Böyle bir gecede…

Arif ALTAN yazdı —

 

  • Dışımız çıplak ve içimiz boşken, ayaklarımızın altında uçurum ve başlarımızın üzerinde felaket bulutları birikirken gözlerine bakıp iyileştiğimiz, seslerini dinleyip teselli bulduğumuz. Bir büyük zamanın eşiğinde işte yine onların sesini duyuyoruz.
  • Hep masalların, hikayelerin, kadim destanların kahramanlarıyla birlikte hayal ettiğimiz tüm çağların en temiz yüzlü asil kahramanları. Bizim kahramanlarımız. Biraz hüzünlü belki ama ilk günkü gibi heyecanlı, ilk günkü gibi inançlı. “Son değil yeni bir başlangıç…”

Günahlarımıza bir yenisini ekleme gücümüz olsaydı inkâr ederek karşılardık gecenin çığlığı şu azgın fırtınayı, tanrının gözyaşları ışığı parçalayarak indiren şu serin mercan yağmurları. Ekranda çocukluğumuzun büyülü yüzleri, hikayelerimizin tapılası kahramanları. Onlar konuşuyor, biz bir başka çağa, gecenin ve fırtınaların hükmünün geçmediği bir başka zamana göçüyoruz. Yeryüzünün son güzelliği, son insan çağını tüm kötülüklerinden arındıran sihirli parlak bakışları. Dışımız çıplak ve içimiz boşken, ayaklarımızın altında uçurum ve başlarımızın üzerinde felaket bulutları birikirken gözlerine bakıp iyileştiğimiz, seslerini dinleyip teselli bulduğumuz. Bir büyük zamanın eşiğinde işte yine onların sesini duyuyoruz. Veda değil yeni bir başlangıcın noktürnleri. Duygulu, romantik ve belki biraz da hüzün. Hepsi bir arada ve hepsi de ilk gençliklerindeki gibi. Onlar konuşuyor; fırtına diniyor, yağmur saygılı bir sessizliğe bürünüyor, bulutlar dağılıyor ve gökte ay pırıl pırıl parlıyor.

Dışarıda ıslak toprakta ve sık ağaçların gölgelerinde yürüyoruz. Zihnimizde hiç eskimeyen yüzleri, kulağımızda pürüzsüz berrak sesleri. Onları masalların, hikayelerin, destanların kahramanlarıyla birlikte düşündük hep. İyi ve güzel ne varsa, onlara eklemeden çıkamadık hiçbir şiirin derinliğinden. Hepsinden bir parça ve hepsinin toplamından fazla. İşte yine böyle bir gecede iğdelerin kokusu havaya karışmışken, ay, bir bıçak gibi gökyüzünü yarmışken ve yıldızlar Homeros’un kör gözlerinden dökülen yaşlar gibi titreşirken. Tam da böyle bir gecede Helena, Sparta’yı ardında bırakmış, Paris’in uzattığı eli tutmuş, bir uygarlığın ve iki dünyanın kaderini değiştirmiş.

Yine böyle bir gece, Phaedra aynaya bakarken alevli tutkuları gözlerinden taşmış ve genç Hippolytos’un adını kalbinin içine kızgın bir hançerle kazımış. Yine böyle bir gece, mezarı başında durmuş Antigone, kardeşi için Tanrılara karşı gelerek yasa ile adaletin aynı şey olmadığını haykırmış. Yine böyle bir gece, Argos prensesi İo ay ışığında zincirlerinden kurtulmuş, incinmiş gururu ve lanetiyle tanrıların unuttuğu bir yalnızlıkla Nil’e doğru yürümüş. İşte yine böyle bir gece, Penelope, dokuduğu örtüyü sökerek zamanla savaşmış ve her ilmeğe bir bekleyiş, her düğüme bir gözyaşı işlemiş, uykusu, sadece Odysseus’un ismiyle bölünsün diye. Yine böyle bir gece, Orpheus başını eğmiş ve Eurydike’yi ardına bakmadan çıkarmak istemiş yeraltından, ama bilememiş, şüphe inanca, aşk sabra baskın çıktığında tanrının verdiğini, karanlığın geri alacağını.

Ve yine böyle bir gece, Kleopatra altın bileziklerini gevşetmiş, zehirli yılanın dudaklarını beklemiş. Çünkü kimi tutkular öyledir, hayattan çok ölüme yakın, kaynayıp yükseldiğini düşünürken toprağın derinliklerine çeker. Tam da böyle bir gece, Leyla, çölde yürüyen Mecnun’u düşlemiş ve rüzgâr, ikisinin adını aynı kumlara yazmış. Ama her birinin bastığı yerde ötekinin ayak izleri silinmiş. Yine böyle bir gece, Kral Arthur, Avalon’un sularına doğru götürülmüş. Excalibur, göğsünü bir sonbahar yaprağı gibi terk etmiş. Ve inanç, Avalon Adası Leydisi’nin emaneti olan bu kılıçtan önce göçmüş Britanya ovalarından. İşte yine böyle fırtınalı bir gecede bağırmış göklere Kral Lear; çünkü bazen kral olmak bile hiçbir anlam taşımaz, çocuklarının açgözlülüğünü doyuran iyi bir baba olamadıysan.

Yine böyle bir gecede Beatrice, cennetin balkonundan bakmış Dante’nin kayıp bakışlarına. Ve aşk ne cehennemde ne de cennette yer bulabilmiş, sadece dizelerle teselli olmuş. İşte yine böyle bir gecede Judith, Holofernes’in çadırına girmiş ve bir kadının elleriyle tarihin boynu bükülmüş. Sessizlik, kandan daha ağır basmış o an. Yine böyle bir gecede Tamar, yılanın derisi gibi sıyrılmış utancından ve Adonis böyle bir gecede kendi güzelliğinin kurbanı olmuş Venüs’ün ölümsüz gözyaşları altında. Yine böyle bir gece. Salome, dansını tamamlamış ve Vaftizci Yahya’nın başı bir gümüş tepside sessizliği öğrenmiş.

İşte yine böyle bir gecede İnanna yeraltına inmiş, her katmanda bir parçasını bırakırken tanrıçaların da çırılçıplak kalabileceğini öğrenmiş, bütün ölümlüler gibi. Yine böyle bir gecede Don Kişot yel değirmenlerine saldırmış ve böyle bir gecede susmuş Sancho Panza. Çünkü delilik bile haklı çıkabilir riyakarlığa karşı. Ve yine böyle bir gecede İskender, Asya'nın göğsünde uykuya dalmış. Ama fethettiği topraklardan çok, kendi içindeki boşluk büyümüş. İşte yine böyle bir gecede Şehrazat, bin bir masalı körpe hayatlar için umuda çevirmiş. Ve her kelime, bir gün daha yaşamak için karanlığa atılmış zarlar gibi yuvarlanmış. Yine böyle bir gecede Yamata-no-Orochi yeryüzünde sürünürken Susanoo kılıcını çekmiş ve bir tanrı, bir canavarı değil insanların korkularını kesmiş yedi başlı suretinden. İşte yine böyle bir gecede zincire vurulmuş Jeanne d'Arc. Kutsal olanla lanetli olanı ayıran çizgi silinsin diye alevlerin diliyle, göklerin sessizliği onu böyle bir gecede teslim etmiş Engizisyon ateşlerine.

Yine kandilin altında ellerini ovuşturan Faust, Mefisto’nun sonsuz bilgi vaadine karşılık ruhunu böyle bir gecede bırakmış. Elsinore’un duvarlarında böyle bir gecede dolaşmış Hamlet. “Olmak ya da olmamak” değildi bütün mesele, çünkü gece ne olmayı öğütlemiş ne de vazgeçmeyi. O da sadece susmayı bilmiş. Yine böyle bir gecede dokunmuş Kassandra Troya'nın taşlarına ve gelecekten yükselen yangını böyle bir gecede görmüş. Tek kelimesine aldıran olmamış. Çünkü geleceği görüp çırpınana ne şimdi ne de hiçbir çağda hiç kimse inanma gücünü gösteremezmiş. İşte yine böyle bir gecede zincirlenmiş bir kayanın ucunda Aithopia Prensesi Andromeda. Göğe değil bir canavara sunulmuş ve bizimki gibi son anında yetişir hep kahramanlar, son umudunu tümden yitirmişken kurbanlar.  Yine böyle bir gecede Adriyatik kıyılarında sulara gömülmüş Antinous. İmparator Hadrianus’un yası onu yine böyle bir gecede tanrıya çevirivermiş.

Ay, suskun bir tanığın gözbebeği gibi duruyorken gökyüzünde ve yıldızlar, geçmişin kırık aynasında parlayan eski övgüler gibi sönük, ama inatla yanıyorken, Troya surlarına tırmanan Priamos’un oğlu Troilus, tam da böyle bir gecede acılar içinde uluyarak izlemiş, rehin Cressida’nın Grek çadırlarına sürüklenip götürülüşünü. İşte yine böyle bir gecede bir çiy damlasının üstünden atlarken görüp kaçmış Thisbe. Ve Pyramus, Thisbe’nin aslana yem olduğunu sanıp böyle bir gecede kıymış canına. Yine böyle bir gecede âşık olmuş Dido Troya’dan sağ çıkan Aeneas'a. Bedenini alevlere yedirirken “Kartaca’ya dön” diye böyle bir gecede yakarmış, İtalya'ya dümen kıranın ardından. Ve işte yine böyle bir gecenin sabahında uyanmış Kafka’nın Gregor Samsa’sı ve insanlık, kendini bir daha tanıyamaz hale gelmiş bir böceğin kabuğunda. Ve o gün bugündür tüm uykular şüpheli, bütün rüyalar güvenilmez.

Islak toprakta ve sık ağaçların gölgelerinde yürüyoruz. Fırtına dinmiş, bulutlar dağılmış, gökte pırıl pırıl bir dolunay. Zihnimizde hiç eskimeyen yüzleri, kulağımızda pürüzsüz berrak sesleri. Hep masalların, hikayelerin, kadim destanların kahramanlarıyla birlikte hayal ettiğimiz tüm çağların en temiz yüzlü asil kahramanları. Bizim kahramanlarımız. Biraz hüzünlü belki ama ilk günkü gibi heyecanlı, ilk günkü gibi inançlı. “Son değil yeni bir başlangıç…” Ne demek! Tüm kalbimiz ve bütün imanımızla. Her zaman ve daima…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.