Berlin Festivali’nde cinsiyet belası

Kadın Haberleri —

.

.

  • Filmlerin birinde Katolik post-sosyalist, birinde ise İslami toplumun insanlara özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlüğü anlamında yaşamı nasıl dar ettiğini, nasıl sınırlı kadınlıklar ve erkeklikler üreterek insanları nefes alamaz hale getirdiklerini görüyoruz. 

NİLGÜN YELPAZE

Mart ayında film endüstrisine ve basın mensuplarına yönelik internet üzerinden gerçekleşen Berlinale Film Festivali, bu sefer Haziran ayında Berlin’in çeşitli açık hava sinemalarında izleyici ile buluşuyor. 9-20 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan festivalin öne çıkan iki filmine yakından bakacağız bu hafta. 

Bu yılki filmler hakkında yazılan eleştiriler genel olarak filmlerin çok da beğenilmediğini gösteriyordu. Zaten karantina ve pandemi koşulları nedeniyle sıkıntılı geçen bir yıldı, dolayısıyla ertelenmeden yapılan filmlerin büyük bir kısmı vasatın altında kaldı. Bu filmler ya dar alanlarda kapalı mekanlarda az sayıda oyuncu ile ya da dünyadan kopuk bambaşka alemlerde geçiyordu. Pandemi koşullarını günümüzün politik meseleleriyle birleştirip sinema ölmemiş dedirten yaratıcılıkta tek bir film vardı, o da zaten Altın Ayı ödülünü alarak rüştünü ispat etti.

Orijinal adı “Babardeală cu bucluc sau porno balamuc” (Bad Luck Banging or Loony Porn) olan filmin yönetmen koltuğunda Bükreşli Radu Jude oturuyor. Film, sıradan evli bir çiftin seks görüntülerinin bilgisayarlarından bir şekilde çalınarak internete yayılması ve kadının kim olduğunun anlaşılarak öğretmenlik yaptığı okulda işine son verilme ihtimalini konu alıyor. Ancak bu açıklama, filmi anlatmak için gerçekten yetersiz kalır. 

Kaba kuvveti olanın sözünün geçtiği toplum

Üç bölümden oluşan filmin birinci kısmında söz konusu kadının pandemi koşulları Romanyası’nın sokaklarında bir yandan telefonda konuşup konuyu tartışırken bir yandan da sokaklarda yaşadığı karşılaşmaları izliyoruz. Aslında kamera kaydırma hareketleri ve dış mekanlarda gözümüze çarpması istenen detaylar çerçeveyi de çiziyor. Erkeklik, maço kültürü, patriyarka ve bunların gündelik hayattaki yansımaları. Kimsenin birbirine sabrının kalmadığı bir toplumda en çok kaba kuvveti olanın en çok sözünün geçmesi.

İkinci bölümde bu mesele biraz daha soyut ve teorik bir seviyeye taşınıyor. Burada art arda eklenen kavramlar çeşitli arşiv görüntülerinin üzerine getiriliyor. Aslında bütün mesele şu: Post-sosyalist rejimden kapitalizme geçişte aşırı sağa, maço kültürüne ve Katolik kilisenin iki yüzlü ahlak anlayışına savrulmuş ve hem bireysel özgürlükler hem de sanatsal üretim anlamında bir çıkmaza girmiş bir ülke ile ne yapılabilir? Hem toplumsal hem de teorik seviyede bu soruyu oldukça zeki ve komik bir şekilde işliyor film. 

Sosyal medya kültürüne göndermeler

Üçüncü bölümde ise hikayemizin kahramanlarından kadın olanına geri dönüyoruz ve okulda velilerle ve müdürle yaptığı tartışmaya tanık oluyoruz. Bu tartışma mizah seviyesinin tavan yaptığı ve günümüz sosyal medya kültürüne de güzel göndermeler içeren gerçekten absürt bir ortam. En sonunda kadın kahramanın çevresini saran ikiyüzlü ahlak normlarına karşı bir Wonder Woman’a dönüşmesine yol açacak kadar absürt hem de. Sinema ile canımızın istediği her şeyi yapabileceğimizi ve bizi şaşırtmak için yöntemlerin hiç bitmediğini hatırlatan bu film özellikle festivaldeki diğer filmler düşünülürse aldığı ödülü sonuna kadar hak ediyor diyebiliriz. 

Eril hukuk ve ahlak sisteminde sıkışmışlık

Ana yarışmanın yıllık İran filmi kotasını dolduran film ise Ghasideyeh gave sefid (Ballad of a White Cow) oldu. Yine bu filmde de eril hukuk ve ahlak sistemi içerisinde sıkışmış bir kadının kendini savunmak için girdiği bir mücadeleden söz edebiliriz. Eşini haksız yere idam cezasına çarptırılması nedeniyle kaybeden Mina, kendisi ve kızı için ölen eşinin ardından bir tazminat davası mücadelesine girer. Tabii ki İran’daki idam cezasının saçmalığı hakkında insan hakları çerçevesinden bir hesaplaşma da içermektedir film. 

İran sinemasına dair iç göndermeler

Mina’nın hayatına bir süre sonra ölen eşinin arkadaşı olduğunu söyleyen Reza isminde bir erkek girer ve ona gündelik hayatında yardımcı olmaya başlar. Reza’ya ısınan Mina, onun gerçekte kim olduğunu ve neden onlara yardımcı olduğunu öğrenince bir önceki filmdeki kadın karakterin Wonder Woman’a (bir kadın süper kahraman) dönüşmesi gibi bir an yaşar ve bizlere yine sinema sayesinde gidemeyeceğimiz hiçbir yer olmadığını hatırlatır. Bu hatırlatmanın ardından kızını alıp Reza’yı terkeder. 

İran sinemasına dair iç göndermelerle dolu bu filmde masumiyet, suçluluk, dürüstlük ve doğru- yanlış gibi temalar tartışılmak için süt metaforu kullanılmış. Ancak film yarattığı beklentileri tam da karşılayamıyor ve ortalama bir film olarak kalıyor. En büyük mesele tabii ki affetmek ve affetmenin kime mahsus olup olmadığı meselesi. 

SMS’le af oylaması

Geçtiğimiz yılın (pandemiden önceki son büyük film festivali) Berlinale’sinde de yine benzer bir tema bu kez Yalda: A Night of Forgiveness (Af Gecesi Yalda) isimli filmde işlenmişti. Bu filmde de reality show olarak bilinen (Türkiye’de de benzerlerine çokça rastladığımız) televizyon programlarından birinde geçen bir olay işleniyordu. İran’daki idam cezası hukukunda, birisini öldürdüğü için idam cezasına çarptırılan kişi öldürülen kişinin aile üyeleri tarafından affedilirse idam cezasından kurtulabiliyor. İran’da bu af dileme olayını kamusal bir olay haline getiren ve reytinglerini insanların doğrudan vicdanından alan televizyon programları ortaya çıkmış ve bu filmin hikayesi de kendisinden yaşça oldukça büyük olan kocasını öldürmekle suçlanan genç bir kadının, ölen kocasının kızından af dilemesinden alıyor. İnsanlar kız affedilsin mi affedilmesin mi SMS’le oy kullanabiliyor, distopya gibi görünse de bu televizyon programları da hikayenin kendisi de gerçeğe dayanıyor. 

İnsanlık cinsiyet belasından sıkıldı

9- 20 Haziran tarihleri arasında Berlin’de yaşayanların açık hava sinemasına giderek izleyebileceği filmlerden iki tanesine değindik ve aslında birinde Katolik post-sosyalist birinde İslami toplumun insanlara özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlüğü anlamında yaşamı nasıl dar ettiğini, nasıl sınırlı kadınlıklar ve erkeklikler üreterek insanları nefes alamaz hale getirdiklerini gördük. Festivalin bu yılki filmlerinin birçoğunda bu konu bir anlamıyla devam ediyor ve insanların cinsiyet rolleri ve cinsellikleri ile alıp veremediklerini mercek altına alıyor. Bunun iki sebebi olabilir, ya eve kapanma döneminde film üreticileri düşünecek başka bir şey bulamadılar ya da insanlık bu cinsiyet belasından artık çok sıkıldı ve özgürleşmek istiyor. 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.