Bir ailenin direnişi: Rubar, Dicle, Helin

Dosya Haberleri —

Poyraz ailesi

Poyraz ailesi

  • Hüseyin Poyraz (Rubar Dicle), Rahşan (Dicle) Handan (Helin Deniz)… Her biri aynı özgürlük aşkı ile yönünü dağlara çevirir. Poyraz kardeşler, her biri ayrı tarihlerde şehit düşer. En büyük destekçileri ise anneleri Kürt Zeynep'tir. Kardeşlerin hikayesini Ali Poyraz'dan dinledik.

ERDOĞAN ZAMUR

Kürt Özgürlük Mücadelesi çıktığı günden beri nice isimsiz kahramanların emekleriyle bugüne geldi. Verilen bedeller mücadeleyi bir üst aşamaya taşıdı. Büyük bedellerle örülen yaşamlardan biri de Poyraz kardeşlerinkidir. Aynı ailede 3 kardeş farklı tarihlerde şehit düştü. Poyraz kardeşlerin yaşam öyküsünü İngiltere'de yaşayan Ali Poyraz ile konuştuk. Ali Poyraz, 1962’de Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı bir Alevi köyü olan Bozüyük’te dünyaya gelir. Daha çocuk yaşlarda PKK kurulmadan Apocular ile tanışır. Büyük ağabeyi PKK Merkez Komite Üyesi Hüseyin Poyraz’dan (Rubar Dicle) etkilenen Ali Poyraz, 1981’de Pazarcık kırsalında PKK kadrosu iken tutsak düşer. PKK Ana Davası'ndan yargılanan Poyraz’a idam cezası verilir. Turgut Özal döneminde getirilen bir yasayla idam kararı kaldırılıp cezası 21 yıl 4 aya düşürülür. 21 yıl 4 ay hapis yattıktan sonra yurt dışına çıkar. İngiltere'de yaşamını sürdüren Poyraz’ın, cezaevi günlüklerinde oluşan “21 Yıl 4 Ay” adlı kitabı Türk yargısı tarafında toplatılır.

Kürt ve Alevi olmak

Bozüyük köyü Sivas’ın Koçgiri bölgesine düşer. Bölgedeki tek Alevi ve Kürt köyüdür, Türk faşist köylerle kuşatılmış olunca bu köy doğal olarak hem onların bir baskısı hem de devletin bir baskısına maruz kalmış.

Etraftaki köylere kadar yol gelir ama Bozüyük’e gelmez. Sadece yol değil diğer hizmetler de gelmez.

Ali Poyraz köye dair izlenimlerini şöyle dile getiriyor: “Bizim köy hem Alevi hem de Kürt olunca hem çevre köylerin baskısıyla karşılaştık hem de devletin. Köy bu kimliğinden dolayı hiçbir hizmetten yararlanamazdı. 68 Kuşağı'nın önderlerinden olan Hüseyin İnan da aslen bizim köylüdür, sonradan Sarız’a göçmüştür. Bundan dolayı da devlet intikam duygusuyla hiçbir hizmet sunmadı."

Dicle, Ali Poyraz ve Zeynep Ana

Direnişçi bir anne: Kürt Zeynep

Birçok köylü geçim sıkıntısı nedeniyle büyük şehirlere göç ederken Poyraz ailesi ise 1969’da yönünü Antep’e çevirir. Ali Poyraz, çocukluk anılarında o döneme dair hatırladıklarını şöyle dile getiriyor: “Bir gün üstü açık bir kamyona bindirildik. Annem ortaya oturdu, dört kardeş de annemin etrafına oturarak Antep’e göçtük. Antep’te üvey bir abimiz vardı. Gittik, resmen onun bahçesine eşyalarımızı yığdık. Burada bir kız kardeşimiz olanaksızlar içinde maalesef yaşamını yitirdi. Zamanla babam bir ev buldu. Babam emekçi bir insandı. Köydeyken biz küçük olduğumuz için tek başına çalışırdı. Kürt ve Alevi inancına bağlı biriydi. Annem babamın ikinci eşiydi. İlk eşi öldükten sonra annemle evlenmişti ve arada ciddi bir yaş farkı vardı. Annemi 14 yaşında babama veriyorlar. İlk çocuğu Hüseyin ağabeyimdi ve annemle arasında sadece 14 yaş farkı vardı. Babam sağken bile bir nevi bize hem annelik hem de babalık yaptı. Otoriter bir kadındı. Annemi Antep’te Kürt Zeynep demeden kimse tanımazdı, hala da lakabı Kürt Zeynep’tir. Bizim devrimcileşmemizde, edebiyatla ilgilenmemizde annemin müthiş bir etkisi vardır. Annemde klasik halk kültürü çok gelişkindi. Okuma yazması yoktu ama müthiş dörtleri vardı. Felsefik konuşmaları vardı. Hem edebi yönümüzü hem de devrimciliğimizi annemizden aldık. Biz zindana girdiğimizde, işkence gördüğümüzde annem hep arkamızda, yanımızdaydı. Hala da yanımızdadır."

Kürdistan devrimcileriyle tanışma

Babası İbrahim Antep’te inşaatlarda çalışır. Hüseyin ve Ali hem okula gider hem de boyacılık yaparak aile bütçesine katkıda bulunur. Devrimcilerin etkin olduğu, kahvehanelerde siyasi tartışmaların olduğu bir dönemdir. Poyraz kardeşler farkında olmadan 68 Kuşağı'nın etkisiyle politik bir ortamın içinde yaşam sürdürür. Kurdistan devrimcileri Tuzluçayır’dan çıktıktan sonra ilk geldikleri yerlerin başında Antep gelir. Hüseyin; Haki Karer, Kemal Pir ve diğer öncü kadrolarla ilk tanışanlardan biridir. O dönemi Ali Poyraz şöyle dile getiriyor: “Bizim oturduğumuz Nuripazarbaşı Mahallesi daha çok Pazarcık ve Elbistanlıların yaşadığı bir yerdi. 68 Kuşağı'nın etkisiyle biz de Sol yapılarla ilişki içindeydik. O zaman dernek tarzında bir örgütlenme biçimi yoktu. Daha çok kahvehaneler tartışma yeriydi. Antep’te Düztepe Çamlık denilen bir park vardı, orada farklı yapıların tartışmaları oluyordu. Kendilerine “Kurdistan Devrimcileri” adını veren ilk öncü kadrolar Antep’e gelmişti. Diğer Türk Solu grupları da o zaman güçlüydü. Kahvehanelerde bolca siyasi tartışmalar olurdu ama onlar bizim arkadaşları kabul etmezlerdi. Bazen kavgalar da oluyordu. O dönem Kurdistan Devrimcileri müthiş inatçıydı. Sürekli tartışmalara katılırlardı. Her tartışmadan sonra diğer gruplardan birkaç kişi ayrılıp Kurdistan Devrimcileri'ne katılıyordu.”

İlk örgütlenme

Kürdistan Devrimcileri'nin gelmesiyle siyasi ortamın daha farklılaştığını belirten Poyraz, o dönem daha çok Pazarcıklıların içinde örgütleme çalışması yürütüldüğünü belirtiyor: “İlk kadrolarla Rubar Heval'in tanışması daha çok kahvehanede yapılan tartışmalardan sonra oldu. Kurdistan Devrimcileri o dönem Pazarcık kitlesi içerisinde örgütleniyordu. Zaten partinin ilk kadrolarının birçoğu Pazarcıklıydı. Bu bir etkilenmeye neden oldu ama asıl neden Kurdistan Devrimcileri'nin radikal duruşlarıydı. Hem faşistlere karşı hem de diğer gruplarla tartışmalarda oldukça radikallerdi. Bu radikal duruş doğal olarak Rubar Heval’in kuşağında sempati topluyordu. Özellikle Haki Karer ve Kemal Pir’in faşistlerle kavgaları… O dönem Antep işçi sınıfının ve öğrenciler gençliğin güçlü olduğu bir yerdi. Kurdistan Devrimcileri ilkin Batman'da petrol işçileri içerisinde örgütlendi sonra da Antep’te… Haki Karer, Kemal Pir ve Cemil Bayıkların çalışmaları birçok insanın partiye katılmasına neden oldu."

Partiye katılım

Poyraz, anlatımlarına şöyle devam ediyor: "Ben ve Heval Rubar, o dönem parti çalışmalarında yer almaya başladık. Rubar Heval ile benim aramda bir kuşak fark vardı. Ağabeyim ilk kadrolardan biriydi. İşçi direnişlerinde ve grevlerde her zaman yerini alıyordu. Ağabeyimin aktifleşmesi üzerine ben de partiye katıldım. Bir süre birlikte çalışmamıza rağmen birbirimizin görevini sormuyorduk. Parti kurulduktan sonra Rubar Heval daha da aktifleşti. 1979 yılında basın yayın alanında yer aldı. O dönem basın yayın alanı öyle kolay değildi. Dergi gazete çıkaracak gücümüz yoktu. Bildiri basmak için eski teksir makinesi vardı, kol ile çevrilen; onu kullanıyorlardı. Oldukça zahmetli bir işti. Antep’te baskılar artınca matbaayı Pazarcık’a taşıdılar. Daha sonra arkadaşlar Filistin sahasına gitmek için örgütlenmeye başladılar. Tabii 12 Eylül askeri faşist cuntasının da koşulları olgunlaşıyordu. Şahin Dönmez'in çözülmesiyle birlikte ilişkilerin deşifre olması bazı çalışmaları daha da hızlandırdı. Önderlik, o zaman belli arkadaşları Filistin sahasına götürelim, eğitim görüp geldikten sonra diğer gruplar gelsin önerisi yapmıştı. Rubar Heval, 1980 yılında Filistin sahasına gitti. Giderken ne bana ne de aileye haber verdi. Ancak ben onun gideceğini biliyordum. Hatta seviniyordum ağabeyim gidecek, eğitim görüp dönecek, sonra biz gideceğiz diyordum. Önderlik onları askeri ve politik olarak eğitip geri gönderecek ve biz daha güçlü olacaktık. 1980 yılında Filistin sahasına çıktı. Filistin sahasına çıktıktan sonra hareketin düşündüğü şeyler olmadı. Alanda çoğu arkadaş gitmişti, her alanda birkaç arkadaş kalmıştık. Ben, Hasan Şerik, Metin Uluca, Sait Üçlü, Nasır Göksungur ve birkaç arkadaş daha…"

Kürt Halk Önderi Öcalan ve Rubar

12 Eylül dönemi

Askeri faşist cunta 12 Eylül 1980’de yönetime el koyar. Kitlesel tutuklamalar, işkenceler, ölümler olağan hale gelir. PKK’ye yönelik tutuklamalar ve baskıların giderek arttığı dönemlerdir. Şahin Dönmez’in gözaltında çözülmesi ve isim vermesi üzerine çok sayıda gözaltı yaşanır. Ali Poyraz da arananların içindedir. Ele geçmemek için Pazarcık alanına geçer. Daha bıyıkları yeni terlemeye başlamıştır, onu gören dağ koşullarına uyum sağlamayacağını düşünür. Uzun süre arkadaşların yanında kalır. “Dağda idik ama üzerimizdeki elbiseler bile dağda kalmaya uygun elbiseler değildi” diyor Ali Poyraz. 1981 Newrozu’nu kutlamak için planlama yapmak üzere alanda bulunan Bese Anuş, grubuyla buluşmaya giderken pusuya düşer ve çatışarak şehid düşer. Ali Poyraz ve 4 arkadaşı askeri operasyon sonucu çatışmaya girerler. Ali Cankılıç ve Salman Cengiz şehid düşer. Ali ve İmam Güler yaralı yakalanır.

105 günlük işkenceli sorgu

105 günlük işkenceden sonra cezaevine gönderilir. O süreci Poyraz şöyle dile getiriyor: “Biz operasyonu fark edince geri döndük ve gündüz hareket etmek zorunda kaldık. Bir faşist köyün yanından geçtik ve bizi ihbar ettiler. Çatışmadan sonra 2 arkadaşımız katledildi biz iki kişi de esir düştük. Ölen iki arkadaşımızı bir katıra yükleyip köye getirdiler. Yıllar sonra Roboski Katliamı olduğunda o insanların katırlara bindirilme görüntülerini izleyince o dönem aklıma geldi. Önce Pazarcık sonra da Maraş Spor Salonu'na getirdiler. O dönem orası gözaltına alınanlara işkence yapılan bir merkezdi. Bana işkence yapan polis, 'Siz nasıl insansınız, anne babalarınız kapıdan ayrılmıyor' diyordu. O zaman anladım ki annem haberi almış ve beni kapıda bekliyor. Cezaevinde annem ziyarete geldiğinde TRT haberlerinden öğrendiğini anlattı. İlkin bizim öldüğümüz söylenmiş. Annem araştırınca sağ olduğumu öğreniyor ve kapıda bekliyor. Burada bir ay işkencede kaldım. Bu süreç içinde 11 kişi işkenceyle katledildi. 6 hücre vardı, hepsi doluydu. Biz koridorda kalıyorduk. 6 hücrenin birinde kadın arkadaşlar kalıyordu. Kimse bize ekmek su vermezken onlar işkenceyi göze alıp bize ekmek ve su getiriyorlardı."

Kimsenin üzerine ifade verdin mi?

Gözaltında 10 ay bile kalanların olduğunu ifade eden Poyraz, gözaltında işkencede insanların etlerinin çürüdüğüne tanıklık ettiğini belirtiyor. Dönemin Maraş sıkı yönetim komutanının devrimcilere söylediği, “Benim tek bir hedefim var, Maraş Katliamı'nı solcuların başlattığını sorguda size kabul ettireceğim” dediğini aktaran Ali Poyraz, bunun nedeninin de o dönem tutuklu yargılanan ülkücü Ökkeş Kenger olduğunu belirtiyor.

İşkenceyle geçen 105 günden sonra tutuklanıp eskiden bir han olan ve daha sonra cezaevine çevrilen Maraş Cezaevi’ne götürülür. Poyraz, devam ediyor anlatmaya: “Cezaevinin 170 yatak kapasitesi vardı ama biz 1100 kişi kalıyorduk. Fareler cirit atıyordu, herkes bitlenmişti. Biz PKK’li 40 arkadaş gittik. İdare bizden oldukça rahatsızdı çünkü her istediklerini kabul etmiyorduk. Adli tutuklular da bize bakarak idarenin dediklerini yapmıyordu. Cezaevine gittikten sonra anneme telgraf çektim. Annem ilk beni görmeye geldiğinde -tabii o zaman teller arkasında görüşüyorduk- şok oldu. Birkaç dakika konuşmadı, o kadar ki işkence görmüştük. Annemin ilk sorusu ‘kimsenin üzerine ifade verdin mi’ oldu. Ben vermediğimi söyleyince rahatladı."

Siyasi savunma

1982 yılında 20 arkadaşıyla Mersin cezaevine sürgün edilir. Spor ve eğitim, birinci taleptir. İlk toplu eğitimi PKK davasından gelenler başlatır. O zaman diğer davalardan gelenler de vardır ama eğitim yapmazlar. PKK’liler toplu eğitim yapınca diğer örgütler de başlar. Altıncı Kolordu o zaman Antep, Mersin, Hatay, Adana ve Maraş alanlarından sorumludur. Bu alanlarda gözaltına alınanların hepsi aynı dosyadan yargılanır. Sayı çok fazladır; önce 620, daha sonra 820 kişi bu davadan yargılanır. Mersin Cezaevi'ndeki PKK’lilerin o zamanki sayısı 400’den fazladır. Ali Poyraz mahkeme sürecini şöyle anlatıyor: “Mersin cezaevinde o süreçte yetkin arkadaşlar vardı ve onların sayesinde siyasi savunma hazırladık. 1983 yılında askeri mahkemede siyasi savunma yaptık. Önce izin vermek istemediler bir nevi biz zoraki konuştuk. Benim savunmam nedeniyle bir ay hücre cezası ve askeri mahkemede hakkında ayrı bir dava açıldı. Ben bir ay hücrede tek başıma kaldım ve 32 ay ceza verdiler. Daha sonra bir dilekçeden dolayı da 16 ay ceza aldım. 20 yıl cezam böylece 21 yıl 4 ay oldu."

Dicle ve Rubar

Rubar’dan mektup

Zindanda dışarısı ile ilişkileri kopar. Ağabeyi Rubar’dan da haber alamaz. Aylar sonra ağabeyinden bir mektup alır. Yazısından tanır ağabeyinin mektubunu Ali Poyraz, "Mektubunda yakalandığını yazmıştı. Filistin sahasına geçtikten sonra hiç haber alamamıştık. Sonradan öğrendim ki Rubar, Filistinlilerle beraber savaşa girmiş, ciddi zorluklar yaşamıştı. Geri dönme olanakları olmadığı için orada birkaç arkadaşla 1981 yılında Serxwebun Dergisi'ni çıkarmıştı. 1983 yılında silahlı propaganda birliklerinin ülkeye dönüş kararından sonra Rubar Heval de ülkeye dönüyor. 1983 yılında Çukurca‘da ağır yaralı olarak yakalanıyor. Uzun süre yaralı olarak orada tutuluyor ama ölmediği için alıp Amed’e getiriliyor. En ağır yarası çenesinin altına giren ve kulağının yanından çıkan kurşundu. Şehid düşene kadar da kulağı duymuyordu. İşkence amaçlı Dicle Nehri’ne sokup çıkarmışlardı.

Ağabeyime bir mektup yazdım. Annemin bana dediği şeyi bu sefer ben ona sordum; ‘kimseye zarar verdin mi?’ Hemen cevap yazdı. Sanırım zoruna gitmişti. ‘Sen ağabeyine güven, bir sıkıntı yok, rahat geldim’ dedi."

Sürgünler

Rubar, Amed’e; oradan Adana Köprüköy Cezaevi’ne, sonra Adana Cezaevi'ne götürülür. Burada adli tutuklularla birlikte tutulur. 24 Ocak’ta bir direniş örgütlerler. Bunun üzerine direnişte olanlar önce hücrelere, daha sonra Malatya Cezaevi'ne sürgün edilir. İki kardeş hep ayrı cezaevlerinde kalırlar. Rubar, Malatya’dan sonra Antep Özel Tip’e sürgün olur. Buradan bir tünel kazma girişimi nedeniyle tekrardan Malatya’ya sürgün olur. 1991’de Özal düzenlemesi nedeniyle tahliye edilir. Ali Poyraz ise Eskişehir tabutluğuna sürgün olur. Orada yapılan eylemler ve açlık grevi nedeniyle Eskişehir tabutluğunda da Aydın’a sürgün edilir.

Yıllar sonra ilk karşılaşma

Rubar ile en son Filistin’e gitmeden önce görüşen Ali Poyraz, 11 yıl sonra karşılaşmasını, o anı yaşıyor gibi anlatıyor: “Bana ziyaretçin var dediler. Baktım ağabeyim gelmişti. İlkin ne konuşacağımı bilemedim. Filistin sahasına gidecek, geri gelecek, yaralanacak, cezaevi yatacak, sonra beni ziyarete gelecek; bunları düşünemiyordum. Ağabeyim gülümseyerek bana ‘ne oldu? Dut yemiş bülbüle döndün’ dedi. Birbirimizi sorduk. Annem ile yaşadığı bir anısını anlattı. Ayrılırken 'Seni bir daha ziyarete gelemem” dedi. Kucaklaşamadık bile…"

Ali Poyraz ve Rubar

Biz kardeşiz

Ağabeyim beni ziyaret ettikten sonra İstanbul’a gidip, küçük kız kardeşim Handan’ı ziyaret ediyor. Tekrar Mahsum Korkmaz Akademisi’ne gidiyor. Handan’da onunla gitmek istemiş ama yaşı küçük olduğu için götürmemiş. Bu süreçte diğer kız kardeşim Rahşan gerillaya katılmıştı. Ağabeyim Handan’ı, ‘Ali cezaevinde, anne yalnız. Sen daha sonra gelirsin’ diyerek ikna ediyor. Handan bunları bana mektupta üstü kapalı bir biçimde yazdı. Bana ‘sen çıkınca birlikte gideceğiz’ diyordu. Arkadaşlar ağabeyimin şehirde kalması konusunda ısrarcı olmuşlar. Annem de, ‘Ali cezaevinde, Rahşan gerillada, sen burada kal’ diyor. Rubar Heval anneme ‘ne biz devletin yaptığını unuturuz ne de devlet bizim yaptığımızı unutur. Devlet rahat vermez’ diyerek gitmiş. 1991 Mayıs’ında Mahsum Korkmaz Akademisi'nde Önderliğin önerisiyle Zindan Direniş Konferansı yapıldı. Konferansın düzenleyicilerinden biri de Rubar Hevaldir. Rubar Heval akademide iken kız kardeşim Rahşan da akademideymiş. Ben bunu yıllar sonra öğrendim. Ama arkadaşlara kardeş olduklarını söylemiyorlar. Rahşan, Rubar ağabeyimi gördüğü zaman sigarasını saklıyor, heyecanlanıyor. Bu kadın arkadaşların dikkatini çekiyor. Kadın arkadaşlar, ağabeyimle konuşmak istediklerini söylüyorlar. Sorun ne diye soruyor Rubar. Arkadaşlar ‘Dicle Heval (Rahşan) ile aranda bir sorun mu var? diyorlar. Rubar da yok diyor. Arkadaşlar, 'Bizce bir sorun var. Dicle seni görünce ne yapacağını şaşırıyor. Elindeki sigarayı saklıyor, panikliyor eğer bir sorun varsa bilelim' diyorlar. Ağabeyim gülerek ‘Biz kardeşiz, onun içindir’ diyor."

Zeynep Ana Almanya’ya gönderilir

1993 yılında Zeynep Ana hakkında dava açılır. Ve zorla ikna edilerek onu yurt dışına çıkarırlar. O tarihten beri de Almanya’da yaşıyor. Poyraz, Zeynep Ana için şunları söylüyor: “Almanya’ya gidene kadar da diğer annelerle birlikte cezaevi kapılarındaydı. Her eylemde yer alıyordu. Annemi arkadaşlar zorla gönderdi diyebilirim. Çünkü hastaydı ve cezaevine girerse daha kötü olacaktı. Almanya’ya gidince oğluma sahip çıkamam demişti. Arkadaşlar onu ikna edip yollamışlardı.”

Handan da gerillaya katılıyor

Zeynep Ana yurtdışına çıkarken Handan İstanbul’da akrabalarının yanında kalır. Aile çevresi onun da gerillaya gitmemesi için baskı yapar. Ancak Handan, Apocularla ilişki kurar. O dönem Devrimci Halk Partisi çalışması içinde yer alır ama her zaman gerillaya katılmak için kendini dayatır. En sonunda önerisi kabul olur. Poyraz, Handan’a ilişkin şunları ifade ediyor: “Handan çok atik ve girişken biriydi. Rahşan gideceği zaman Handan ile birlikte beni ziyarete gelmişlerdi ve gün boyu cezaevinde kaldılar. Bir ara Rahşan yanımızdan ayrıldığında Handan bana ‘Ağabey ben daha çok kitap okudum, bak Rahşan daha kilolu, onun yerine ben gideyim’ dedi. O zamanlar daha 13-14 yaşlarındaydı. Sözünü asla sakınmazdı. Bir gün Rubar Hevali ziyarete gittiğinde Rıza Heval’e ‘Hüseyin ağabeyim burada, Ali ağabeyimle de Adana ve Eskişehir’de birlikte kaldın. Hangisini daha çok seviyorsun diye sormuş. Çok ilginç soruları vardı, araştıran sorgulayan biriydi. İstanbul'dayken bana yazdığı mektuplarda ‘sen hem babam, hem ağabeyim hem de hevalimsin. Her şeyi rahatlıkla seninle paylaşıyorum’ diyordu. Gerçekten de büyümüş küçülmüş bir çocuktu. Son mektubunda üstü kapalı olarak ‘ben aslında seni bekleyeceğim ama senin garantin yok, biz seninle köyde buluşuruz’ diye yazmıştı. Bu kesin katılım kararını verdiği anlamına geliyordu."

Beni Amed'e gömün

Handan 1993 yılında katılır. Ali Poyraz cezaevindedir ve kardeşlerinden haber alamaz. 10 yıl sonra Aydın Cezaevi'nden Antep’e sevkini ister. 1998 yılında iki kız kardeşinin de şehadet haberini alır. 1990 yılında katılan Dicle, 1996 Eylül ayında Dersim’in Timtepesi’nde şehit düşer. Helin Deniz (Handan) ise 5 Ekim 1996’da Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı Göldağı bölgesinde yapılan bir top atışı sonucu şehit düşer. O süreci Ali Poyraz şöyle anlatıyor: “Helin Deniz’in Sivas’ta toplu bir mezara gömüldüğüne dair bir haber aldık. Annem ve bacım gidip DNA örneği verdi. Tam noktayı bize söylemediler. Savcılık aracılığıyla 29-30 yeri kazdık ama bir sonuca ulaşamadık. O toplu mezarda yakınları olduğu düşünülen birkaç aile daha geldi. Daha sonra aldığımız duyumlara göre toplu mezarın olduğu yerin üstü beton ile kaplanmış ve üstüne mezarlık yapılmış. Daha sonra kardeşimin şehit edildikten sonra yerde sürüklenen fotoğraflarını gördük. Helin Deniz’i ararken Dicle’nin kaydına rastladık. Dersim’de Kimsesizler Mezarlığı'na gömülmüştü. Hemen yasal süreci başlattık. Şehadetinden 18 yıl sonra 2013’te Dicle’nin mezarına ulaştık. Dicle’nin vasiyeti vardı. Büyük ablama ‘ya ben Amed’de evleneceğim ya da şehid olursam beni Amed’e gömün!’ demişti. Bunun üzerine Amed’e gömmeye karar verdik. Mezarı açtıklarında kız kardeşim ve annem oradaydı. Bir battaniyeye sarılı halde gömülmüştü. Saçı bile dağılmamış. Bacım, ‘ben çorabını çıkarmak istedim, sonra baktım hiç bozulmamış öyle kalsın dedim.’ Amed Yeniköy Mezarlığı'nda, Ali Çiçek’in mezarının yakınında iki kız kardeş için mezar yeri hazırlamıştık. Oraya gömdük. Tabii mezarlarımıza bile tahammül edemiyorlar; üç defa kırdılar. Amed’e taziye kuruldu, arkadaşlar aileyi yalnız bırakmadı."

Helin Deniz kardeşin mi?

Ali Poyraz, şöyle devam ediyor: "Yıllar sonra kız kardeşimle birlikte Kandil'e gittik, Bese Hozat ile karşılaştık. Bese Hozat kız kardeşimi görünce, ‘Senin şehid bir bacım var mı? Helin Deniz senin kız kardeşin mi? dedi. Bese Hozat kız kardeşimle birlikte gerillaya katılmış. ‘Seni görünce o aklıma geldi’ demiş bacıma. Helin Deniz temel gerilla eğitimini Dersim’de görüyor, daha sonra Sivas alanında kaldığını ve burada şehid düştüğünü öğrendim. Helin’in cenazesini alamadık ama şunu biliyoruz; onlar katledilip toplu bir mezara gömülmüşlerdi."

***

İlk karşılaşmalar hep zordur

Ali Poyraz 21 yıl 4 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olur. Önce Almanya’ya Zeynep Ana'ya uğrar. Daha sonra İngiltere’deki kız kardeşinin yanına gider. Burada iltica işlemlerini başlatır. 2007 yılında Kandil’e gider ve yıllar sonra yeniden Rubar ile karşılaşır. İlk karşılaşmaların hep zor olduğunu söyleyen Poyraz: “Annem ile yıllar sonra ilk defa Almanya’da karşılaştığımızda, onun o çığlıkları hala kulaklarımda. Bana sarılıp ‘sen geldin Handan ve Rahşan nerede, niye onları getirmedin’ dedi. Rubar Heval ile ilk defa 2007 yılında Kandil’de görüştük. İşin gerçeği onu o kadar zinde beklemiyordum ama hiç değişmemişti. Espritüel yönü hep aynı kalmıştı. Rubar Heval deşifre olmamaya çok dikkat ederdi. Güney Kurdistan’ın birçok kentinde ismen tanınıyordu ama kim olduğu bilinmiyordu. Şehid düştükten sonra onun Kandil’in genel güvenliğine baktığını öğrendim."

Şehadet haberini köyde söylediler

Ali Poyraz, anlatmaya devam ediyor: "Arkadaşlar, beni çağırmıştı, Süleymaniye'ye gittim, bir tuhaflık hissetmiştim. Yolda meyve ve iki kasa nar aldım, çünkü ağabeyim narı seviyordu. Biz yoldayken arkadaşlar aradı, neredesiniz diye. Şoför de, Rubar Heval merak ediyor, dedi. Bu biraz beni rahatlattı ama hala korkularım vardı, Rubar Heval nasıl diye soramıyordum. Bir tepeye vardığımızda tanıdık bir arkadaş gelip bana sarıldı. Çok tuhaf oldum, gözlerine bakamıyordum. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım ama düşünmek bile istemiyordum. Bir köyde odaya geçtik, daha oturmamıştık ki, arkadaşlar yarısı yanmış Rubar Hevalin kimliğini verdiler. Onun şehit düştüğünü söylediler. Kandil’e o yıl çok kar yağmıştı. Arkadaşların halini görünce, kendi acımı unuttum. Ben bir ağabeyimi, bir aile üyesini, bir büyüğümü kaybettim ama arkadaşlar çok daha fazlasını kaybetti. 41 yıl mücadelede kaldı. Oysa ben onunla 15 yıl beraber kalmıştım. Şehid düştüğü yeri gidip gördüm. Rastgele bir vuruş değil, suikast olduğunu söyledi arkadaşlar."

Zeynep Ana ve Rubar

Zeynep Ana ile Kandil ziyareti

Zeynep Ana 19 yıl sonra Rahşan’ın cenazesini bulup Amed’de toprağa verir. 19 yıl sonra da Kandil'e giderek oğlu Rubar’ı görür. Bu tesadüf müdür yoksa hayatın getirdiği bir lütuf mudur, bilinmez. Ali Poyraz, Zeynep Ana ile Kandil’e yolculuğunu ve yaşadıklarını şöyle ifade ediyor: “Maxmur’a gittik, arkadaşlar toplandı. Biz Rubar Hevalin annesi olduğunu söylemedik. Annemin konuşmaları onların dikkatini çekiyordu. Annem damdan düşer gibi eleştiri yapıyordu. 'Siz bir sürü örgüt kurdunuz, harf kalmadı' vs. Partinin kuruluşunun öncesini anlatıyordu ve bu herkesin ilgisini çekti. Konuşurken bir arkadaş Rubar Heval'den bahsedince annem daha farklı konuşmaya başladı. Diğer gün Kandil’e doğru yola çıktık. Daha önce bizi götüren şoförü tanıyordum. İyi araba kullanıyordu ama o gün ama yavaş kullanıyor. Ben de 'ne oldu, hızlı git' dedim. Bana dönüp 'Rubar Heval’in annesi gelmiş 19 yıl aradan sonra, vallahi bir şey olacak diye ayağım titriyor' dedi."

Rubar’ımın kokusu geliyor...

Artık gerilla alanlarındadırlar. Poyraz, anneye; “Burası gerilla alanlarıdır” deyince, camı açan Zeynep Ana derin bir soluk alır. “Rubar’ımın kokusu geliyor” der. Zeynep Ana bir hafta orada kalır. Poyraz, o günleri anlatıyor: "Annem daha önce Rubar’ı gördüğünde kurban keseceğim diye adak adamıştı. Adağı yerine getirmek için yakın bir köyde iki keçi alıp getirdik. Kurbanı kesince annem eski geleneklere göre kurbanın kanını Rubar’ın alnına sürmek istedi. Ağabeyim kabul etmedi, ‘yok olmaz, geçin bu eski şeyleri’ diye. Ama arkadaşlar anneyi iyice kışkırttı. Zorla da olsa kanı sürdü. Zeynep Ana’nın geldiğini duyan herkes ziyarete geliyordu. Cemil Bayık annemi görmeye geldi. Antep’ten tanıyorlardı. Karasu Heval bir platformda ağabeyimi eleştirirken, ‘Rubar Hevalin annesi daha aktiftir, atılgandır’ diyor. O sırada platformda olan ağabeyim sesini çıkarmıyor. Ara verilince de ‘ben gideyim annem gelsin o zaman’ diyor."

Ali Poyraz

Dağlarda insanlık var, paylaşım var

Annesiyle o görüşmede yaşadıklarını paylaşan Poyraz, "Eski arkadaşlar vardı, örgütlerden konu açıldı. Annem de ‘eskiden PKK vardı sonra ERNK ve ARGK kuruldu. Siz şimdi isim bırakmadınız, harf kalmadı, bir sürü örgüt kurdunuz, kafamız karıştı’ dedi. Cemil Bayık anneme ‘haklısın’ dedi. Bir hafta kaldık orada. Rıza Heval de görmeye geldi. Rıza Heval, annemi ta Tuzluçayır’dan tanıyor. Bayağı sohbet ettiler. Annem de sansürsüz konuşuyordu. Sonra ‘Rıza bak beni böyle konuşturuyorsun, burada arkadaşlar var, gençler var, ayıptır’ diyordu. Annemin birçok sağlık sorunu vardı. Bir torba ilaçla geziyordu ama havasından mı nedir bilmiyorum. Kandil’de hiç ilaç kullanmadı. Dönüşte KDP kontrol noktasına gelince bizi beklettikleri için sinirlendi ve bana ilk defa ilacını sordu. Annem ‘Kandil’de insanlık var, paylaşım var’ dedi. Annemin ilk izlenimi buydu" diyor.

 

Bu yol onurlu bir yoldur

Ali Poyraz, sözlerini şöyle noktalıyor: "Kandil’i ve oradaki arkadaşları görünce insanda daha fazla mücadele isteği doğuyor. Bizim açımızdan bedeli ağır oldu ama halk açısından kazanımları da çok oldu. Ağır bedeller ödeyen anaların bugün binlerle ifade eden evlatları var. Bu yol onurlu bir yoldur. Bizim ne kadar şehidimiz olursa olsun, ne kadar köyümüz yakılırsa yakılsın, ne kadar zindana atılırsak atılalım, düşman başarılı olamadı, olmayacak da. Bu da onlara dert olsun.”

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.