Avrupa hayalinin tükenişi ve Kürtler

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Çocukluğunda, bir çakıya sahip olmak bir ayrıcalıktı. Ve benim, “çok sağlam, Avrupa malı” bir çakım vardı. Alman yapımı “Solingen” marka çakının, küçük bir burgusu, kuyruğunda ise gümüşi bir zinciri vardı. Salt çakımı göstermek için, küçücük yaban elma ve armutlarını soyarak yiyordum.

 

Ben, “Avrupa” ile böyle tanıştım. Sonra, “kelle başı 350 Mark veya 500 Frank’a köle işçi ihracatı” başladı. Onlar elllerinde radyo ve başlarında kuş tüyü iliştirilmiş şapkalarıyla tatile geldiler. Bana göre, parlatılan Avrupa medeniyeti, elde taşınan radyo ve kuş tüyü dikili şapkaydı.

Ve Türk gazeteleri, İtalyan Frederico Fellini’nin “Tatlı Hayat” filminden fırlama sahnelerle anlatıyordu, bu medeniyeti. İran Şahı ve Şahbanu Diba, şatafatla mutat kayak sporu için Cenevre’ye iniyordu. Ava Gardner’in bitmez boğa güreşi tutkusu devam ededursun, en başta Saint-Tropez olmak üzere, Fransız sahillerine yıldızlar yağıyordu.

Soğuk savaş yıllarıydı ve göz kamaştıran Cannes gecelerinin gölgesinde, Batı demokrasisi şahlandıkça şahlanıyordu. İnsan kanı, canı ve teriyle beslenmiş eski sömürge imparatorlukları, şimdi Sartr’ın hümanizması üzere, insani hak özgürlükleri savaşçılarıydı. Ruslara başkaldıran Macarları, Polonya, Çek ile Slovakların sonsuz destekçileriydi, sömürgecilerin torunları...

Çünkü Batı, “Komünizme karşı” şahlanmıştı. İşçi hakları “baş üstüne” idi. Yoksulların esirgenip korunması, Komünistlere inat doruktaydı. Artık Goethe ve Mann kardeşler gibi yazarlar, baskıdan kurtulmak için ülkelerini terketmiyorlardı. Nabakov’un Lolitası, Goethe’nin “Genç Wather”i, hatta D.H. Lawrence’ın Lady Chatterley’in Aşığı kitabı yasak değildi. Hollywood yıldızları ve John Wayne’nin tyandan sarkan tabancası, özgürlüklerin simgesiydi.

Bu arada, Türklerin de eli boş durmuyordu. Devran, aynen bugünkü gibiydi. Devlet eliyle beslenen alaturka Türk sosyetesinin erkekleri, bugünküler gibi Dolar, Euro balyalarıyla oynamak, kokain çekip sonra camiye koşma yerine, konsomatrislerin ayakkabılarını şampanya kadehi olarak kullanıyorlardı. Kadınları, İstanbul Hilton’da “hadi anam, tvist partileri” düzenliyorlardı.

O zamanki iktidarlar da, en azından bugünküler kadar dindardı. Bugünkülerin görgüsüzlüğü ile 300 arabalık konvoy ile camiye gitmiyor, ama parasını çaldıkları fukaralara bol keseden din, iman, cennet vadediyorlardı.

Kürtler, o zaman henüz “terörist” ve varlıkları da Türk’ün bekaa (gelecek) sorunu değildi. Devir, “bekaa için” Komünizmle savaş günleriydi. Amerika, “Allahsız Komünistlere karşı savaşta” karı-koca Rosenbergleri asınca, Türkler de, onlara yaranıp bağış almak için, “bizim neyimiz eksik” dercesine, Rus casusu diye bir eski askeri bağırta bağırta ipe çekmiş, Atatürk’e methiye dizmekten başı dönmüş Kemalistleri de komünist gösterip hapishanelere doldurmuşlardı.

Bugünkü AKP ve MHP’liler, o sıralar sokaklarda Komünist avcısı milislerdi. Mesela bunlardan dördü, bugün büyük Türk büyüğü olarak, MHP yönetimindedir. Muhsin Yazıcıoğlu ve yardımsıcı Abdullah Çatlı ise anıt mezarda yatan Türk büyükleridir. Mezarları tavvafgah...

Ama, her tiyatronun bir sonu vardı. Tiyatroda, sahne ışıklar sönünce, rol bitiyor, oyuncular özlerine, gerçek hayata dönüyorlar. Sömürge imparatorluklarının çocukları da öyle yaptılar. Rusya pes edip “Komünizm”den vazgeçerek, mafyası, ırkçı taklavatıyla kapitalizme avdet edince, Batı da aslına döndü.

Artık haklar ve özgürlüklerin “lüzumatı” yoktu. Yaşasın ticaret!..

Kürtler, mağdur masumlarıydı. Irkçılığın, onlara biçtiği hayat, yasaklarla örülüdür. Teslimiyet veya zindanı, kurşunlanma ile diri diri yakılma seçeneğidir. Ve Kürtler, yaşama mücadelesinde, yer yüzüne dağılmış sürgünlerdir.

Ama onlar, bugün soğuk savaş sonrasının kurbanlarıdır. O insani hak ve himaye günleri geride kaldı. Batı, insanlığı ezen ırkçılık, kimsenin umrunda değil, “yaşasın ticaret” günlerinde.

Ve dün, dünya medyasında bir haber: “17 aydır Yunanistan’ın Korinthos hapishanesinde tutuklu bulunan 24 yaşındaki Kürt genci İbrahim Ergün intihar etti.”

Avrupa’da her yer artık, “TC gibi” mi? Siz karar verin. Mesela Kürt mültecilerin hayatı, “kazanç malına” dönüştü. Özgürlükçü Fransa’ya bakın siz. Türklerle ilişkilerini düzenleyip silah satmak için, rüşvet olarak, topluca Kürt tutukluyordu.

Bir başka haber şöyleydi:

“Stuttgart Mahkemesi savcısı PKK üye ve yöneticisi” gerekçesiyle yargılanan Veysel S. 5 yıl 4 ay hapis cezası istedi. Tutuklu diğer sanıklar Özkan T. hakkında 3 yıl 9 ay, Agit K. hakkında 3 yıl 10 ay ve tutuksuz Cihan A. hakkında 1 yıl 10 ay, Evrim A. için de 2 yıl 6 ay hapis cezası istendi.”

İşin ilginç yanı, ceza istemi, Türk konsolosluğu itirafçısının tek tek çürütülen iddialarına dayanıyordu.

Öte yandan Avrupa çıkarı gereği, yeri gelince, “hala özgürlükçü”dür. Mesela, Çin’le rekabet halinde olduğu için, Uygur bölgesine baskıdan dertlidir. Çin, Avrupa’nın gündemindedir. Erdoğan’ın darbe doğuran darbeleri umurlarında değil, ama Uygur’dan sonra Myanmar’ın yasına duruyorlar.

Buna karşılık Kürtlerin 10 şehri yerle bir edilip insanlar diri diri yakıldığında ve cinayetler zinciri Rojava’ya uzandığında, “maksat ticaret bozulmasın” diye Avrupa’dan “tıs” yoktu. Rusya’da muhalefet lideri Navalny, tutuklu diye yaptırım uygulayan Avrupa, yıllardır tutuklu olan Kürt lider Selahattin Demirtaş için yaptırım konusunda kör, topal ve sağırdır. Kürt belediyeler gasp edilmiş, milletvekilleri hapse gönderilmiş, yaşama hakkı yokedilmiş, ama AB ve Avrupa Konseyi’nin haberi yok.

Tersine, TC’yle dostane ilişkilerin sürdürülüp parasal yardım kararları alınıyor. Çünkü, TC iyi bir pazar ve yüksek alımlar yapan silah alıcısıdır. O halde çıkar sözkonusu ise eğer özgürlükçülüğün lüzumatı yok. Avrupa hali bitti, kazanç zamanı şimdi...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.