Amerika’yı bırak Türk ırkçılığına bak

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

Amerikalı beyaz bir polisin, Minneapolis şehrinde, yere yatırdığı George Floyd adındaki siyahi bir adamı boğarak öldürmesinden sonra başlayan tepki, ırkçılık karşıtlarının, işsizler, korona nedeniyle işini kaybedenler, sosyal güvence yoksunlarının da katılımıyla, kısa zamanda büyüyerek, ülkeye yayıldı. Çağında “boğuluyoruz“ sloganlı isyana dönüştü.

Hükümetin polis, copu, biber gazı ve plastik mermilerle karşı saldırıya geçmesi ise “boğuluyoruz“ sloganıyla, genel isyanı tetikledi. İsyan, baştan başa tüm Amerika’ya yayıldı. Bir çok şehirde, polis karakolları ve sayısız polis aracı yakıldı. İşyerleri, evler tahrip edildi; yakıldı. Mağazalar yağmalandı. Göstericiler Washinton’da, Beyaz Evi kuşattılar.

Hükümet, çaresizliğin çaresi olarak Washington, New York, Seattle, Detroit, Los Angeles başta olmak üzere, kırkı aşkın şehirde olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan etti. Orduyu egemenlik için sokaklara çağırdı.

Ama Amerika‘nın gücü, yetersiz kaldı. Gazete manşetlerinin diliyle, ülke yanıyor.

Bundan sonra, olayların seyri nasıl gelişir, “eğer göstericiler Beyaz Eve girseydi, onları vahşi köpekler ve uğursuz silahlarla karşılardık“ diyen Başkan Trump’ın, faşizan tutumu ne yana evrilir onu bilemeyiz. Ancak, bazı rötuşlara uğrasa bile Amerikan sisteminin yoluna devam edeceği gerçektir.

Öte yandan, bir zamanlar dede ve nineleri, hayvan avlanır gibi Afirika’da yakalanarak, köle olarak çalıştırılmak üzere, Amerika’ya getirilen ve köle pazarlarında satılan Afro-Amerikalılara karşı beslenen ırkçı nefret, bir gerçektir.

Ama, her şeye rağmen, mağdurun yanında yer alan bir kamu vicdanının varlığı da, ayrı bir gerçektir. Oradaki beyazlar, homojenlikle, topyekün vicdansız değildi. 1865’de köleciliği yasakladı. Beyaz tenli yazarlar, ırkçı vahşeti anlatan sayısız kitap yazıldı. Filmler yapıldı. 1960’larda Mississipi’de, Salam’da yapılan ırkçılık karşıtı gösterilerde, beyazlar çoğunluktaydı. Dr. Martin Luter King’in yürüyüşünde de…

Dolayısıyla, Minneapolis şehrinde siyahiler yalnız değildi. Beyazlar yanlarında çoğunluktaydı.

Bunca anlatıdan sonra, işte şimdi “ancak“ diyorum. Ancak, yüz yıldır boynu Türk ırkçılığının ayağı altında olan Kürtler, insan olana has bir üstün değer yargısı vicdanı, asla yanlarında görmediler. Türk kamuoyu, ta ilk günden beri, “vicdandan habersiz“ rolündeydi. İnsani hiç bir davranış görmedi, Kürtler.

Ülkelerini işgal ettikleri Kürtleri, asla insandan saymadılar. Devletin kanunları da onları kapsamadı. Mesela, 2014 yılında, Türk devletinin besleyip silahlandırdığı İslamofaşist çeteler Kobanê’ye saldırıyorlardı. Kürtler, karşıdan Suruç tepelerinde tünemiş kardeşlerinin katlini seyrediyor, son feryatlarını dinliyorlardı. 6 Ekim 2014 günü, Türklerin, katillere desteğinin kabul edilmezliğini anlatmak için, sokağa çıktılar. Anayasa gereğince, sokak gösterisi onarın da hakkıydı. Ama bu hakkı kullanırken, dört bir yandan polis, asker ve para-militer çetelerce kuşatıldılar. İki günde, 50 tane Kürt katledildi.  Önceden işaretlenmiş evler, iş yerleri talan, sokaklarda, Kürtlere işkence edildi.

Ve tabii olarak, Türk-İslam faşizmi katillerden arka çıktı. Katledilen, talana uğrayan Kürtleri suçlu sandalyesine oturttu.

Bir yıl sonra, Kürtlere karşı topyekün savaş ilan edildiğinde ise bazı Kürt gençleri, katillere karşı caydırıcı önlem olarak, bir-iki şehrin sokaklarında, her zırhlı aracın kolaylıkla üstünden geçebileceği nitelikte, tahta parçaları, taş ve tuğladan barikatlar kurdular. Türk devleti, bunu bahane edip on Kürt şehrini taklar, toplar, uçaklarla kuşatıp bombalayarak yaktı, yıktı.

Öte yandan Roboskî’de çocuk katliamı orada, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz’la edilen çocuk katliamları, defnine izin verilmeyen Cemile çocuğun buzlukta muhafaza edilen ölüsü ise buradaydı.

Dönemin, mutlak muktediri yani ordu, ve polis adliyenin başkomutanı ise Recep Tayyip’ti. İşte bu Recep Tayyip, mahir ırkçının baskın çıkma edasıyla aklımız, duygu dünyamız ve düşüncelerimiz, cinayetlere tanıklığımızla alay edip bizimle eğleniyor gibi Minneapolis olayını takbih ediyor, üstüne tükürürcesine kınıyordu. Bu amaçla yayımladığı mesajda gözümüzün içine baka baka din, dil, ırk ayırımı yapmadan, insanlık haklarını koruduklarını söylüyor, devam ediyordu:

“Bize, yaratandan ötürü insanlığı sevmeyi öğreten İslam medeniyetinin bir üyesi olarak, bu insanlık dışı mantaliteyi kınıyorum.“

Gelin şimdi, yaratandan dolayı, insan sevmeyi öğreten İslam medeniyeti İslamı El Kaide, IŞİD (DAİŞ) veya İhvan mı bilmiyorum. Ama her ne ve hangisi ise hiç bir dinle uygunluğu yoktu, yaptıkları. Kuzey Kürdistan ve Rojava şehirlerini insan başına, ağzı, dili, eli de olmayan danaların, kuzu ile kedilerin üstüne yıkmaya hangi din cevaz veriyordu, acaba? IŞİD’in dibi olabilir. Onun dışında, hiç bir dinde bebek, silahsız, savunmasız ihtiyar ile kadınların katline cevaz yoktu.

Onunki hangi İslam bilmiyorum. Ancak, Kürtleri diri diri yakma, kafalarını kesmenin mübah olduğunu, bildiğimiz İslam kitabı yazmıyordu. Mezarlık talan ile yıkımı ise büyük günahtı.

Irk ayırımı yapmadığını söyleyen canbaza bakın ve seyreleyin. Meydan meydan dolaşıp televizyon kanallarına seğirterek, adam, “bekamız“ feryat koparan kimdi? Bir çakma Türk olarak, Türklerin geleceğini, hayatiyetini Kürtlerin yok olmasında arayan…

Ve “beka“ meselesinden yola çıkan katiller, o gün bugün sokaklarda Kürt avlıyorlar. Barış Çakan’ın katli de buna örnekti. Kimi Kürtler de, Kürt soyunun umumi katilini bırakıp tetikçi peşine düşüyorlar…

Demek istiyordum ki, Amerika‘nın Minneapolis şehrinde işlenen ırkçı cinayeti bakalım. Kürt kırımını yol yapan Türk ırkçılığına bakalım. Asıl bela bu. Çünkü devlet politikasıdır…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.