Gavroche’un şarkısı

Arif ALTAN yazdı —

  • Gavroche, insana ait en saf dürtüyü taşır. Son lokmasını paylaşır, çünkü başka bir ahlak tanımaz. Düşerken bir düşkünü korur, çünkü başka bir adalet bilmez. Barikatlara çıkar, çünkü başka bir kurtuluş görmez. Başkalarının ölmemesi için ölmeyi seçen bir çocuktur, çocuk bedeninde yazılmış bir erdem manifestosudur, Hugo’nun dünyasında ise Hıristiyanlığın çarmıha gerilmiş çocuğudur Gavroche.
  • Devrim, hala bir çocuğun cesaret dolu saf kahkahasıdır. Elindeki ekmeği, yüreğindeki sevinci, dudağındaki şarkıyı çalmak varken, bir çocuğu bir çocuktan başka kim sever? Devrim, hırsızlarını sevmez. “Devrim hırsızları” ise hiçbir çocuğu. O yüzden gerçek devrimcilere inanırız, onlardan önce çocuklara inanırız. Çünkü tanrı bile ancak bir çocuğun suretinde yeryüzüne inmeye cüret edebilir.

Gece çözülüyor, gün ağarıyor. Paris’in bulanık yüzü üstüne sabah ve sis çöküyor. Seine’in suları ağır ağır akıyor. Bir köprü altında, soğuk taşların dibinde, bir çocuk uyanıyor. Evi olmayan bir çocuk, yatağı olmayan bir çocuk. Öpüp uyandıracak babası, göğsüne bastırıp doyuracak bir annesi olmayan bir çocuk. Paris’in sokaklarında yürüyen bir çocuk. Bir kitabın kıyısından gülümseyen kimsesiz bir çocuk. Sefiller’in en dokunaklı yüzü. Sefiller’in en ihtişamlı yüzü. Sefiller’in en sessiz ve en cıvıltılı yüzü. Bir çocuk uyanıyor, bir çocuk gözlerini kırpıştırıyor. Kapkara bulutlar mavi göğü boğuyor. Kirli ve karanlık bir zamanın içine bir katre ışık damlıyor. O bir damla ışık genişliyor. O bir damla ışık yeri göğü kaplıyor. Bu gülümseyen bir çocuğun yüzü. Bu bir dâhinin kalemiyle değil, kaldırımların vahşetiyle, kanlı sokakların kalıntılarıyla, kentin çamuruyla, açlığın pasıyla, sokak köpeklerinin nefesiyle çizilen bir çocuk yüzü. 

Bir çocuk kalbi ki, sefaletin içinde parlayan. Bir çocuk kalbi ki, ne kilisenin ne devletin yasalarına sığmayan. Bir çocuk kalbi ki, yokluğun derinliklerinde mutlu kuşlar gibi cıvıldayan. Bir çocuk kalbi ki, ölümün sokağında kahkahayla dolaşan. Bir çocuk kalbi ki, açlığın ve umutsuzluğun içinde özgürlüğü dolaştıran. Bir çocuk kalbi ki, tanrıyla değil, merhametle yol alan. Bir çocuk kalbi ki, ekmek için değil, onur için savaşan. Bir çocuk kalbi ki, duvardan duvara, sokaktan sokağa kurşunlar arasında eğlenerek koşturan. Gavroche! O yeryüzünün en acımasız sokağına yanlışlıkla düşen bir tanrı. O, inananı olmayan bir tanrı. O kavmi olmayan bir peygamber. O, ülkesi olmayan bir hükümdar. O, izleyen orduları olmayan bir komutan. O, darda olanın tam zamanında yanı başında biten bir yalnız kahraman. O, son bir çare. O, ölümsüz bir şarkı. O, çağının ve gökyüzünün son mucizesi.    

Tutkuların bir dayanağı, yeryüzünün bir rengi yok gibiydi. Yerçekimi tersten işliyordu, tabiatın bütün kuvvetleri alışılmadık bir düzen izliyordu. Çökmesi gereken her şey yükseliyordu, yükselmesi gereken her şey düşüyordu. Boş olan ağırdı ve her yeri kaplıyordu, dolu olan uçucuydu ve hiçbir yerde izi görünmüyordu. Paris aç, Paris yorgun, Paris kirli bir şehirdi. Sokakları vahşet, sokakları ölüm, sokakları kandı. Ama Gavroche orada doğdu. Ama Gavroche orada büyüdü. Ama Gavroche orada yürüdü. Bataklıkta biten lotus gibiydi. Çöplüğün içinden yükselen gül gibiydi. Kökü karanlıkta, yaprakları is içindeydi. Ama güzel kokuyordu. Ama sonbaharın ilk yağmurları gibi kokuyordu. Ama İlkbaharın son yağmurları gibi kokuyordu. Ama taze bir zambak gibi kokuyordu. Ama yeryüzünün bütün çiçekleri gibi kokuyordu. İyilikti, merhametti, cesaretti, ümitti, devrimdi. Bir büyülü şiirdi. Bir masallar ezgisiydi.

 

Gavroche / foto:AFP

 

Gavroche, yeryüzüne yanlışlıkla düşen bir tanrıdır; ama vahiy ve buyrukları yoktur. Gavroche, sefaletin içine doğan bir peygamberdir; ama kitabı ve vaazları yoktur. Çünkü sadece eylemi vardır. Çünkü sadece inancı vardır. Çünkü sadece şarkısı vardır. Çünkü sade inancında insanın kendisi olan bir umudu vardır. Kendisi aç ve kimsesizken, son ekmeği aç ve kimsesiz çocuğa sunan, sokaktaki kediyi okşayan, dalındaki kuşla birlikte şakıyan, devrime mermi ve umut taşıyan, Paris’in göğünü sesiyle dolduran, Paris’in duvarlarını yüzüyle yazılayan, devrimden ve Paris’ten büyük yüreği olan... Bulaşıcıdır; çünkü neşesi, Paris’in damarlarında uğuldar. Trajiktir; çünkü sokakları, kaldırımları, Paris’i, Fransa’yı ve bütün yeryüzünü kaplayan aç bir çocuğun kahkahasıdır. Ve devrimcidir; çünkü korkusuzdur, neşesinde tedirginliğin izi yoktur. Bir ikilemdir, yaşadığı dünyanın en büyük çelişkisidir; çünkü hem toplumun fırlatıp sokağa attığıdır hem de insanlığın özüdür.

Gavroche, çocukluğun ve güzelliğin çehresidir. Gavroche, bir sınıfın mayasıdır. Gavroche, halkın küçük tanrısıdır. Yoksulluğun tapınağında doğmuş, adaletsizliğin sunağında büyümüştür. Elinde tüfeği, kılıcı yoktur. Elinde kitapları ve kalemi yoktur. Ama sesi hem kuş cıvıltısıdır hem kurşun vızıltısıdır. Gavroche sokaklarda yürürken, her taş, her gölge ona tanıdıktır. Onun şehri, aristokratların Paris’i değildir. Onun şehri açgözlülerin Paris’i değildir. Onun şehri acımasızların Paris’i değildir. Onun Paris’i, kırık camlı evlerin, paslı kapıların, duvar yazılarının Paris’idir. Ve o, bu şehrin asıl sahibidir. Çünkü o, korkusuz tek varlıktır. Çünkü Gavroche bir çocuk değil, som güzellikten bir ruhtur. Çünkü Gavroche bir yüzyılın açlığıdır. Çünkü Gavroche bir yüzyılın direncidir. Öfke ve sabrın kahkahada birleşmesidir. O yüzden Gavroche yürüdüğünde, taşlar bile onun için yer değiştirir. Ölümün gölgesinde yürürken bile şarkı söyler. Yürüyüşünü düzenlemeye yarayan bu şarkıyı kim yazmış, aklına estiğinde söylediği diğer bütün şarkıları kim bestelemiş? Belki tanrınındır, belki de hepsi onun yapıtlarıdır. Doğanın sesleriyle Paris’in seslerini karıp herkese duyuran yepyeni bir müziktir Gavroche. Kuşların repertuarıyla atölyelerin repertuarını evlendirendir. O yüzden korku dilini tutmaz. O yüzden kurşunlar yaklaşır, o şarkı söyler. Ölüm gelir, o alay eder. O yüzden bir çocuk ölür, ama bir halk doğar. Gavroche’un bedeni düşer, ama halk ayağa kalkar. Halk, ilk kez kendisini onun gözlerinden görür. Yoksulluk utanç değil, cesarete bürünmüş bir bakıştır. Açlık kader değil, bir öfke biçimi, öfke bir aşk biçemidir. Hugo’nun dehasının parladığı andır: Anlamıştır, bir çocuk, bir imparatorluktan daha büyüktür.

O yüzden ne tanrının ne Hugo’nun gücü yetmez. Gavroche öldürülemez. Halkın vicdanı ölse bile. Tanrı ve Hugo ölse bile. O, devrimin ölümsüz nabzıdır. Her çağda, her ülkede, bir fabrika kapısında, bir okulun önünde, bir sokak lambasının altında, kırık bir pencerenin önünde, bir bombanın gölgesinde, eşitsizliğin, vicdansızlığın, zorbalığın olduğu her yerde bir küçük bedende Gavroche’un nabzı atar. Mutlaka atar. Çünkü Gavroche sadece bir devrimci değil, vicdanın canlı biçimidir. Jan Valjean’ın merhametidir. Cosette’in kayıp çocukluğudur, Enjolras’ın ideallerinin kanlı yansımasıdır. Ama en çok, Tanrı’sız bir adaletin vaizidir. O, kiliseye gitmez çünkü gökyüzünü zaten tanır. Diz çökmez çünkü zaten düşkünlerin safındadır. Yakarıları bilmez çünkü yaşamın kendisi, onun sesi hürmetine akıp gider. Onun bedeninde endüstriyel çağın açlığı, sınıfın kini, çöküş ahlakının yergisi vardır, ama aynı bedende, direniş, umut, dayanışma ve cesaretin sönmeyen alevleri vardır. Gavroche, insana ait en saf dürtüyü taşır. Son lokmasını paylaşır, çünkü başka bir ahlak tanımaz. Düşerken bir düşkünü korur, çünkü başka bir adalet bilmez. Barikatlara çıkar, çünkü başka bir kurtuluş görmez. Başkalarının ölmemesi için ölmeyi seçen bir çocuktur, çocuk bedeninde yazılmış bir erdem manifestosudur, Hugo’nun dünyasında ise Hıristiyanlığın çarmıha gerilmiş çocuğudur Gavroche.

 

 

Hugo’nun Gavroche’u şurada, hemen yanı başımızda. Çünkü her savaşta, her yoksul mahallede, her öfkeli sokakta, her haksızlıkta onun ruhu yeniden doğar. Bir mülteci kampında, bir gecekondu mahallesinde, bir çatışma ortasında, bir imkânsızlık ortamında bir çocuk gözlerini kaldırıp gülümser: İşte o Gavroche’tur. O, insanlığın sonsuz çocukluğudur. Büyümez, çünkü büyümek yozlaşmaktır. Çünkü büyümek, yaşamamaktır. Sapmaktır, saptırmaktır, yalana tutulmaktır, çünkü güzel olan her şeyi soldurmaktır. O yüzden Gavroche hep açtır, hep çıplaktır, hep çocuktur. O yüzden tanrı bile onu öldüremez, önünde diz çöker. O yüzden Hugo gözyaşı dökmez, hep gülümseyen bir yüz biçiminde onu her sokak çocuğunun ölümsüz güzelliğinde resmeder.

Gavroche, çocuk sesiyle konuşan son peygamberdir. Onun sesi dinmez. O ses, bir kitabın sayfalarından, tarihin derinliklerinden süzülüp gelir ve bir kalpten ötekine geçer. Çünkü Hugo’nun kurduğu o barikat, hâlâ ayaktadır. Ve her çağın bir barikatı vardır, her çağın bir Gavroche’u. O barikata yine çıkar Gavroche. Yeniden çıkar. Şehir soytarılarının gölgesinde, hırsız züppelerin bakışları altında. Devrimini çalan gösteriş budalalarının, hak ettiğinden fazlasına konanların, sözü saptıranların, sonradan görmelerin, devrim düşüne kâbus diye çökenlerin, sızıntı ruhların, hayata veba bulaştıranların olduğu her yerde, özgürlüğü kuşların cıvıltısıyla karıp kendi sesi kılan Gavroche o barikata yine çıkar. İnadına yeniden çıkar. Çünkü insanın en büyük gücü, hâlâ kalbidir. Çünkü devrim, hala bir çocuğun cesaret dolu saf kahkahasıdır. O yüzden “devrim hırsızlarının” sevmediğidir. Elindeki ekmeği, yüreğindeki sevinci, dudağındaki şarkıyı çalmak varken, bir çocuğu bir çocuktan başka kim sever? Devrim, hırsızlarını sevmez. “Devrim hırsızları” ise hiçbir çocuğu. O yüzden gerçek devrimcilere inanırız, onlardan önce çocuklara inanırız. Çünkü tanrı bile ancak bir çocuğun suretinde yeryüzüne inmeye cüret edebilir. Çünkü tanrının kendisinden de iyi ve güzel olan, zamandan geniş ve devrimden de büyük olan yalnızca o olabilir, bir çocuk kalbi, Gavroche’unki gibi tertemiz bir çocuk kalbi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.