Atatürk’ün, IŞİD’çi  torunları

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Atatürk, yılda bir kere Kürtler üzerine sefere çıkarken, bunların zamanının ruhuna uygun olarak, seferleri saat başına bağladılar. Yalnız kuzeyde seyrana (piknik) çıkanlar değil, Güneyin ve Rojava’nın herhangi bir noktasında da kıpırdayan her hangi bir dal, cinayet ve katliam için havalanmış uçakları, anında tepelerinde gördüler.

Hiçbir zaman hiç kimseye ve kendilerine de asla dürüst olmadılar. Yalanlarla işe başladılar. Aidiyetleri yalandı. Yalanlar söyleyerek yaşadılar, yaşıyorlar...

Osmanı Sultanı’nın mal-mülküne el koyup onu “tut u rut” kovduktan sonra “Cumhuriyet” geldi “hak, hukuk adalet ve de özgürlük var” diye herkesi bağırttılar.

Oysa, hepsi yalandı. Gelen bir şey var. Ama o, adı cumhuriyet olan bir çetecilik, diktatörlüktü. Öyle bir cumhuriyet ve cumhuriyetin öyle bir eşitlikçi adaleti vardı ki Ankara‘da sokak başlarını tutan eli sopalı zaptiye, dünün lümpeni, “yeni seçkin”in göz zevki bozulmasın diye paçoz görünüşlü, paçavralı, partal giyimli, ayağı çarıklıları, sopalarla kovalayarak arka sokaklara sürüklüyordu.

Zaptiye yollarda “Atatürk ilke ve inkılapları”na aykırı giyimlilerin yolunu kesiyor, üstlerini parçalayıp yerde çiğniyor, adam Kürtse Kürtçe konuştu gerekçesiyle tutukluyordu.

Ve bir parantez. Her şey geçti. Onların torunları evirilip insan oldular sanılırken, tersi oldular. Atatürk’ün kravatlı, başı açık, modern görünüşlü torunları Moğol ruhu ve IŞİD zulü ile zuhur ettiler. Newroz’da, Kürt geleneksel kıyafeti ile alanlara çıkan yüzlerce kişi polisçe tutuklandı. Amed’in Bismil ilçesinde, beş yaşındaki iki ikiz kız çocuğu da Türk polisinin esirleri arasındaydı. İfadeleri alındı. Haberin var mı alçaklığın evrensel tarihi, o minik çocuklar, kayda geçen parmak izleri ile  “terörist” listesine alınıp ebediyen fişlendiler.

Atatürk’ün Cumhuriyeti, o kadar adildi ki tıpkı bugünkü gibi adliye, polis, ordu ve dahi harcamalar, ek olarak ödüllendirme ve cezalandırmalar “tek adam”ın emir ve komutası altındaydı. Sabah-akşam “Kürtler de isyanda” denilerek, hayali Kürt isyanlarını bastırma seferleri düzenleniyor, insan kırılıyor, hırsızlık, talan yapılıyordu. Nitekim, Süleyman Demirel ölünceye kadar, sayıklarcasına “Kürtler, Türk cumhuriyetine karşı 28 defa isyan ettiler. Bu 29.” diyordu.

Gelinen günde, Atatürk’ün “Sülün Osman” cinsinden torunları (AKP), Çeçenistan, Afganistan, Çin, Pakistan’dan gelen kiralık İslamcılarla birleşip Suriye’yi yaktılar, yıktılar, talan ettiler. Geride bir şey kalmayınca tren raylarını da söküp çaldılar. Sonra işsiz kalan IŞİD’çileri, kiralık asker olarak, Kürtlere karşı ordularına monte ettiler.

 Böylece, evrileceği beklenen Atatürk rejimi, orta çağın gerisine savruldu. Recep Tayyip tek devlet, tek millet, tek bayrak, vatan haykırışlarıyla, “tekliğini” ilan etti. 1990’larda ücreti mukabilinde, Kürtleri, satırla doğrayan, kaçırdıklarını telle boğan “Kürt rumuzlu” Hizbullahı, “Bayramda kurban eti dağıtma” kisvesi altında, Kürtlerin üstüne saldılar.

Anayasa ve yasalarını yoklara karıştırdılar. Emrine riayetsizlikle sokağa çıkan Kürtleri kurşunladılar. Gazla zehirleyip tazyikli suyla, yerlerde sürüklediler.

IŞİD’in yolunda giderek, Kürdistan’da hayalet şehirler yarattılar.

Öte yandan IŞİD, törenlerle esirlerin kafalarını kesiyordu. Bunlar onlardan farklı olarak, Kürtler için ölüm kampları düzenlediler. Özetlersek, bunların yaptıklarını Romalılar, ilk çağlarda Spartalılar, Galyalılara yapmadılar.  

IŞİD’le ortaklaşıp bu çağda köleliği ihya ettiler. Şengal’de esir aldıkları Kürt kadın ve çocuklarını İstanbul, Ankara’daki esir pazarlarında satışa çıkardılar.

Atatürk, yılda bir kere Kürtler üzerine sefere çıkarken, bunların zamanının ruhuna uygun olarak, seferleri saat başına bağladılar. Yalnız kuzeyde seyrana (piknik) çıkanlar değil, Güneyin ve Rojava’nın herhangi bir noktasında da kıpırdayan her hangi bir dal, cinayet ve katliam için havalanmış uçakları, anında tepelerinde gördüler.

Çağı kirleten Moğol ruhuydu, bunlar. Öbür yandan, IŞİD yolunun yolcuları...

Kürtler, İslamo Faşizmin kan ile ateş çemberindeyken, bugün Ukrayna karşısında pek ama pek çok insani olan sağcısı ve solcusuyla Türk vicdanı, o zaman ölüydü. 7 milyona yakın oy almış partinin lideri Selahattin Demirtaş tazyikli suyla yere yıkılmaya çalışırken, yüzüne, gözlerine zehirli gaz sıkılırken, sağcısı, solcusuyla tüm Türk siyasi parileri, sütre gerisinde ölü taklidi yapmıyorlardı.

 Kürt kadınları, televizyonların naklen yayınınında coplanıp yerlerde sürüklenirken, Türk parlamento üyesi Ayla Akat ve Remziye Tosun darbeler altında kemikleri kırılırken, Cumartesi anne ve nineleri coplanıp üstlerine köpekler salınırken, kadınlar gününde sokağa çıkanlar gaza tutulurken, terbiyeli maymun gibi gözlerini yuman, kulaklarını tıkayan, ağızlarını kapatan sahtekar politikacılar ve tatlı su aydınları geçenlerde vicdani isyandaydı.

Alpaslan Kuytul vakfı taraftarı türbanlı kadınlar, halka açık sokak işkencesine maruz kalınca rahatsız olmuşlardı. Sıkmabaş Şule Yüksel Şenler’in 1960’larda, Hollywood yıldızı Audrey Heprun’ın bir filmdeki tülbent bağlamasından esinlenerek icat ettiği türban, Recep Erdoğan faşizmi türbanlıları tarafından “Türbanlı bacım” diyerek kutsanıyordu. 

Alpaslan Kuytul elbette din tacirlerinin yanında, insan ve insaniydi. Elbette, hiç kimse gibi onun taraftarları da köle eziyeti, işkence çekmemelidir.

Ama unutmamak gerek ki Kürdün ana ve bacıları ticaret, siyaset yolunda değil, doğal yaşama biçimleriyle apak kıtanlı, tülbent ve laçıklıydılar. Bu onların yaşama biçimiydi. Ve sorarlar adama, apak laçıkları, kıtanlarıyla Kürt kadınları ayak altındayken siz neredeydiniz be hey sahtekarlar?

 Neden vicdanınızın gözünü, kulağını, ağzını tıkadınız be hey Sülün’ün çocukları?

 

AYDIN ENGİN

Aydın Engini de kaybettik. Üzgünüm. O, benim için gençliğimden kalma bir dosttu. Yeni Ortam dergisinin yazı işleri müdürüyken, Ankara temsilcisiydim. Sonra Mustafa Ekmekçi ile birlikte, Yeni Ortam gazetesinin Ankara bürosunu kurduk. Ekmekçi’den sonra ben, Ankara temsilcisi olarak onunla çalışmaya devam ettim. Yıllar sonra Politika gazetesinde yollarımız kesişti. Rejime, hep muhaliftik. Belalı bir dönemin acılarını, arada bir boy veren sevinçlerini birlikte paylaştık. Üzgünüm. Ama hayat işte. Ne diyeyim, sevgili Oya Baydar...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.