Barzaniler, ‘Kürt kardeşler’e saldırır mı?

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Barzaniler, “Kal u beladan beri“ Kürdistanlıdır. Mesud Barzani, “Barzani“ adındaki kitabında, ailesinin köklerini anlatırken “Barzani aşireti adını, aşiretin merkezi Barzan köyünden alır. Aşiretin atası sayılan Mesud, Barzan’a yakın Hewinka köyüne yerleşir ve o köyden bir kızla evlenir“ diyerek özetliyor.

 

(Cumartesi günün yayımlanan “Barzani’lerin Türk aşkı“ başlıklı yazının devamıdır)

Ailenin ilgi ve iştigal İslam dinidir. Zaman içinde, kendi Medresesini de kurup “fekih“ler (öğrenci) yetiştiriyorlar. Bu dönemde, Mevalana Halid’in Nakşibendi Medresesi, Osmanlı zulmüne karşı Kürdistan ulusalcılığının da merkezidir. Ermeni ve Süryanileri de yanına alarak Kürdistan uyanışını eyleme geçiren, 1880 başkaldırısının lideri Nehrili (Şemdinan) Şeyh Ubeydullah ve oğlu Seid Abdülkadir ile Şeyh Said onun, zalime direnişi meşhur hak gören ekolündendir. 

Barzaniler de, bu bu dönemde ortaya çıkmışlardır. Bu uğurda acılar yaşamış, darağacı gölgesinde kayıplar vermişlerdir. O dönemde, Kürdistan’ın özgürlüğü bir bütündü. Örneğin, Mele Mıstefa Barzani, bu bakış açısının devamı ile 1946 yılında kurulan ve kısa bir ömür süren Mahabad merkezli Kürdistan Cumhuriyetinin Genelkurmay başkanıydı.

İçe kapanma, “parçacılık“, yani yerelleşme daha sonradır.

Özetin özetiyle Barzaniler Güneyin kurtuluşunu başlatmış ve yürütmüşlerdir. Uzun bir mücadeleden sonra, Amerika’nın 1990 yılında başlattığı Birinci Körfez Savaşı ile rahat bir nefes aldılar. Ancak, aynı dönemde Türklerin rolü nedir tartışma konusu ama, PKK ile kardeş savaşına giriştiler.

Kimin haklı, kimin haksız olduğu tartışması bir yana, bunun acısını Kürtler çekti. İki taraf da “birakujî” oldu. Türkler de uzaktan avına bakıp taze kan isteğiyle, dişlerini çak çak birbirine vuran aç kurt gibi ganimet rüyası gördü. Bu fırsatla köprü başları elde etti. 

Kürdistan’ın kapıları ordusuna ek, Türk tacirlerine de açıldı. “Zerzur kuşları” gibi petrol paralarının harcandığı pazara yayıldılar. Piyasaya nohut, mercimek, makarna, şeker sürdüler. Süt, ayran, yoğurt yumurta, biber ve domates ihtiyacını karşıladılar. Kebapçı dükkanı zincirleri açtılar.

Müteahhitlere de gün doğmuştu. Aracılık yapacak “hatırlı general” veya her dönemin Cumhurbaşkanı Danışmanı İlnur Çevik’e ulaşabilenler serçe parmağı pırlanta yüzüklü müteahhitler, onların aracılığıyla yağlı, ballı işler aldılar. Ortalık Türk firmalarının tabela ormanına dönüştü.

 Bu, kan bedelinde kurtarılmış topraklarda, ekonomik işgaldi.

Ancak Amerika, 2003 yılındaki İkinci Körfez Savaşında, Türklere Kürdistan’ı işgal izni vermeyince, ilişkiler sarpa sardı. Türkler, NATO üyeliğine rağmen, Amerika’ya katkı sunmadılar. Recep Tayyip, bir süre sonra karşı kampanya açtı. “Her şeyin müsebbibi“ onlarmış gibi, Güney Kürdistan’ı nişangaha oturtup atışlara, Kürt liderleri horlayıp aşağılamaya, bayraklarını “paçavra“ diye niteleyerek tehditler savurmaya, Türk ordusu da sınırda manevra yapmaya başladı.

Mesud Barzani, bu süreçte, tüm Kürtleri sevindiren bir çıkışla, Türk askerlerinin ülkesini terk etmesini istedi. Recep Tayyip “gücün yetiyorsa sen çıkar“ diyerek savaş meydanını gösterdi.

Ardından, ajan-provakatörler gemi azıya alınca Amerikalılar, Türk askerlerinin başına çuval geçirerek cevap verdi. Bundan sonra, kısa bir sessizlik oldu. Bu arada, ilişkiler iklim tersine döndü. Türkler, Amerika’yı “yok“ sayarak “kardeşlik“ şarkılarına başladılar. Aşağılama kampanyaları, tehdit gösterileri unutuldu. “Ilıman ilişkiler“ sürecinde, Barzani Erdoğan’ın seçim gösterisine bile katıldı. Hatta Türk bayrağı bile direğe çekildi. Bu arada 50 yıllık petrol anlaşması ile Kürt’ün can damarı ele geçirildi. Henüz petrol boru hattı kapalı olduğu için, damada ait olduğu söylenen tanker filoları, Kürt petrolünü, Türklerin ayağına taşımaya başladı. Ekonomik işgal tamamdı. Kürtler, içtikleri suyun bedelini Türklere ödüyor, ayrıca Kürdistan‘ın tepelerinde yeni askeri işgal üsleri peydahlanıyordu.

Ve bir parantez: Geçmişte Kürdistan bayrağını direğe çeken Recep Tayyip, geçenlerde aniden çağırdığı Neçirvan Barzani’yi kendi bayrağı altında kabul ediyordu. Kürt bayrağı yoktu, artık.

Parantezi kapatırsak Türkler, Güney Kürdistan’ın efendileri gibi davranıyorlar. Pasaport diye bir sorunları yok. Orduları, kimseyi muhatap almadan, girip çıkıyor, askeri karakolları bir uçtan öteki uca kadar uzuyor.

 Türk askeri gücü, güya Kürtleri korumak için ordaydı. Ama, IŞİD işgale kalkıştığında, Kürtlerin yardım çağrısını, “bizi karıştırmayın“ cevabıyla geçiştiriyorlardı.

Aynı Türk devleti, Kürtler Birleşmiş Milletler’in kendi kaderini tayin ilkesi gereğince, bağımsızlık referandumu yapınca, işgal için Irak ve İran’ın da yanına alarak işgal tatbikatına başlıyordu. Oysa her halk gibi Kürtler de, kendi devletlerine sahip olma hakkına sahipti...

 Gelin ve görün ki, işgal üssü sayısına, her gün yenileri ekleniyor. Hewlêr, Süleymaniye çepeçevre sarılmış durumda. Köyler, köylerle birlikte bağ, bahçe, bostan, tarla ve otlaklar da yakılarak, top, füze atışına tutularak Kürtlerden arındırılıyor.

Türklerin hasım ilan ettiği Şengal ve Mehmûr kasabası, “dostumun düşmanı benim de düşmanımdır“ gibisinden kuşatmaya alınıyordu. Rojava’ya karşı tutumları ise dünyaca malum...

Kısacası, Türkler açık ve seçik olarak Barzani ailesinin egemen olduğu Güneyi, Kürtleri kırma silahı olarak kullanmak istiyor. Ortak hedef PKK. Oysa PKK, bir araçtır. Türkleri, Kürtleri yok etmek için Bağdat Paktı’nı, CENTO’yu oluştururken PKK yoktu. İran’a, Irak’a ayrı ayrı destek verirken de.

Söylemek istediğim, Güney bugün, çepeçevre sarılmış, avuç içine alınmış gibi. PKK'yi ortadan kaldırma bahanesiyle, Barzanileri silah olarak kullanmak istiyor Türkler. Her şeye rağmen, Barzanilerin bu oyuna geleceğine ihtimal vermek istemiyorum. Kardeş katilliği ve ülkeye tuzağın, dünya durdukça kara bir leke olarak alınlarda ışıldayacağını, onlar da biliyorlar. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.