Bir içimlik su

Arif ALTAN yazdı —

  • Her şey olması gerektiği gibiymiş yani, ağacın ölü dönüşümü de yaprağın düşüşü de toprağın çöküşü de. Gevşeyin öyleyse, derin bir nefes alın! Aldatanı yok, aldananı da.

Gülümseyerek gelmiş, yıkarak çekilmemiş. İçtenlikle başlamış, nefretle bitirmemiş. Hevesle başlamış, hesap kitapla eksiltmemiş, hile kol kanat germemiş. Kötüsü yokmuş, iyisi sürüyleymiş. Alacakaranlık uğramamış, belirsizlik kavramamış. Aydınlıkta yunmuş herkes, ışık sarıp sarmalamış. Fazla bilmektenmiş, bilmezlikten gelinmiş. Işık yoğunluğunun yorgunuymuş, çoğunluğa azalan yüzler nurdanmış. Kesinliğin tedirginliğiymiş kararsızlığına durulmalar, karanlık gölgelerde sinmişliğine silinen en derin sessizlikten gelmeymiş dinmek bilmez şu iç çekmeler. Anladık ve boyun eğdik; ayrıntılar boğarmış, herkesi kavrayan düşünce yıpranmışlıktan arta kalanlarmış. Dışa genişleyen kuşatıcı bakış, içsel bir görüş bulanıklığıymış. Borçlu olan yokmuş, borçlanacak kimse de kalmamış, çözülüşüne duyarlık ekleyebilen bir alacaklılar toplamıymış kitleselleşen bütün yalnızlıklar.

Kimsenin kimseye ekleyecek bir şeyi yokmuş. Boşuna çabalamış, hayatını öne süren. Dağ bayır yürümek, lime lime kendini sürükleyenin neşesizliğindenmiş. Hatırlıyormuş, kimse unutmamış. Hafıza kaybı sanılan, için içe eziyetle birikmelerin ağırlığıymış. Anımsadığını yadsıdığını unutmuş olabilir mi, hele unuttuğunu hiç unutmuş olabilir mi en geriye çekilebilen? Soruları soran, yanıtları da telkin edenmiş. Aç ve açıklıkta olan yokmuş, herkesin açlığı herkesi doyuruyor, herkesin çıplaklığı herkesi giydiriyormuş. Şüpheyle yürüyen, yanlışlığı sezdiren, kendi benliğini kendi gözünde kıymetlendirenmiş. Yolunda gitmeyen bir şey yokmuş, güzel bir yalan yığınına dokunup onu devirmeyi doğruluğa sığdıracak bir gerçek bulunmuyormuş.

Gururunun zararına yitirdiği bir şeyi yokmuş kimsenin. Şahsi bunalımları ahlaki bunalımlar izlemiyormuş. Kendini duygusallığa kaptırarak çok şeyi yitirmeyi akıllılıkla sınamak da neyin nesi! Sinirlerini bozacak ve utanç duymadan arzulanan, teklifsizce kabul edilen ve içinde sarhoşlukların ancak bir amaca ulaşma aracı olarak kullanıldığı zamanımızın o yıldırıcı zevkleri sürüklememiş. Artık bir arayışın konusu bile olmayan düşünsel bütünlüklerden süzülüyormuş, etkisizliğine bölünerek artan en küçük devinimler. Hazırlıksız yakalanılacak bir uygunsuzluk, vakitsiz kapılacak bir tutku bulunmuyormuş. Kimse yanılmamış, kimse ne kendisinin ne de bir başkasının saplantılarına kurban gitmemiş. Dünyanın yoksulluk üstüne akıttığı horgörü, kendini yineleyen anlamsızlıkların sığdırıldığı hoşgörüyle ilgiliymiş. Yoksul, sandığımız kadar yoksul; zengin, düşündüğümüz kadar düşüncesiz değilmiş. Merhametsizlik bir yanılsama, şüphe bir iç yarılmaydı, bilmeyeni yokmuş.

Yüce bir yüreğin gücü olmasa da kavrayışı bekleyişinden gelen doymuş bir gücün ölçülülüğü belirliyormuş, yüze vuran parlaklık da içe işleyen sıcaklık da. Ahlak rastlantısız, düş hareketsiz, istek gizden yoksun ve sebepsizmiş. Düşen, düşmek istediği için düşebilir; vurulan, ancak vurulmak istediği için vurulabilirmiş. Burada arzuların büyüklüğünün, hayal gücünün genişliğiyle orantılı olması gerektiğini bilmeyen kimsecikler kalmamış. Aldanmış olan yetinmeyi bilmeyen, öne atılan da huzursuzluğu arayanmış. Ne kadar yükselirse o kadar düşebileceğini görmek istemeyene gerçek ne söylesin? Bu önlenemez düşüşlerde az mı bağ kopar, herkesi en yüksekte tutan bir dibe çekilişte az mı duygu yitip gider! Hakikati taşıyan, sözü anlamla vuruşturan, aydınlanmaya muhtaçmış meğer. Yankıların ve çağrışımların peşinden giden herkesten götürenmiş. Başka hayatlar için hayatını öne süren kötü bir düş görmüş, uğruna vazgeçtiği her şeyi herkesin sahip olduklarıyla lekelemiş! İyiymiş yoksa herkes, bulduklarıyla yetinebilirmiş. Sızlanıp duran, yıkıntılar altında tutunacak bir şeyler için bütün hayatı acı dolu inleyişlerle geçmeyenmiş.

Kafalarının içine girilip ruhları ele geçirilen kimse bulunmuyormuş. Zorla boyun eğdirilene de kölece boyun eğene de denk gelinmezmiş. Kimse kimseyi zorlamamış, kimse yönelimlerinin ve isteğinin dışına sürülmemiş. Görüyormuş ve herkes biliyormuş, yağmurun yağmur, toprağın toprak olduğunu. Yüreklerindeki tüm karışıklıklar, zihinlerindeki bütün kırışıklıklar her zaman çabucak giderilebilirmiş. Bir hata, düzeltilmesi imkânsız bir sapma görülmüyormuş. Yanlışı gösteren kendi kusurlarına dokunmuş, anlatan da kendi saplantılarına. Tamamlanmışlığın arzusu özsaygı, kişiliğin özgüveni onur, kurbanı hiç eksik olmayan bütünlüklü duygunun hilesizliği de son hilesi. Çırpınmaya, mahvolmaya ne gerek. Uçurumdan düşen yok, anlamayan da. Herkes çıkarlarına, her şey doğasına yürürmüş belki, ama bir basitlikler ve yalınlıklar evreniymiş çevreleyen, yalanı eğrisi olmayan bir doğruluklar düzlemi.

Her şey olması gerektiği gibiymiş yani, ağacın ölü dönüşümü de yaprağın düşüşü de toprağın çöküşü de. Gevşeyin öyleyse, derin bir nefes alın! Aldatanı yok, aldananı da. Tedirginlik yıkar, huzursuzluk boğar. Anladık, yalnızca yürürlükte olana sarılan erincine doğar. Çünkü bir incelikler hülyası, bir neşe rayihası, bir genişlikler yasası. İşittik ve unuttuk! Bu bir iyilikler rüyası, ama sadece iyi uyumayı bilene, gülümseyerek o büyülü Irmak’tan dileğince içebilene.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.