Bir başka İthaka

Arif ALTAN yazdı —

  • Bir kayboluş, bir arayış, bir yeniden kendini buluş, bir çileli eve dönüş şiiri, masallar peygamberi Homeros’tan. Çökmeyen iradenin, eksilmeyen inadın, bitmeyen özlemin gücü; rüzgarlarla, fırtınalarla, ölümcül yıldırımlarla sınanan.
  • Lotus yiyicilere bulaşmadan, Circe’nin büyüsüne kapılmadan, sirenlerin şarkılarına tutulmadan, Kalypso’nun ölümsüzlük vaadine kanmadan. Kendi köklerine çağıran bir başka destan ki, baştan sona bütün dizeleri Kürt diyarından. 

Dalgaların tepesinde bir yalnız adam, belki evini ve yurdunu belki de kendini arayan. Bir insanın, bir masal kahramanının serüveni mi, bir halkın sonsuz özleminin hikayesi mi, kuduran dalgalarla boğuşup duran? Homeros’u severiz, bir ikincisi yeryüzüne gelemeyeceğinden; onur ve erdeme banıp hiç kimse tutkuyu onun kadar yükseklere taşıyamayacağından. Hikayeleri, büyükannelerimizin hikayeleri tadına yakınlığından, belki de kahramanları, bir daha göremediğimiz ama hiç unutamadığımız yakınlarımızın yüzlerini hatırlattığından.

Bir kayboluş, bir arayış, bir yeniden kendini buluş, bir çileli eve dönüş şiiri, masallar peygamberi Homeros’tan. Çökmeyen iradenin, eksilmeyen inadın, bitmeyen özlemin gücü; rüzgarlarla, fırtınalarla, ölümcül yıldırımlarla sınanan. Bir büyüleyici serüven; yanıltıcı melodilerle, tatlı unutuşlarla, baştan çıkarıcı vaatlerle dolup taşan. Truva’nın külleri nerede, İthaka semaları nerede? Yirmi yıl sürdü Odysseus’unki, elli iki yıl sürse de elem dolu bir serüvenden sonra bir huzurlu ülke düşü; belki bir rüya, belki bir ihtimal, belki de tüm imkansızlıkları içinde ışığa eriştirecek bir imkân.

Ama ne zaman kıyılar görünse, aynı şarkılar; ruhları esir alan, yıkım ve fırtınaları çağıran. Her yaklaşıldığında aynı sesler ki, görülmemiş biçimde rüzgarları tersten dolduran. Bir azgın sürü, İthaka’yı Odysseus’tan daha çok arzuladığına inandıran. Bir bağış, karşılıksız sunulacak bir İthaka rüyası gördüğüne herkesi kandıran. Bir adım yol almadan, bir fırtına görmeden, bir kıymık acısı yaşamadan, hep aynı yerde sanrılar ve saplantılarına usanmadan dönüp duran. Odysseus’a, yoldaşlarına, dalgalarmış gibi dağları yaranlara sövüp sayan. Bozuk ve boğuk şarkılar, hepsi de aynı boğumlu gırtlaktan. Sirenler gibi baştan çıkarıcı, lotus gibi uyuşturucu, Circe’nin büyüsü gibi unutturucu, ama onların zarifliğinden de yoksun olan. Geri dönüşü zorlaştıran, yolları önemsiz varlıklarıyla tıkayan, bütün çıkışları dikenlerle sıvayan, kayalar ve sayısız tuzaklarla dokuyan.

İnsanlığın kendi kendini unutma sürecinin alegorisiydi, Odysseus’u bir destanın kahramanı olmaktan çıkarıp günümüze ulaştıran. Bir anayurda, bir eve dönme, bir hakikati yeniden bulma arzusu ki her adımında yanıltıcı melodiler, aldatıcı vaatler, yoldan saptırıcı hilelerle kesintiye uğrayan. Rasyonel ilerleyiş ile mitik gerileyişi aynı zincirin iki halkasından birbirine bağlayan. Öyle böyle bir özlem değildi, İthaka’dan uzakta yaşamayan ne bilsin; yıldırımlarla, şimşeklerle, azgın dalgalarla sınanmadan, ölümün bin bir karanlık yüzüyle ödeşmeden bir dönüşün anlamına nasıl yükselsin, kötülüğe ağırlıklarıyla dalarak geri dönecekler için felaketler kurgulayan. Ama özgürlük bir tutku ki asla azalmayan, dönüş öyle hakiki bir özlem ki asla hedefinden şaşmayan. Kurtuluşu geciktiren, yolculuğu sonsuza dek uzatmak isteyen, “Lotus yiyiciler”e evirilen, Circe’nin büyüleriyle dönüşen, deniz kızlarının şarkılarıyla baştan çıkan da şu ölümüne uyuşukluğu içinde herhangi bir varlıktan daha azına razı olan.

Geçmişin yükünden kurtulan, tarihin izlerinden arınan, acı ve sevinç duymayan. Lotus Yiyiciler… İthaka’yı bir daha anmayan, onunla bir daha anılmaktan hoşlanıp hoşlanmadığını bile anlayamayan. Dünya üzerinde herhangi bir canlıdan daha azına donup kalmayı arzulayan. Zihnin duruluğunu ve ruhun saflığını değil; lotus, yaşanmış bir hayatı, geride bırakılmış zamanları yok sayan. Bir arada ve ayrı ayrı hepsini saran, o kolektif felç halinden ölesiye zevk alan. Gönüllü teslimiyetin kokusunu dört bir yana yayan. Ne sarhoş edici, ne ayıltıcı, yalnızca sürekli bir unutuş döngüsü içinde zamansal ve tarihsel deneyimi anlık bilgisizliğe sıfırlayan. Gerçeği, totalitenin işlevsel bir öğesine saplayan.    

Ama dalgaların tepesinde yarım asrı gözleri ufukta İthaka kıyılarının görünmesini dileyen o özlem dolu insan. Her gece kasırgalarla boğuşup her sabah anayurdunu pırıl pırıl doğan yepyeni bir güneş gibi zihninde yeni baştan kuran. Circe’nin büyüsüne, aklın kendi karanlığını üretmesine hiçbir kapıyı aralamayan. Yolculuğun her durağında sayısız tehditle karşılaşan. Bilmişti, o hep bilmişti; insanları domuza çeviren büyüsüyle Circe, yalnızca masalsı bir imge değil, zamanımızın gerçek tehlikesiydi, İthaka dönüşünü yıkıma dönüştürmek isteyen aklın, kendi uçurumu içinde insani yetiden, kimliğin kendi özünden ihanetle kopuşunu kutlayan ve de ondan arta kalanı her sabah hararetle yeni baştan kutsayan. Araçsal aklın mitosa gerileyişi, kendi özlerini kaybettikleri ölçüde hayvansı bir itaatin taşıyıcıları haline gelen, biyolojik bir düşüş olmayan ama öznenin kendisini hükümran diliyle özdeşleştiren, hakikati, zalimin kelimelerine indirgemeden bir daha asla hatırlayamayan.

Her biri ki, henüz hayattayken daha, tarihin negatifi Ölüler Ülkesi’nin bile arındıramayacağı o ağır günahkarlardan. Her şeye tepeden bakan zayıf ruhlarıyla büyük İthaka rüyasını yarı yolda boğmayı tasarlayan, özgürlüğün imkansızlığını önermeler halinde tekrarlayan. Sunulan gerçek, dipsiz karanlığa çekip götüren yıkıcı bir simülasyondan. Görünüşü ve sesiyle gerçeği taklit eden, içerikte onu boğmaya; temsili, temsil edileni imha etmeye çağıran. Ama kulaklarını bal mumuyla tıkayıp kendini seren direğine bağlayan, ilkelerle kendi kendini sınırlayan bir kahraman. Çünkü özdeşliğin büyüsüne çözülür, sadakatin zorunluluğunu duyup ilkeye bağlanmayan.

Ufuklar her göründüğünde birbirine çekili o yapışık yılan dolanıklığı, karanlığın hükmünü kuşanıp Odysseus’a saldıran. Devasa gölgelerine küçüleceğini bildiğinden, insan yutan Laestrygonlar Ülkesi devlerini durmadan kışkırtan. Kurtuluş yolunda her imkan, belki de hileli hayatlarını ve acınası varoluşlarının imkansızlığını duyurduğundan. Öyleyse kötülüğe eksilmeyen son bir çaba, Aeolus Torbası’nı açıp bakmaktan yılmayan, açgözlülüğünü altına katılaştırıp fırtına ve kasırgaları herkesin yıkımı pahasına salan. Öyle bir koro ki, İthaka’ya dönmektense Kalypso Adası’na dönmeyi arzulayan, hayata sakat bir ömrün ödünç huzurunu, kendi tarihinden kaçışta arayan. Dönüş yolundakine ve umuda saldıran, ait olmadığı ve asla barındırılamayacağı adalar ve ülkeler için yanıp tutuşan, bir incir ağacının altında sonsuza dek ulaşamayacağı dallara umutsuzca uzanmaya çalışan.

Ama dalgalar ve kasırgalarla boğuşmaktan yılmayan bir yalnız adam ki, kalbindeki tüm sıcaklık, beynindeki bütün sesler İthaka’dan. Bir ülke değildi sadece İthaka; bir hal, bir duygu, çıkarla lekelenmemiş bir düşünce, hileyle yan yana yürümez bir rüya, özgürlüğü kaynağına yenileyen saf isteğin akışına, ölümsüz biçimler veren bir büyük iman. Lotus yiyicilere bulaşmadan, Circe’nin büyüsüne kapılmadan, sirenlerin şarkılarına tutulmadan, Kalypso’nun ölümsüzlük vaadine kanmadan. Kendi köklerine çağıran bir başka destan ki, baştan sona bütün dizeleri Kürt diyarından. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.