'Birayê min!..'

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Mihemed, sonra “hacca" da gitti. Babamın adı Hacıydı. O hacı oldu. “Ben sana hacı demeyeceğim“ diyordum. Demedim de. Alıştığım üzere o, “Mihemed" idi. Öyle kaldı. Bana, sesin şiirsel, en lirik tınlamasıyla, “bıra ê mın“ diyen Mihemed, artık yok. Kızılderili’nin sözüyle, “içim yas dolu, keder dolu benim!.."

“Mihemedê Heci Ehmedê Qero"ydu, o. Geleneksel Kürt sosyolojisine uygun olarak,  en az üç baba geçmişi ile anılıyordu.  

Ailede, en büyük erkek çocuktu. Bu yüzden ayrıcalıklı, “delalî" büyüdü.

Kürtlerde, erkek çocuğun ergenlik çağına erkesi, onun büyümesi, “xort" (delikanlı) olarak hayata atılması demekti. Öteki köşeleri bilmiyorum ama, Kuzey Kürdistan’ın Serhat bölgesinde, çocuğun ergenliği (xort)  “şevîn“ (geceyi dağda, çoban ve sürü ile geçirme) törenselliğiyle ilan ediliyordu. (Haydutların dağlarda pusu kurduğu 1990‘lardan beri, artık koyun sürüleri, dolayısıyla xort’ların şevîn şenliği de yok artık) Babam, onun şevîne çıkışı nedeniyle,  besili bir koyunun yönünü, İslam öncesi inancımızın kutsallarından olan “Girê (tepe) Galurê’ye”  verip kesmiş, etini komşulara dağıtmış, sonra akraba ve köylülere şenlik çerezi olarak hazırlanmış kavurmalı “kate“ sunulmuş, sıra Mihemed’in uğurlanmasına gelmişti. Mihemed incecik, tüysüz bir çocuktu. Ama yeni “şal û şepik“ı içinde pek şıktı. Kaçakçıların “binxeté“den (Suriye) getirdikleri yün kefiyesi de, büyümüşlüğün sembolü olarak başındaydı.

Babam, Karacadağ’dan gelen ustaların elinden çıkma, hiç kullanılmamış, göğsünde “pizbendi"i de sallanan çoban keçesini (kepenek) alıp üstüne geçirdi. Mihemedê minik ve cılız bir çobandı. Başı dışarıda, ama Mihemed, ayak uçları dahil, bütün olarak mor kuzu “lıva“sından dövülme keçenin içinde kayıptı. Bu benim komiğime gitti. O ciddi havada, gülme krizine tutuldum.

Daha sonra, bir kış gecesi kurtlarla giriştiği savaşı hayatıyla kaybeden, at iriliğindeki köpeğimiz, Mihemed’le şevîne gitmesi için, boynunda “sinî" (insanın köpek ya da kurdu kendinden uzak tutmak için, hayvanın boynun taktığı uzun sopa) takılı bekletiliyordu. Hayvanı getirdiler ve sinîyi Mihemed'in eline verdiler.

Fakat köpek, sinîye alışık değildi. Onu boynunda hissedince, huylanıp agresifleşti. Art ayakları üstüne çöküp kıpırdamamakta direndi. Sopayı çekip Mihemed’in elinden kopardı. Peşinden sürükleyerek kaçtı, gitti.

Ama, Mihemed o gün, köpeksiz bir çoban oldu. Büyüdü. Ertesi yıl evlendirdiler, onu. O arada, ben aileden koptum. Çavpanik yaylalarının ardındaki Badan köyünde, îbil’ın (Türklerin, 80 yaşındayken esir alıp hapse koydukları Sîsê’nin kayın babası) evinde, okula başladım.

Baharda döndüğümde babam yoktu. Mihemed evin erkeği, onun küçüğü Baki abim, ailenin yükünü çekendi. Annem görünmeyen orkestra şefiydi.

Kürtler, barbar güçlerin hükümranlığı altında, esir, köle muamelesi de gören bir sömürge halkıydı. Tüm sömürge halkları gibi, onlar da soylarının, kavimlerinin yeminli düşmanlarına değil, ama birbirine karşı son derekede “merxas"tı. Bu yüzden, yaylada herkesin uyuduğu kimi gecelerin şafak sesiyle uyandığımda, annemi çömeldiği yerde, tüfeğine dayanıp uyuya kaldığını görüyordum.

Mihemed, gencecik yaşından itibaren “cemaat" adamıydı. Konuk ağırlamayı, cemaatle olmayı seviyordu. Kızıl yılan rengi çizmeler, şık giyinmeyi ve de ülkesini, halkını seviyordu.

Bu sevgi, asla sözde kalmadı ve çıkarla kirlenmedi. Daha genç yaştan itibaren, ihtilafların eksik olmadığı “keş" (hinterland, bölge) boyunca “davaları barışa evirme" koşusundaydı, adeta.

Bu yanı nedeniyle, ileriki yıllarda, adı öne çıkmış bütün Kürt önde gelenleleri, başka bir deyişle “rîspî"ler (bilge) gibi, o da sıkı takibe alındı. Her Newrozu “içerde" geçirdi. Ama yılmadı. Muhtar olma beklentisi bile olmadı, ama her dönem Kürtlerin oy verdiği parti için çalıştı; köy köy dolaşarak ter döktü. Kürtlerin geleceği için zafer işareti yaptı...

İşkence etmeyi, inkarı dayatmayı ve öldürmeyi insanlık sananlar hiç peşini bırakmadılar. Hitlerin geliştirilmiş panzerleriyle evini kuşatıp onu esir muamelesiyle sorguladılar.  Yaşı 90’lara tırmanırken, mahkeme mahkeme dolaştırıyorlardı.

Türklerin silahlandırıp beslediği, kafa kesen, Allah u ekber diye diye masumlara tecavüz eden, esir pazarları kuran kendince İslamcı IŞİD vahşetinin kuşattığı Kobanê‘de direnenlere, “torunlarım" diyordu. Gidip bu yaka Suruç’ta, sınıra yakın tepelerde onlara el sallama “suçu" işlemekten, “Türk adaleti"nce esir alındı. Hapsetmediler. Sayısız Kürt gibi onu da prangaladılar. Yurt dışına çıkışını yasakladılar.

O pranga ile gitti. Şeref madalyası gibi şangırdatarak.

Ve halkı, onu bu yönüyle çok sevip saydı. 10, 100, bin değil, kimse saymadı, ama sevenleri günler boyu aktı, durdu Qerehemza köyüne. Çocukları, torunları da onları ağırlamak için, didindiler.

O benim ağabeyimdi. Mihemedê Heci derlerdi, adına. Tam söylemle, üç ceddi ile birlikte anılarak Mihemedê Heci Ehmedê Qero deniliyordu, ona...

Ben onunla büyüdüm. Öğrenimim boyunca kışın ayrı ama, yazın birlikteydik. Daha sonra kopuş oldu, ama ilişkiler hep sıcak kaldı. Hayat boyunca, bir gün, bir defalık olsun, aramızda en ufak bir tatsız kelime, hatta bakış, ya da eda bile geçmedi. Aileden kimsecikle de...

Mihemed, sonra “hacca" da gitti. Babamın adı Hacıydı. O hacı oldu. “Ben sana hacı demeyeceğim" diyordum. Demedim de. Alıştığım üzere o, “Mihemed" idi. Öyle kaldı.

Mihemed, Babamın sevdiği kadar sevdi beni.

Bana, sesin şiirsel, en lirik tınlamasıyla, “birayê min" diyen Mihemed, artık yok. Kızılderili’nin sözüyle, “içim yas dolu, keder dolu benim!..“

Ama, yöresi halkının gösterdiği sıcacık ilgi nedeniyle, minnettarlığımı sunuyorum. Yollara düşen o insanların yaydığı sıcaklıkla ısındım. İçimdeki acı dindi. Ve o sıcaklık ona, şeref madalyası oldu. Ben de, bütün aile de payını aldı. Minnettarım, ey kavmimin çocukları. Onu taçlandırdınız!..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.