Bitmeyen roman
Arif ALTAN yazdı —
- Julien’in boynuna büyük gelen giyotinin bir halkın boynuna küçük geldiğini gördüler. Bıçağın tutkuya, bıçağın zamanın ötesine taşan zihne, bıçağın toprağın kokusuna işlemediğini gördüler. Yırtınmaları, çırpınmaları, topluca çıldırmaları bu yüzden.
Kurgu gibiydi, gerçek gibiydi. Geçmiştendi, bugündendi. Stendhal’in düşünce dolu kafası, Stendhal’in tutkulu bakışı, Stendhal’in yaratıcı dehası, Stendhal’in cesaret dolu kalbiydi. “Kırmızı ve siyah” arası bir tutkuydu. Tüccar ruhlu korkakların nefreti, kadınların solgun ve güzel yüzlü mabediydi. O yüzden Julien kıskanıldı, Julien hakarete uğradı. Julien izlendi. Julien iftiraya uğradı. Julien tutuklandı. Julien yargılandı. Julien öldürüldü.
Altı üstü bir kerestecinin, bir yoksulun oğluydu. Kan ter içinde, nasırlı ellerin birinde iş ötekinde kitap, buğulu gözlerinde Napolyon’un hayali, huzursuz beyninin derinliklerinde büyük devirlerin ihtişamlı yüzleri. Zamana uygun değildi, çağına erkendi. Düşünmek, sınıfına özgü değildi, geleneğe küfürdü, görenekle uyumsuzdu. Düşünmek hem de tanrının yazdığının üstüne çıkacak büyüklükte düşünmek Julien’in ilk suçuydu, sınıfına sığamamak ilk günahı, kaderine boyun eğmemek ilk hatasıydı. Ve kasaba bunu gördü. Valenod gördü. Papaz gördü. Belediye başkanı gördü.
Bütün bir kasaba içten içe kabardı, sefil yürekler ateşle dolup taştı. Küçük bir kasaba, büyük bir ruhu, fırtınalarla yüklü bir beyni taşıyamazdı. Çünkü Julien vaktinden önce serpilendi. Çünkü diptekiler de üsttekiler de Julien’in gölgesinde kuruyan otlar kadar verimsizdi. Çünkü Julien olağanüstü bir hafızaydı, bir okuyuşta bütün İncil’i ezberleyendi. Tutku dolu, güzel sesli, güzel yüzlü bir hatipti çünkü Julien, o konuştuğunda herkes susardı. Açgözlü, riyakâr, acımasız, kıskanç, soysuz karakterli, sonradan görme burjuva ruhu Valenod’un gözleri ilk o gün parladı. Kasaba ilk o gün kaynadı, yalan bir kulaktan ötekine ilk o gün uçtu. Julien Kilise kürsüsünden ilk o gün konuştu. Görüldü, Julien bir tehlikeydi. Hissedildi, Julien, kasabanın dengelerini bozandı. Duyuldu, Julien’in zekâsı, onların aptallığını görünür kılandı. Anlamayanı kalmadı, Julien’in aşkı, onların sahte ahlâkını örtüsüz bırakandı.
Çünkü Julien çalıştıkça, her birinin tembelliği sırıttı. O yüceldikçe onlar alçaldı, o büyüdükçe onlar ufaldı. Julien yükseldi. Bir basamak, bir basamak daha. Rahip oldu. Sekreter oldu. Kadınların sevgilisi oldu. Marki’nin malikanesine, Paris’in salonlarına girdi. Aristokratların gözlerine pervasız gözlerini dikti. Ve aristokrasi öfkelendi. Ve aristokrasi kıskandı. Ve aristokrasi hınçla doldu. Ve aristokrasi tepeden tırnağa bilendi. Çünkü bir köylü çocuğu onların sofralarına oturdu. Çünkü bir kerestecinin oğlu onların kadınlarına baktı. Çünkü bir yoksulun zekâsı onları küçülttü. Çünkü her şeyi elinden alınmış sefil çoğunluğun bir sivrileni onların ayrıcalıklarını tehdit etti.
Ve kasaba bir araya geldi. Ve haber uçuruldu. Ve Paris çalkalandı. Valenod fısıldadı. Rahip onayladı. Burjuvalar homurdandı. Aristokratlar kaşlarını çattı. Julien’in yükselişi durdurulmalıydı. Julien yok edilmeliydi. Bir plan gerekti. Dedikodular çoğaldı. Mektuplar yazıldı. Valenod’un sesi yükseldi. Julien’in adı kirletildi. Julien’in aşkı silah yapıldı. Julien yalnızlaştırıldı. Ve Julien tutuklandı.
Mahkeme ufalmış bir ulular merasimi, mahkeme salonu bir tiyatro sahnesi. Hakim tokmağını kutsal bir çan gibi indirdi. Jüri bir koro gibi aynı duyarlıktan seslendi. Jüri üyeleri seyircinin beklentisiyle kaynadı. Hüküm çoktan verilmişti, infaz ertelenir gibi değildi. Julien bir insan olarak değil, bir ihtimal olarak yargılandı. Julien değil, Julien’in temsil ettiği ihtimal hüküm giydi. Bir köylünün yukarı çıkma, bir köylünün bir gün bir aristokratın yerini alma ihtimali. Bir kerestecinin oğlunun bir gün aristokratların kadınlarına bakma ihtimali. Yükselen alt tabakanın, yükselen zekânın, yükselen yaratıcı duygunun ihtimali. Bir gün alttakinin üsttekine eşit olma ihtimali. O yüzden Julien suçlu ilan edildi ve bu ürkütücü ihtimal güzel bir yüz kılığında giyotine gönderildi.
Bir ihtimali yok etme günü geldi. Meydan doldu. Kadınlar en önde yer aldı. Adamlar nefretle baktı. Taşların üstünde yükselen çocuklar korkuyla izledi. Gökyüzü griydi, rüzgâr sertti, sessizlik ağırdı. Julien getirildi. Julien sehpadaki kütüğe yürüdü. Yüzü solgun, adımları dinçti. Giyotin soğuktu. Bıçağın üstünde sabahın donu vardı. Kalabalıkta nefesler hızlandı. Julien’in boynu kütüğe kondu, meydanı uğultu sardı.
Ve bıçak indi. Stendhal’ın diviti çatladı. Demirin çığlığı kulakları yırttı. Kan fışkırdı, Stendhal’in önündeki hokka doldu. Meydanın taşlarına sıçradı. Kadınlar çığlık attı, kimi ağladı, kimi güldü. Kimi başını eğdi, utanç eksiği haset taşkını adamlar alkışladı. Ürkmüş çocuklar şaşkın gözlerle baktı. Ve kasaba bir an için temizlenmiş hissetti. Julien’in başı düştüğünde, bütün bir kasaba derin bir nefes aldı. Herkes rahatladı. Çünkü kıskançlık doydu. Çünkü nefret doyuruldu. Çünkü sınıflar yerli yerine oturdu. Çünkü bozulmuş düzen yeniden kuruldu. Bir arınma günüydü, çünkü bu, bir toplumun en parlak oğlunu boğazlama töreniydi. Çünkü bir simgeydi. Çünkü Julien bir ihtimaldi. En diptekinin de iyi yaşama ihtimaliydi. Ve bu ihtimalin öldürülmesi en kadim gelenekti.
Daha temizdi herkes, artık daha dingin, daha huzurlu. Ama temiz sokaklar kan kokuyordu. Giyotin sessiz ve soğuktu. Julien’in kanı Paris’e, kasabaya, kiliselere, salonlara sızdı. Julien’in kanı, onların uykularına girdi. Julien öldü. Ama Julien’in hayaleti kasabada kaldı. Valenod’un kilisesinin duvarlarında, belediye salonlarının tavanlarında, Paris’in aristokrat konaklarının tablolarında. Sınıfına sığmayan her yeni Julien, tutkusu yoksulluğundan büyük her yeni genç, o hayaleti gördü.
Julien Sorel’in hikâyesi, sınıfına sığmayan, yoksul topraklarda boy veren yaratıcı beyinlerin hikayesidir. Julien Sorel’in hikayesi, dehasıyla tarihin de, talihsizliğinin de, sefaletle örülmüş kaderinin de üstüne çıkabilen büyük tutkuların, büyük yüreklerin hikayesidir. Julien Sorel’in hikayesi, en çok da, ondan iki yüzyıl sonra çorak topraklarında boy veren yoksul bir Kürt’ün de hikayesidir. Dost geçinenleri izledi. Düşmanları izledi. Tüccar solcular, bezirgân ruhlu sosyalistler, hilebaz liberaller izledi. Cellat ruhlu demokratlar, sonradan görme soysuz Valenodlar izledi. Dijital dünyanın teşhirci kadınları, sapkın adamları izledi. Ruhlarını yok eden bir kıskançlıkla, kinle, nefretle, kan dokulu bir hınçla izlediler.
Onda kendi eksikliğini gördüler, düşüncelerinde düşünce yoksunluklarını, yaratıcılığında vasatlıklarını, erdeminde kendi ahlaksızlıklarını gördüler. Onda bir ihtimali değil, fazlasını, bu ihtimalin gerçekleştiğini gördüler. Diptekinin üsttekiyle eşitlendiğini gördüler. Onda Julien Sorel’in yapamadığını gördüler. Bir kişinin kaderinin toplumun kaderiyle birleştiğini gördüler. Julien kıskanıldı. Julien izlendi. Julien dedikodu oldu. Julien yargılandı. Julien öldürüldü. Sınıfına, halkının kara kaderine sığmayan Kürt için bunu dilediler, Julien’in alınyazısını dilediler. Ama Julien sadece kendi çağının çocuğuydu, O ise bütün çağların çocuğu. Julien’in boynuna büyük gelen giyotinin bir halkın boynuna küçük geldiğini gördüler. Bıçağın tutkuya, bıçağın zamanın ötesine taşan zihne, bıçağın toprağın kokusuna işlemediğini gördüler. Yırtınmaları, çırpınmaları, topluca çıldırmaları bu yüzden.
