Atatürkçü ordunun generalleri!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Türk ordusu (ordu subay demektir) Atatürkçü, amiyane deyimle, "haşin derecede" Kemalistti. Atatürk’ü bir ilah olarak anıyor ve yüceltiyor, toplumdan da itaat bekliyorlardı.

Bu amaçla, ortalama her on senede bir, Kürtlerin söylemi ile "sıst" olmuş, gevşeyip laçkalaşmış Atatürkçü ruhu, pekiştirip yerli yerine oturtmak için, darbe yapıyorlardı.

Tabii ki, darbecilerin Türk kesimindeki ilk ve son düşman hedefi "Komünistler"di. Bu ülkede, (Doğan Özgüden’i hariç tutarsak) hiç gerçek anlamda Komünist yetişti mi bilmiyorum, ama darbeciler, "sürek avı"na çıkar gibi Komünist" diye diye, militan Atatürkçüler avlıyor, işkenkence ve ölüm tezgahları kuruyorlardı.

 Atatürk’e sadakat yürüyüşleri, "Atatürk’ün bağımsızlık yolunda ordu, millet el ele" mitingleri düzenlemiş, görüşlerini mahkemelerde de savunmuş gençleri ipe çekiyor, kurşuna diziyorlardı. Atatürk’ü yüceltmeyi iş bilmiş şairler, yazar ve aydınlara kan kusturuyor, öldürüyor, kimilerini ülkeden kaçırtıyorlardı.

Kürtlere gelince: Onları, Nazilerden esinlenme toplama kamplarında topluyor, istiklal marşını, Türk ırkçılığı ve Atatürk ilke ile inkılaplarını anlatan metinler ezberleterek işkence yapıyorlardı. Atatürk’e hizmetkarlık vatanseverlikti, çünkü. Dolayısıyla terfi etmekti.

Bütün bunlar, Türk ordusunun Atatürk’e olan sadakatini kanıtlamak içindi. Benzer dalkavukluk, başka rejimlerde de vardı.

 İran Şahının generalleri için ülke, Şah Rıza idi. Çünkü besleyen mutlak efendiydi, Şah. Onu gördükleri yerde, eline sarılıp avucunun içini öperek, köpekler için kullanılan deyimle "sadakatleri"ni tazeliyorlardı.

Bu arada eli yalanan Şah, kendini güven içinde hissediyordu. Ta ki, günün birinde süslü-püslü generallerin, keplerini havaya fırlatarak Mollalara biat ettiğini görünceye kadar...

Kiralıklar için gün, "Şah öldü yaşasın sarıklı Şahlar" günüydü...

Rejimi yerleştirmek için, milyonların kanını döken Sovyet askerleri, çöküş günü, önce üniformalarını satışa çıkardılar. Miğferler bit pazarına düştü.

Iraklı generaller, Saddam Hüseyini "savaşların Tanrısı" diye kutsuyor, "sana can feda" naraları ata ata ardından gidiyor, Kürt kırıyorlardı. Ama Amerikan askerlerini Bağdat kapılarında gördükleri an, buharlaştılar. Saddam‘ı dımdızlak, ortada yalnız bıraktılar. O da kurtuluş sanıp gidip bir kuyuya saklandı.

Atatürk ilke ve inkılaplarının can fedaileri olan Türk ordusu, "olmuş veya yaşanmamış zafer"ler ile doğum ve ölüm günlerinde tapınma ayinleri düzenliyorlardı. Yontula, kemirile tükenen ilkelerini haykırıyor, laikliği ise "kahrol düşman" narası olarak dillerinde hazır tutuyorlardı.

Subaylar seçkini (Aristokrat) olmamış bu toplumda, Oğuz Aral’ın karikatürel tipi "gündüz hırt, gece kurt"un bir benzeri olarak, gündüz bir eli Kürt kanında, öteki işkende olan hırt, gece de "biz Türk subayları olarak" söylemiye aristokrat rolünde kurttu. Türk sosyetesinde seçkin, emekliliklerinde, Atatürk ilke ve inkılaplarının savaşçısı Cumhurbaşkanı, en azından Cumhurbaşkanı adayı...

Bu durum, yakın tarihe kadar devam etti. Ama IŞİD, Nusra (El Kaide) İslamcılarının iktidarıyla sıvaları döküldü, bir kaç kişinin tutuklanmasından sonra foyaları göründü. Şah’ın ordusu, bir gecede Mollaların ordusuna, bunlar da IŞİD parfümlü İslam ordusuna dönüşmüştü.

Oysa Türk ordusu, soba odunu gibi tek boylu, boyutlu değildi. Her inançtan asker vardı. Az da olsa Hıristiyanlar, Museviler, Şafii, Alevi, Êzîdî Kürtler...

Ama bunlar, IŞİD (DAİŞ) "tek"liği üzere namaz safındaydı...

Tüm bunların yanında dön babam dönmekten, başı dönen Türk ordusu artık tanınmaz haldedir. Beni, seni ilgilendirmez ama, ilkesizlikleri, onurlarının kalibresini anlatmak bakımından söylüyorum. Atatürk’e "azgınlaşan", haddini aşan anlamında "Tağut", deccal diyen, öte yandan "Allahu ekber" naralarıyla ırza geçen, hırsızlık, soygun yapan, talana çıkan IŞİD ve Nusra ile aynı görüş ve aynı doğrultunun yol ortaklarıdır. Camilerde birlikte kılıçlı gösteri düzenliyorlar.

IŞİD, El Kaide ve Nusra’nın, İstanbul sokakların terör estirip kadın linç etmeye kalkıştığı Ayasofya gösterisi sırasında, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet komutanları üniformaları içinde AKP reisinin arkasında, saftaydı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, hutbe kürsüsünde, "sevgili" Atatürklerine "lanet" okuyor, onlar da "vecd" içinde dinliyorlardı.

Özetle bütün bunları, kısacası karektersizlerin karektersiz dönücülüğü, beni, seni, bütün olarak Kürtleri hiç ilgilendirmiyor. Kürtler, yüz yıl önce bunlardan yollarını ayırıp yönlerini belirlediler.

Türk ordusunun sefaletini, bir karekter analizi olarak hikaye ettim. Kürtlerin ne gibi ve nasıl bir karekterle yüz yüze olduğunu anlatmaya çalıştım. Dün Atatürk’ün ilke ve inkılapları ağıdıyla darbe yapan, can alanlar bugün, laikliği berhava edip "IŞİD İslamını" temelinde birleşme, bütünleşme töreninde saf tutuyorlar. İlkesiz, doğrultusuz bu karekteri tanıyın...

Bu "paralı, yani kiralık asker yolu"dur. Kiralıkları, yer yüzünde en iyi Kürtler tanıyor ve biliyor. Etrafları "kiralık asker" olan korucular, muhbirlerle doludur, çünkü. Bunların satmayacağı kimse, çıkarları için harcamayacağı değer ve değer yargıları bütünü yoktur.

Bu nedenle Türk ordusu, Şah’ın ordusuna benzedi sonunda. Kürtlerin kafasını kesen, Allahu ekber diye diye tecavüzcülük, hırsızlık, talan yapan, masumlarına kanına giren IŞİD’ın dünya görüşü, dini inancına bekçi oldu, nihayetinde...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.