“Bize ölüm yok”

Forum Haberleri —

Bize Ölüm Yok/Ergin Doğru

Bize Ölüm Yok/Ergin Doğru

  • Öykülerin ortak anlamı, canların yaşamlarını toplumsal cinsiyetçi açıdan okumaya çalışma denemesidir. Anlatı katılmadan açıklanan birkaç davranış ve söz aracılığıyla bu yönlü okumalara açık bir yapı oluşturmuş yazar.

MURAT ÇETİNKAYA

Edebiyat kurgu ile gerçek arasındaki aşılmaz uçuruma ayna tutar. Zira kendi anlamlı varlığını sürdürmek için bu uçuruma ihtiyaç duymakta ama aynı zamanda mahremiyeti ile vicdani duyarlılığımızın mecburiyeti dahilinde mümkün olan hemen her şekilde, bütün yaşamsal konular hakkında kendi yaşamları üzerine konuşan insanların seslerini rahatlıkla duyabileceğimiz yegane yer olur. Bu “yer” kim olduğumuzu, nasıl yaşadığımızı anlatma sorgulama, farkındalık bilincine ulaşıp mümkünse yaşamımızı, değer yargılarımızı ve hayallerimiz doğrultusunda dönüştürme kapasitesine sahip olduğu için, içerdiği anlatıyı kolayca paylaşılan bir eylem haline getirirken, ahlaki ve politik bir özellik kazanır. Dolayısıyla edebiyatın konusu yaşam kumaşı üzerine dönüşümlü düşünce, yaratıcı öznesi insan olduğu için, önünde sonunda mazlumun ve mağdurun özgür yurdudur diyebiliriz.

Bana bu girizgahı yazdıran yakın süreçte okuduğum ve okurken yer yer karmaşık duygular yaşadığım Ergin Doğru’nun Aram Yayınevi’nden çıkan 116 sayfa ve 15 öyküden oluşan “Bize Ölüm Yok” adlı hacmi küçük ama anlamı ve etki düzeyi bakımından büyük olan kitabı oldu.

Her öykü kapsadığı olay ve yaşantıyı anlatırken de derin bir anlam taşır. Fakat bütün öyküler bir arada okunduğu zaman daha farklı bir anlam düzeyi kazanırlar. Bu anlamda öyküler arasında motif gibi dolaşan ve bütünselliği oluşturan esas karakter bizzat konunun kendisi, odak düşünce de Alevilerin onca baskı ve zulme maruz kalmalarına rağmen kendi inançsal değerlerine bağlı yaşama iradesini gösterme olduğunu söyleyebilirim.

İnançları, kaderleri haline gelen Alevileri biraz daha iyi tanımak ve anlamak için bu “kırım öykülerini” yakın ve derin okumaya tabi tutmak lazım. Öykülerin en yalın anlam taşıyıcısı dildir. Fakat dilin yurduda tarih ve kültür olduğuna göre, anlam tarihsel, kültürel ve siyasal alanları kapsıyor.

Gerçek hayattaki gerçek karakterler zamanla unutulup giderler çoğunlukla. Fakat hikayelerin kaleme alındığı zaman tarihi arşiv-hafıza işlevi üstlenmekteler. Çoğu öykü kişisi karşı konulmaz bir dolaysızlık ve nezaketle, günlük yaşamlarında tarihle bütünleşme olasılığına doğru kararlı, zekice ve merhametli bir arayışın içindeler. Dolayısıyla bir bakıma her öykü, olay düşünmenin yolu, bilincin veya kendi olmanın temel biçimine dönüşerek yaşamı antropolojik bir yaklaşımla fotoğraflama işlevini görürler.

Öykülerin ortak anlamı, canların yaşamlarını toplumsal cinsiyetçi açıdan okumaya çalışma denemesidir. Anlatı katılmadan açıklanan birkaç davranış ve söz aracılığıyla bu yönlü okumalara açık bir yapı oluşturmuş yazar.

Bu perspektifiyle kabaca okuduğumuzda, öykülerdeki erkeklerin çoğu düzen denilen gidişe ayak uyduramayacak kadar güçlü olmalarına rağmen, onu değiştirmeyecek hatta etkilemeyecek kadar güçsüz konumdalar. Kendi paradoksal oluşlarını anlama ve çözümlemekten uzak olduklarından dolayı mesela ”katil benim katilim”deki karakter gibi “biz bu devlet için baş koyduk, baba bildik ama yanılmışız meğer. Devlet babanın üvey evlat çocuğuymuşuz” diyerek sitem ederken, kendi gerçekliklerine geç uyanmayı da utangaç şekilde itiraf etmekteler. Sistem değerleriyle kurgulanmış bir figür olmaktan kurtulmaya, hapsedildikleri çemberden çıkmaya bir türlü itiraz edemezler. Daha çok ”devlet baba”nın nazarında ”iyi bir vatandaş“ olmaya çalışırlarken, ait olma arzusu ve dışlanma psikolojisi arasında sıkışıp kalırlar.Bu tarz yaşantı ve duruşa zorlayan, üretilen korku olmaktadır. ”Korku yüreğe düştü mü insanlığımızdan çıktık” diyen çaresiz dostların varlığı da kişileri kurtarmaya yetmeyecektir.

Kadınlar hayatta ”her zamanki gibi erken uyanırlar”. Toplumsal gerçekliğine, değer yargılarına bağlı olan kadınlar sadece hayatta kalmak istemiyorlar, özgürce yaşamak için direniyorlar. Kendilerine reva görülen yaşamın binbir zorluğuyla mücadele ederken gelişip bir kişilik haline geliyorlar. Yürüdükleri yolun cümleden ulu olduğunun bilincine varan kadınlar yaşamın değerini biz erkeklere öğretiyorlar. Öncü kadınlarda hepten umut yenilgiye, sevgi acıya, inanç inkara henüz dönüşmemiş. Onlar geleceğin yaratıcı özneleridir.

“Mirzali” en uzun (20 sayfa) öyküdür. Adını öyküye veren kahraman Dersim Tertelesi’ni anlatır. Bu direnişçi kahramanın yazarından haklı bir talebi var. Beni bir öyküye hapsetme, benim romanımı yaz diyor. Yazarın kahramanına nasıl bir cevap vereceğini önümüzdeki zaman içinde ancak öğrenebiliriz. Ama ben Mirzali’yi haklı buluyorum. Çünkü o yaşamı, kişiliği ve temsil ettiği soylu gelenek itibariyle bir öyküden fazla ama kendisinden eksik şekilde anlatılmış.

Kitabı bitirdikten sonra “Antigone bize insanlığın matemden oluştuğunu ve matem yasağının nasıl insanın inkarı olduğunu göstermiştir” sözünü anımsadım. Zira kitabın ürettiği anlamlardan birisi de, esasta Aleviler Kerbela’dan beri bir matem halinde yaşadıkları. Matem yasağı halen kaldırılmadığı için inkar edilen insanlık için yaşamın her alanında direnmeye mecbur olduklarıdır. Usta yazar Yaşar Kemal’in ifadelendirdiği gibi Aleviler “mecbur insanlardır.”

Sonuç olarak, ben "Bize Ölüm Yok" kitabını kendi koşullarım ölçüsünde sınırlı bir okumaya tabi tutmaya çalıştım. Bu benim okuma biçimimdir. Elbette kitap benim okuma düzeyini aşma potansiyele sahiptir ve diğer okurların katkılarıyla kendisini daha fazla üreteceğine inanıyorum.

Anlamlı ve değerli çalışmasıyla, hayata dair sözünü sakınmadığı için ve hakikat yolculuğunu edebi mecrada sürdürdüğü için eminim okurlar tarafından da yalnız bırakılmayacak ve desteklenecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.