Anayasa, kırmızı çizgiler, gerçekler

Forum Haberleri —

Anayasa

Anayasa

  • Bu Anayasa“ vatan Türk’ün vatanı, devlet de yüce Türk devletidir” demekten öte gitmedi şimdiye kadar. Peki Kürtlere ne kalıyor, Kürtler anayasanın neresinde? Kürtler anayasanın hiçbir yerinde değil. Ama aynı zamanda her yerindedir!

BAHATTİN SEMSÛR

Son zamanlarda bir kez daha anayasa tartışmaları gündeme girdi. Özgürce tartışılmalı ve gerekli değişiklikler mutlaka yapılmalıdır. Çünkü anayasa, herhangi bir kanun veya KHK değildir. Bir halkın veya halkların, farklı inançların emekçilerin, kadınların, gençlerin gelecekte nasıl yaşayacaklarını belirler. Onun için anayasaların yapımı öyle tepeden inmecilikle olmaz. Hele hele farklı toplumsal kesimlerin görüşlerini, önerilerini almadan, alsa da anayasada yer vermeden referandumdan geçirmek, doğru bir yöntem değildir. Tarihte hiçbir diktatörün sunduğu anayasa metninin referandumda reddedildiği görülmemiştir.

Bugüne kadar Türkiye devletinde yapılan anayasalar, öncelikli olarak Kürt halkını, diğer halkları ve özellikle de Alevileri yok saymış, yer vermemiştir. Çünkü iktidar güçleri adı geçen halk ve inançları inkar etmekte ve her türlü saygısızlığı yapmaktadır. Yok etmek için, öncelikle yok saymak, ama var olan bir şeyi yok etmek için de son derece planlı, stratejili, taktikli hareket etmek gerekiyor. Sömürgeci Türk devletinin son yüzyıldaki anayasa yaklaşımı hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde böyle olmuştur. Birçok değişiklik yapılmasına rağmen, yok edilmesi gereken halklar ve inançlara ilişkin maddelerde hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Halklardan gelen her değişiklik önerisi ise, yasakçı, saldırgan, tehditkar ve talep sahiplerini söylediğine pişman ettiren bir katliam, soykırım, zindan, işkence de dahil, her türlü baskı ve zorla karşılanmıştır. İç-dış koşullar da buna zemin oluşturmuştur. Ne de olsa, geçen yüzyıllık dönem ulus-devletlerin altın çağıydı. Astığım astık, kestiğim kestik bir dönemdi.

Ama artık, bir tarihi yanlışlık olarak, halklar ve inançlar aleyhine gündeme gelen ulus-devlet zihniyet ve pratiği, çözümü mümkün olmayan bir kriz içinde debelenmektedir. Üçüncü Dünya Savaşı genişleyerek sürmektedir. Ortadoğu’daki durum başta olmak üzere farklı bölgelerdeki ulus-devletler de pek farklı sayılmaz. Yani ulus-devletler için yolun sonu görünüyor.

Soykırımcı Türk ulus-devleti de, bu kriz-kaosu fazlasıyla yaşamaktadır. Elli yılı aşkın Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi ve bölgedeki son siyasal, ekonomik ve askeri gelişmeler, bu kriz-kaosu daha da derinleştirmektedir. Türk devletinin eskide inat edip diretmesinin sonuçları, kandan beslenen sermaye sahipleri dışında kimsenin yararına değildir. Türk halkının, ezilen işçi-emekçi, kadın, gençlik vb. kesimleri en büyük zararı yaşamaktadırlar.

Bugüne kadar yürütülen inkar-imha siyasetinin yol açtığı sorunlarla en az Kürt halkı kadar Türk halkı da yüzleşmekte, acı-sıkıntı yaşamaktadır. Açlık, yoksulluk, işsizlik, ekolojik dengenin bozulması, son süreçte yoğunca yaşanan orman yangınları, öldürülen kadın sayısı… Bunları iktidarın kendisi de açıklamaktadır.

Ama iktidarın açıklama yaparken bile halkı aldatma durumunu gözden kaçırmamak gerekir. Ne diyorlar, “eğer terör olmasaydı, harcanan paralarla, şu kadar yol, hastane, köprü, metro, okul, fabrika vb. yapılırdı" denilmektedir. Kendi soykırım suçlarını gizlemek için bunu bilinçli yapmaktadırlar.

Fakat, Kürt halkının devlet ve iktidar tarafından neden-nasıl anayasada, yasalarda yok sayıldığı ve gizli anayasalarla yok edilmek istendiğine ise ne hikmetse hiç değinilmemektedir. Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni suçlu göstermek, Türk halkı başta olmak üzere diğer halklar nezdinde kriminalize etmek için bu kavramın hala kullanılmak istendiği çok açıktır.

İnsan varlığına saygılı olmadığı, halk olmaktan kaynaklanan haklarını resmen de fiilen de tanımadığı bir halkla ve temsilcileriyle nasıl ilişkilenebilir? Ne kadar samimi ve ciddi tartışabilir, çözüm üretilebilir, demokrasi ve barış gerçekleştirilebilir?

Bugün, nüfusu, geçmişte yapılan nüfus sayımları göz önüne alınarak, Bakurê Kürdistan ve Türkiye metropollerinde ortalama 30 milyon civarında olan Kürt halkının hala anayasada yeri yoktur.

PKK’nin dayatılan böyle bir sömürgeci ve soykırımcı devlete karşı yarım yüzyıllık mücadelesiyle, Kürtler demokratik bir ulusal bilince ulaşmışlardır. Bunu yaşamın vazgeçilmez bir ilkesi olarak benimsemektedirler. Bu nedenledir ki, Bakurê Kürdistan ve Türkiye’de 23 ilde yapılan bir ankette, katılanların yüzde 98’i anadillerinde eğitim yapmak istediklerini belirtmişlerdir.

Kürt halkının varlığı açıkça anayasada yer almalıdır. Çünkü bazıları, sanki elli yıllık bir direniş ve on binlerce cana, mala, bir o kadar esaret altına alınmaya, yaralıya, gaziye, yüzbinlercesinin sürgününe yol açan bir savaş yaşanmamış gibi düşünmektedir. Fildişi kulesinde olmak diye buna denir herhalde. Bazıları bu gerçekliği inatla görmek istemiyor. Aslında görüyor, fakat kafasındaki inkar-imha bariyeri o kadar yüksek ve kalın ki, görmemiş gibi konuşuyor, hareket ediyor. Bu durumun sürdürülemeyeceği, büyük güçlükler yaşanarak, anlaşılmıştır. Israrı ise daha büyük yıkımları beraberinde getirebilir.

1921 Anayasası, halkların, inançların kendisini ifade edebileceği, sınırlı bir imkan da olsa Büyük Millet Meclisi’nde (BMM) oluşturulmuştur. Dikkat edilirse, BMM denilmektedir, “TBMM” denilmemektedir. Egemen zihniyet öyle bir şartlanma yaratmıştır ki birçok siyasetçi, aydın, yazar vb. kesimler 1921-1924 tarihleri arasına ilişkin değerlendirme yaparken “TBMM” diyebilmektedirler. Peki, 1920’de kurulan BMM’yi oluşturanlar, acaba, Türk halkının çoğunlukta olduğunu, BMM’nin de çoğunluğunun Türk olduğunu bilmiyorlar mıydı? Elbette biliyorlardı, ama “Türk” ifadesini özenle kullanmıyorlar.

1924’te yapılan ise, bir ulus-devlet anayasadır. Türk anayasası “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlıını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüünü belirleyen bu Anayasa“ vatan Türk’ün vatanı, devlet de yüce Türk devletidir” demekten öte gitmedi şimdiye kadar. Peki Kürtlere ne kalıyor, Kürtler anayasanın neresinde? Kürtler anayasanın hiçbir yerinde değil. Ama aynı zamanda her yerindedir!

Nasıl?

Çünkü başlangıçtaki felsefe, zihniyet ve ruh, tüm anayasa maddelerine özenle yedirilmiştir. Kürtlerin inkarı gözetilerek, hissedilerek 1924 Anayasası yapılmıştır. Bununla Kürtler ve Kürdistan inkâr edildi. Şark Islahat Planı’yla da Kürtleri nasıl yok edeceklerini yürürlüğe koydular. Söz konusu 1924 Anayasası’nda açıkça, “Herkes Türk itlak olunur” denir, gizli Şark Islahat Planı’yla da Kürtlerin soykırım fermanı pratikleşmeye konulur. Türk anayasasının tüm bölüm, kısım ve maddeleri buna hizmet eder.

Önder Apo bu sürece “Barış ve Demokratik Toplum İnşası” adını verirken, AKP-MHP başta olmak üzere, diğer birçok parti, “Terörsüz Türkiye” ifadesinde diretmektedir. Komisyonun adı, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”olmasına rağmen, iktidar hala, tüm açıklamalarında ve toplantılara gönderdikleri perspektiflerde “Terörsüz Türkiye” kavramını kullanmaya devam etmektedir. Fethi Yıldız, İstanbul toplantısında sadece “Terörsüz Türkiye” tanımını kullanmadı. Bir de, “anayasanın ilk dört maddesini, 66. maddesini ve 42. maddeyi tartıştırmayız. Bunlar bizim kırmızı çizgilerimizdir” dedi. Oysa birkaç ay öncesinde kendi lideri, anayasanın 66. maddesinin tartışılabileceğini söylemişti. Ama şimdi halka gidilirken, birden bire kırmızı çizgi oldu.

Bu nedenle konuya dikkat çekme gereği doğdu.

Kürtler için önemli olan devletin şeklinin cumhuriyet olması değil, bu devletin demokrasiye duyarlı hale getirilmesi ve Kürtlere anayasada yer verilmesidir. Cumhuriyet kavramı, çoğunluğa kapalı değildir. Birçok devletin anayasasında, o devletin çatısı altında yaşayan halkların adları tek tek yazılır. Cumhuriyetin niteliği değişmez. Esasta cumhuriyet gerçek anlamda bir içerik kazanır. Özetle demokratikleşme, halklar, inançlar tanınıp tanımlanmadan gerçekleşemez. Dolayısıyla barış da gerçekleşmez.

Örneğin Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş, “Türklerin gururu, Kürtlerin onuru” diyor. Yine birçok kez iktidar veya muhalefet kadroları Kürtlerden söz etmişlerdir. M.Kemal’de bunlar fazlasıyla vardır. Ama iş anayasaya konulmasına gelince bu kadar yan çiziliyor veya kıyamet koparılıyor? Eğer bu yaklaşım devam ederse, burada tekrardan bir geçmiş yüzyıl senaryosunun döneme göre güncellenmesi söz konusudur. Farklı düşünmenin hiçbir zemini yoktur.

İkinci konu ise, Anayasa’nın 42. maddesidir. Uzunca bir madde, son bölümünde ise aynen şunlar yazılıdır: “Türkçeden baka hiçbir dil, eitim ve öretim kurumlarında Türk vatandalarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öretilemez..” Zaten Anayasa’nın 3. maddesi devletin “Dili Türkçedir” diyor. Eğer bu maddeler anayasadaki yerlerini koruyacaklarsa, tartışılmayacak kadar kırmızı çizgiyse, peki Kürtler anayasanın neresine yerleştirilecektir? Eğer anayasada kendilerini ifade edemeyeceklerse, o zaman barış ve demokrasi nasıl gelişecektir? Bu izaha muhtaç bir durumdur. Kürtlere açıkça ne yapacaklarını söylemelidirler. Kürt halkı bunu demokratik eylemliliklerle gündemde tutmaya devam etmelidir.

Üzerinde durmak istediğimiz diğer temel bir konu ise, “Türk vatandaı” tanımıdır. Aynen şöyledir: “Madde: 66- Türk devletine vatandalık baı ile balı olan herkes Türktür.” Fethi Yıldız İstanbul toplantısında, bu maddeyi de kırmızı çizgi kapsamına almıştır. Buradan anlaşılan odur ki, Kürt’e, hem de, anayasa maddesine dayanarak “Türk” denilmeye devam edilecektir. Bunun hem de halkın gerçekler konusunda aydınlatılacağı toplantılarda söylenmesi dikkat çekicidir. Zaten yüzyıldır Türk halkına bu anlatılmış, Kürt’e de zorla, işkenceyle, idamla, göçertmeyle, katliamla, asimilasyonla, ekonomik-mali politikalar ve diğer bin bir türlü yöntemle “Türk’üm” dedirtilmiştir.

Sonuç: 50 yıllık direniş ve ortaya çıkan bir Kürt-Kürdistan halk gerçekliği. Bunun yol açtığı sonuçları ise herkes yakından bilmektedir. Siyasilere düşen görev ise, artık bu iflas etmiş paradigmanın ne olduğunu tüm gerçekliğiyle kendi halkına doğru anlatmaktır. Bu zor olacaktır. Çünkü yüzyıl boyunca, gerçekler ters yüz edilerek açıklanmıştır.

Yapılması gereken çok açık. Halk toplantılarında gerçeklerle yüzleşmek temelinde halka bugüne kadar anlatılanların yanlış olduğu, neden yanlış olduğunun tüm boyutlarıyla anlatılması. Avrupalılar da ülkeler işgal etti, halklara büyük soykırımlar yaşattılar. İngilizler, Fransızlar başta olmak üzere birçok sömürgeci devlet yaptıklarından dolayı özür dilemesini bildiler.

Komisyon gerçekleri açığa çıkarmak için oluşturulduğuna göre, o halde hep bahsedilen Kürt-Türk kardeşliğinin nasıl oluştuğu kadar, nasıl bozulduğunu da anlatmasının zamanı gelmedi mi?

En büyük cesaret insanın kendi gerçekliğiyle ve tarihi-toplumsal gerçekliğiyle yüzleşme cesaretidir. Daha ona sıra gelmedi mi?

Yoksa, kırmızı çizgilerle gerçeklerin üstü örtülmeye devam mı edilecek?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.