bütünlüklü bir demokrasi ve hukuk sorunu olarak ele alınmayı hak ediyor.   

Agamben'e göre 'istisna hâli'

Giorgio Agamben, 'istisna hâli'ni hukukun askıya alındığı fakat aynı anda yürürlükte de kaldığı sınır-alan olarak tanımlar. Egemen iktidar, 'olağanüstü hâl'i ilan ederek hukuku kısmen 'durdurur' ama tam da bu sayede kişi üzerinde sınırsız bir tasarruf alanı elde eder. Bu teoride 'kamp', modern dünyanın paradigmatik mekânıdır. Hukukun hem içinde hem dışında olan, yurttaşın 'çıplak hayat'a indirgenerek tutulduğu yer. Kampın en kritik özelliği, istisnanın geçici bir durum olmaktan çıkıp normal bir yönetim tekniği hâline gelmesidir. 

Bu çerçevede Türkiye’deki yüksek güvenlikli hapishaneleri ele aldığımızda; toplumun kendisi zaten ceza hukuku üzerinden işleyen bir disiplin rejimine tabi. Kapalı cezaevi kendiliğinden bu rejimin istisna mekânı; özgürlüğün askıya alındığı, hakların sınırlandığı bir mekan olarak yerini alıyor. Bunun üzerine yüksek güvenlikli hapishaneler ise bu istisna alanının içinde, daha da yoğunlaştırılmış ikinci bir istisna mekanı olarak karşımıza çıkıyor. Kampüs içindeki bağımsız yüksek güvenlikli binalar ise bu ikinci istisnanın da içinde, üçüncü bir eşik gibi işliyor. Dolayısıyla önce özgürlüğünüzü yitirip hükümlüye dönüştürüyor; sonra hükümlü topluluğu içinden yeniden seçilip 'yüksek güvenlikli'ye ayrılıyor; orada da belli gruplar 'kuyu tipi' denen, temasın, görünürlüğün ve hukuki güvencenin en aza indiği alanlara gönderiliyor. Bu, Agamben’in 'çıplak hayat' dediği şeyi iki kez, hatta üç kez katmanlaştırarak yürüten bir süreç. 

Hukukun koruyuculuğu askıda

Yüksek güvenlikli rejim, kağıt üzerinde 5275 Sayılı Kanun ve ilgili yönetmeliklerle tanımlı, böylece 'hukukun içinde' görülüyor. Her sevk ve disiplin kararı, belli maddelere yaslanıyor, en azından böylesi bir görünüm veriliyor. Aynı anda iletişim son derece sınırlı, denetim çoğunlukla idare ve gözlem kurullarının takdirine bağlı, dışarıdan görme/görülme kanalları neredeyse tamamen kontrol altında. Bu, Agamben’in tarif ettiği türden bir paradoks yaratıyor; hukuk yürürlükte ama koruyucu etkisi askıda. Kuyu tipi hapishane bu açıdan, 'yasanın yazılı olduğu fakat fiilen geri çekildiği' bir alan. Bir yandan hukukun konusu olan kişi (mahpus), öte yandan hukukun koruma zırhı en zayıf hâline gelmiş bir 'çıplak hayat'. 

Diğer bir yandan mimari açıdan 'kuyu tipi' denilen yapılanma, sadece dar avlular, yüksek duvarlar, sınırlı güneş ışığı meselesi değil. Bu mimari, siyasal bir kararın cisimleşmiş halidir. Hücreler ve havalandırmalar, birbirini görmeyen ama kameralar tarafından sürekli görülen bir düzende kurgulanıyor. Kişinin başkalarıyla kuracağı her ilişki, idari izin ve gözetim süzgeçlerinden geçiriliyor. En can alıcı nokta; insan, diğer insanlara değil, yalnızca devlete ve onun temsilcilerine görünür kılınıyor. 

Güvenlikçi aklın laboratuvarı

Agamben’in “kamp, modern siyasetin gizli matrisi hâline gelmiştir” tespitini bu bağlamda ciddiye alırsak 'kuyu tipi' hapishane de güvenlikçi devlet aklının yoğunlaştığı bir laboratuvar olarak görülebilir. Burada prova edilen gözetim ve kontrol teknikleri, zamanla toplumun başka alanlarına da sızma potansiyeli taşır. Bu yüzden 'kuyu tipi' hapishaneler, sadece mahpusların değil, aynı zamanda demokratik hukuk düzeninin de test edildiği sınır-vakalardır. İstisna hâli kalıcılaştıkça, yüksek güvenlikli istisnalar yaygınlaştıkça, bu istisnalar toplum nezdinde 'gerekli' ve 'normal' görülmeye başlandıkça, hukukun genellik iddiası aşınır, hatta kalmaz. Temel haklar, 'riskli' görülen her grup söz konusu olduğunda, sessizce geri çekilebilir hâle gelir. Bugün 'örgüt üyeliği' etiketiyle rıza gösterilen tecrit biçimleri, yarın başka gruplar için de olağanlaştırılır. 

Kurallaşarak zeminini aşındırıyor

Farklı tiplerdeki kampüs içindeki bağımsız yüksek güvenlikli kurum, Agamben’in 'çıplak hayat' kavramını iki kez katmanlaştıran mimari, siyasal ve 'hukuki' bir düzenleme. Önce vatandaş özgürlüğünü yitirip hükümlüye, sonra hükümlü topluluğu içinde yeniden seçilip 'istisnanın istisnası'na dönüştürülüyor. Bu, istisna hâlinin kalıcılaşarak kuralın yerini aldığı, dolayısıyla demokratik hukuk düzeninin kendi zeminini aşındırdığı bir sınır-vakayı gösterir. Belki de bütün bu siyasal ve hukuksal analizin yerine, pratik hayatın daha yalın bir ölçütü koymak gerek. Bir avukat, yüksek güvenlikli hapishaneye girdiğinde, kendisine gösterilen olağanüstü ihtimamdan dolayı zaten o kurumdan şüphelenir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.