Allahın ikinci lütfu: Deprem

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Sarıklı, cübbeli ve sakallı fetvacı haydutlar “Allah’ın son lütfu“ndan faydalanmaya başladılar bile. Ortada kalmış çocukları çalıyor, kaçıyorlar. Tecavüz ettikten sonra onları, sokağa mı atacaklar, evlatlık edinip evlenecekler mi, yoksa Yeniçeri misali kullanılmak üzere devşirecekler mi, onu bilmiyorum.

Deprem, en başta ordusu, tüm kurumlarıyla Türk devletinin çöküş göstergesi oldu. Hepiniz, tüm dünya tanıktır. “Güçlüyüz” palavrası enkaz altında kaldı.

Türk devleti, yıkıntılar altından çıkan insanlara, bir bardak su, kışın ayazında bir tas sıcak çorba, sarınılacak battaniye, sığınılacak bez bir çadır bile veremedi. Sefilliği görün, ölülere mezar kazamadılar. Hitler faşizminin düşmanlarına yaptığı gibi, insanları kefensiz toplu mezara gömdüler.

“Güçlü devlet“in sefaletini görün; sayısını kimsenin bilmediği çoklukta insan, “kurtarın“ diye bağıra, inleye umutsuzluktan çıldırarak veya enkaz altında donarak can verdi.

Bunların devletini “seveyim! Devlet olan her yerde ordu, bu gibi durumlarda hazır yardım gücüdür. Oysa silahsız, savunmasız Kürt kadın ve çocuklarına karşı, “pek güçlü“ pozlu, kiralık askerle, dağlarda “IŞİD“, ölülere tecavüz edip kulak kesendi bu…

Bu ordunun öncüleri, ölümün ikinci günü sonunda, her türlü alet edevattan çıplak, enkazda görüldüler. Ne yapacaklarını bilemeden etrafa bakan.

Oysa rejimin Recep’i, daha düne kadar, bu orduya güvenerek, semirmiş “payîz“ (sonbahar) tekesi gibi, boğuk sesle “bir gece ansızın“ diye diye tehditler savuruyordu. Neyse ki, komşular “delidir, ne yapsa yeridir“ dercesine, ona uyup “hadi gel“ demediler. Meğer, Recep’in değil ama “milleti“nin verilmiş sadakası varmış. Çünkü, deprem göstergedir ki, savaş çıksaydı, bu ordu ile haller haraptı.

Devletin çatı yapısı ile hizmetkar personel halkın vergileriyle besleniyor. Devleti temsil eden Recep, baş hizmetkar diye maaşını halktan alıyor. Yine halkın vergileriyle saraylarda görkem içinde, onun deyimiyle “yüksek itibar“la yaşatılıyor. Aile bireyleri, yokluktan gelip mala, mülke, odalara sığmayan servete eriştiler.

Ama halk yıkıntı altında can verirken devlet yoktu. Açlıktan acı çekerken, üşürken, donarak ruhunu teslim ederken, kendini ilk çağların yarı tanrısı gibi gören rejimin reisi Recep, üçüncü hafta bile, hala “açız, üşüyoruz, devlet nerede“ diye inleyen ve onların sesine ses olan CHP liderine, tırlak bir tımarhanelik edasıyla sövüyordu:

“Terbiyesiz, terbiyesizliğini bırakmaz. Çıkmış bir tanesi 'Kızılay nerede, ne çadırını ne yemeğini görmedik' diyor. Be ahlâksız, be adi, be namussuz; günde 2,5 milyon insana bu Kızılay yemek ulaştırıyor.“

Oysa deprem 11 ili ve oralarda yaşayan 15 milyon kişiyi vurmuştu. Kızılay ise Recep’in övünmesi ile sadece 2,5 milyona çorba veriyordu. O halde geride duran  12,5 milyon kişi açtı. Ve üstelik geride, olası depremde ekmek, barınak ve ısınak olarak kendilerine ulaşsın diye ödedikleri toplam 37 milyar dolar, Recep’e teslim edilmişti. Yani Recep’ten sadaka istemiyorlardı. O paradan kedilerine ekmek, su, barınak istiyorlardı. Gelgelelim, o 37 milyar dolar kayıptı. Kimlerin “itibarına köprü“ olduğu ya da kimlerin çaldığı belli değildi.

Rejimin Recep’i, uçurulmuş paradan hakkını isteyenlere küfrede dursun, onun “15 Temmuz kaosu“ için, (Kaos Kürtçe bir deyimdir. Cinin canavarlaşmış ve insanları uykuda basan halidir) “Allahın lütfu“ demişti. Türk-İslam ırkçılığı, bu “lütuf“tan sonra diktatörlüğün taşlarını döşemeye başlamış, hukuksuzluk ve ahlaksızlığa dayalı faşizmi yerleştirmişti.

Görünen ve yaşanan o ki, faşizmin hayatında deprem, allahın ikinci lütfu. Bütün belirtiler bunu gösteriyor. Lütfu kullanmaya başladılar bile.

İnsanlar ölüm getiren yıkımla meşgulken, “şimdi fırsatı kullanma zamanı“ diyerek, Rojava ağırlıklı olmak üzere, Kurdistan’ı bombalıyor, deprem ölülerine ölü canlar ekleyerek “keyif ediyor“lar. Kaçık sadizmi böyledir. O “kabus gibi“ insan boğmak ve kan almakla keyiflenir, can alır. Rojava’da masum avındalar. Bu, vahşi fırsatçılıktır.

Amerikan Dışişleri Bakanı’nın deprem nedeniyle gelişini de 'Allahın bir lütfu' olarak değerlendirdiler. “Hırsız Osman’ın oğlu“ bir yanda, hamalın oğlu öbür yanda Amerikalı Blinken’ı çapraza alarak, “seçime zaferle girme“ hevesiyle Rojava’ya saldırma izni istediler.

Burada bir parantez: Kurdistan’da, serçeden büyük, ince uzun bacaklı „“reş belek“ ve “tulli“ adında bir kuş vardır. Sulak yer, bataklıklarda beslenip yuvalanır. Tulli, başka kuşlar tarafından taciz edilip agresifleştiğinde, gidip yuvadaki yavrusunun başına pisler.

Bunlar da, Amerika‘ya öfkelendikçe, Kürt katliamına çıkıyorlar. Dışişleri Bakanı’nın gezisinden sonra, yine öyle yaptılar. Qamişlo’da, yolunda giden bir arabının içindekileri vurduklarını, zafer naralarıyla açıkladılar. Katile, helal olmasın cinayetiyle övünme yakışır.

Ama göründüğü kadar deprem lütfu, bu kadar değildir. Lütuf parasaldır. Bunlarsa paraya tapınır.

İçerde, şimdiye kadar  acılı insanlara harcanmak üzere, 120 milyar liraya yakın bir para topladılar. Dışarıdan geleni ise kimse bilmiyor. İşte bu paranın ucunu göstererek konut masalı anlatacaklar. Bununla balık hafızalı seçmenden oy alacaklar. O arada simsar yandaşları besleyecekler. Konut müteahhitleri şimdiden proje çizimlerine başladılar bile. Bölüşmeden arta kalan para ile de “göreceli bolluk“ yaratarak oy toplayacak, günü kurtaracaklardır.

O kadar yoksulluk varken, onuru olan oyunu satacak, o kadar düşkün, düşmüş var ki!..

Ha, sarıklı, cübbeli ve sakallı fetvacı haydutlar “Allah’ın son lütfu“ndan faydalanmaya başladılar bile. Ortada kalmış çocukları çalıyor, kaçıyorlar. Tecavüz ettikten sonra onları, sokağa mı atacaklar, evlatlık edinip evlenecekler mi, yoksa Yeniçeri misali kullanılmak üzere devşirecekler mi, onu bilmiyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.