Bozuk düzende sağlam çark aranmaz

Dosya Haberleri —

❏

  • İlk kez sahneye çıktığında 11, ilk albümünü yaptığında 16, Newroz için sahneye çıktığında 19, öldürüldüğünde 23 yaşındaydı.
  • Bir tek Hasret değil; Asaf Koçak, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, o katliamda yitirdiklerimizin her biri toplumsal açıdan büyük kayıplardır.
  • Oğlum babasının yaşama veda edişinden 72 gün sonra dünyaya geldi. Babası “erkek olursa Roni” olsun dedi. Anlamı, “Gece uzundu, artık aydınlık olsun” demişti. İsmini “Roni Hasret” koyduk.

BARIŞ BALSEÇER

Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri kapsamında 1993 yılında Sivas’a giden ve Madımak Oteli’nde kalan aydın, sanatçı, Aleviler konakladıkları otelin ateşe verilmesi sonucu hunharca katledildi. Katliamda çoğunlu Alevi 33 yazar ve ozan ile iki otel çalışanı yaşamını kaybetti. Katliamda yaşamını yitirenlerden biri de 23 yaşındaki büyük usta Hasret Gültekin’di. Müzik yolculuğuna 6 yaşında bağlama ile başlayan Gültekin çok önemli beste ve yorumlara imza atmış özel bir yetenekti.

Sivas Katliamı’nın 27. yıldönümde; bağlama virtüözü, şarkıcı, besteci, söz yazarı ve yapımcı, 23 yıllık ömrüne önemli eser ve albümler sığdıran Hasret Gültekin’i, tarihe kara bir leke olarak düşen katliam günü ve ardındaki gerçekleri, işletilmeyen hukuki süreci ve daha birçok konuyu hayat ortağı Yeter Gültekin ile konuştuk.

Genç yaşta önemli eserler bırakan bir sanatçı olarak bildiğimiz Hasret Gültekin’i sizden dinlesek… O’nu bu kadar üretken kılan neydi?

Hasret’in anlatılması gereken yönleri yurtsever, devrimci, toplumsal yanı, bir insan olarak insani vasıfları, sanatçı kişiliği ve sanatının perspektifidir. Sanatını neden yaptığını anlamak ve de anlatmak gerekiyor.

Biz onunla tesadüfen tanıştık ve beni pozitif anlamda çok şaşırttı. Çok mütevaziydi, çalışkandı. 1987’de çıkardığı albüm (henüz 16’sındaydı) sonrası Avusturya’da, İsveç’te etkinliklere katılmıştı. Ama Almanya’da ilk defa uzun soluklu bir turneye katılıyordu. İnsanlar sanatını çok beğeniyordu. Genç yaşına rağmen bir ustaya dönüştüğünü farkettim. Sonrasında Köln’de kaldığı sürelerde çokça albüm kaydettiğini öğrendim. Emekçi, Lütfü Gültekin, Aşık Ali Nurşani, İhsan Güneş ve Abuzer Karakoç ile birlikte çalışmaları vardı. Bu albüm çalışmaları, ozanların şu ana kadar yayınlanmış en önemli albümleri sayılıyor.

Ama bu çalışmaları içerisinde Abuzer Karakoç ile yaptığı Alvar Deyişleri’nin özel bir yeri vardır. Bugün halen bu müziğin köşe taşlarındandır, konservatuarlarda da ders olarak işlenen bir albümdür. Orada okunan deyişleri halen insanlar döne döne o yorum ve aranje ile söylüyor.

1987 yılında çıkardığı “Gün Olaydı” albümünde Hasret; kavalı, cümbüşü, davulu bağlamaları yani tüm enstrümanları çaldı. Bütün bir albümü bir haftada bitiriyor ve hiç bir şey dijital değil. Tek bir elektronik form yok. Ustalarından öğrendiğini, Mazlum Çimen’in deyimiyle “emdiğini damıtıp”, böylesine bir repertuarla albüm çıkarmak başka birisine nasip olmamıştır. On altı yaşında kendi olanaklarıyla böyle albümler yapmış başka bir isim yok. Teknik olanakların geliştiği bu zamanda bile bir haftada böylesine albüm çıkarılamıyor. Mayıs 1990’da “Newroz” albümleri serisi yayımladı.

Hasret’i özel kılan biraz şansı ve sonsuz yeteneğiydi. Yetenek birçok insanda olabilir. Ama bu kadar verimlilik, çalışkan olmakla ve hayatta ne istediğini bilmekle alakalıydı. Eşi olduğu için söylemiyorum bunu, yaşına göre çok ilerideydi. Kısa bir ömre bu kadar üretimi böylece sığdırdı Hasret.

Genç yaşta, Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Talip Özkan gibi önemli ozanlarla usta-çırak ilişkisini yaşayabildiği için şanslıydı. Sürekli yazan, belgeleyen, arşivleyen biriydi.  Yolculukta kağıdı bittiğinde, tütün kağıtlarına yazardı.

Evlenmeye karar verdiğimiz güne kadar, Hasret’i 1965 doğumlu sanıyordum. İnsanlara 1971 doğumlu olduğunu söylemekten yorulmuştu. Herkes onun yaşının daha büyük olduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla yaşını hep büyük söylerdi, 65’liyim derdi. O yüzden kimse, Hasret öldürüldüğünde 23 yaşında olduğuna inanamadı. İlk kez sahneye 11 yaşında çıkıp, ilk albümünü 16 yaşında doldurmuştu. Newroz için sahneye çıktığında 19 yaşındaydı, öldüğünde 23… Ebeveynlerinin, “Oğlum 18 yaşında değildir ama yurt dışına çıkabilir” şeklinde imzaladığı noter onaylı belgeyi üzerinde taşıyordu oysa.

Sivas Katliamı’nda yitirdiklerimiz toplumsal açıdan çok önemli kayıplar. Eksiklikleri  çok daha vahim. Bir tek Hasret’in kaybı değil; Asaf Koçak, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok yani o katliamda yitirdiklerimizin her biri, Musa Anter, toplumsal açıdan büyük kayıplardır.

Katliam gününe dönersek, o gün neler yaşandı?

O yaz Hasret’in konserleri ve farklı müzik çalışmaları vardı. Yazın üç ayını Türkiye’de geçiriyorduk. Ama o bahar hamileliğim nedeniyle doktorlar yolculuk yapamayacağımı söylediler. Dolayısıyla ben gidemedim. 1993 yılındaki etkinliklerin 2 gün Sivas, 2 gün ise Banaz’da yapılması planlandı ama Banaz’da toplanacak kitlenin misafir edilmesi zor olacaktı. Etkinlik çerçevesinde verilecek iki solo konserden birisi de Hasret’indi. Hasret’in solo konseri 1 Temmuz tarihindeydi. Haziran ayının 30’unda Ankara’ya, 1 Temmuz sabahı Sivas’a geçtiğinde beni aradı. 2 Temmuz sabahı İmranlı’ya bağlı bir köyde yaşayan babaannesini ziyaret edeceğini, Cumartesi günü ise Banaz’a geçeceklerdi.

Ama 1 Temmuz akşamı Buruciye Medresesi çıkışında Aziz Nesin’e sözlü saldırılar olmuştu. Duyacağımı, tedirgin olacağımı bildiğinden aynı günün akşamı tekrar aradı. Sadece sözlü bir sataşma olduğunu, tedirgin olup stres yapmamamı söyledi.

2 Temmuz günü ise aramadı. Tüm günü içimde garip bir yanma hissi, iç huzursuzluğuyla geçirdim. Kendimi, Hasret’in köye gittiğini ve köyde telefon olmadığı için beni aramadığını düşünerek telkin ettim. Sonradan öğrendim ki, gerginlik olunca otelde kalan çocuklarla ilgilenmek gerektiğini düşünerek babaannesine gitmekten vazgeçmiş. Katledilen Koray ile Menekşe’nin anne ve babası Sivas’ta ama otelde kalmıyorlar. Bu nedenle Hasret otele dönüyor. Otel kuşatıldıktan sonra da maalesef bir daha otelden çıkamıyor.

Saldırıdan nasıl haberdar oldunuz?

Beklediğim telefon gelmeyince, İstanbul’da yaşayan ailesini aradım. Ablası telefonda, “Annemlerdeyim. Hasret bizi aradı. Görüştük. Durumu iyi” dedi. O an bende film koptu. Çünkü Hasret ailesini telefonla aramışsa, beni mutlaka arardı. Telaş içerisindeydim. Çok zaman geçmeden haberlerde olanları gördüm, duydum. Açıklanan ilk dört isim arasındaydı Hasret’in ismi. Hemen havaalanına gidip, Sivas’a geçtim.

Hasret ile kız çocuğu için isimler düşünmüştük. Son akşam tüm aile birlikte iken “Belki de erkek olacak hiç isim düşünmedik” dedim. Hasret, “erkek olursa Roni olsun” dedi. Kürtçe bilmediğimden anlamını sordum, “Gece uzundu, artık aydınlık olsun” demişti. Oğlum babasının yaşama veda edişinden 72 gün sonra dünyaya geldi. İsmini “Roni Hasret” koyduk.

Anma etkinlikleri neden Banaz’da yapılmadı da Sivas merkeze alındı?

1980’lerin sonlarında Pir Sultan Abdal Derneği kurulup anma etkinlikleri düzenlenmeye başlandığında, ayrıca Hacı Bektaş Şenlikleri de gerçekleştiriliyordu. 1989’dan bugüne  kadar Hacı Bektaş Şenlikleri’ne devlet müdahale ediyor ve birtakım siyasiler protokola oturuyor.

Hasret 1989 yılına kadar, Hacı Bektaş Veli Şenlikleri’ne katılıyormuş. 1989 yılında etkinliğe dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in katılacağını öğrenince, “Orası Alevilerin türbesiyse, Namık Kemal Zeybek’in karşısına çıkıp deyiş söylemem” diyerek, etkinliklere katılmayıp, protesto etmiş.

Pir Sultan Abdal Derneği ise Banaz’da. Alevilerin kültürlerini yaşatıp, koruyabilecekleri bir alan yaratıyordu ve desteklenmesi gerekiyordu. Hasret derneğin her yıl düzenlediği etkinliklere katılmayı görev biliyordu. Hasret için Pir Sultan Abdal çok önemli bir değerdi. Otelin yakılacağını, başına en kötü şey geleceğini bilseydi yine gider, katılırdı.

1992 yılında düzenlenen etkinlikte dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin’in bir konuşma yapacağı söylenmişti. Derneğin yönetim kurulu, valinin SHP’li olduğunu ve konuşabileceğine karar vermişti. Vali etkinlikteki konuşmasında Pir Sultan Abdal Anmaları’nın artık Sivas’ta yapılması gerektiğini hatta Pir Sultan Abdal’ın heykelinin Sivas’a dikebilmemiz gerektiğini söylemişti.

Sivas öncesinde de birçok katliam mevcut. Aleviler bu katliamı öngöremediler mi?

Biz katledilenlerin aileleri, Alevi örgütleri, katliamı ilk yıllarda çok iyi analiz edemedik diye düşünüyorum. Katliam öncesi devlet bilincimiz bulanmış. Oysa hepimiz daha önce de yaşanan katliamların mağduruyduk. Maraş ve Çorum katliamlarını  bilen insanlardık. Taleplerimiz bir parti tarafından kabul gördüğünde, devletin ve sistemin de kabul gördüğünü sanıyoruz. Altı ay telefonda tartışıldı ve valinin üç cümlesine güvenip Sivas’a gidildi, bu acılara maruz kalındı.

Koalisyondaki sosyal demokratların önemli bir kesiminin de bizi eşit yurttaşlar olarak görmediklerini anlamıyoruz. Bizi ötekileştiren mekanizmanın devlet olduğunu unutuyoruz. Maraş Katliamı olduğunda da “sosyal demokratlar” iktidar ortağıydı. Ama sorduğumuzda “biz söz sahibi değildik” diyorlar. Bu cümleye baktığımda, onların da sistem çarkının bir dişlisi olarak Alevilerin katliamlarına göz yumduklarını düşünüyorum.

Pir Sultan’ı anıyorduk ama, “bozuk düzende sağlam çark aranmaz” cümlesini unutmuştuk. Organizasyonu yapanlar, toplumumuzun önde gelenleri, hem de biz Aleviler maalesef olacakları öngöremedik. Yanılgıya düştük. Devletin bizim olmadığını unuttuk.

Bu katliamın gerçekleştirilmesinin temel sebebi sizce nedir?

Devleti yönetenler kamu önünde irtica ile mücadele ettiklerini söylüyorlardı ama Sivas Katliamı, 80 askeri darbesi sonrası rejiminin besleyip büyüttüğü kökten dincilerin “sınırlarımız nereye kadardır, neleri yapabiliriz?” sınamasıydı. Çünkü toplumsal muhalefet; SHP, parlementoda yer alan bağımsız vekiller, Kürt Hareketi, devrimci mücadele yükseliyordu. Yükselen bu toplumsal muhalefetin bir araya gelme ihtimali sistem ve iktidar için bir tehlike olarak görüldü. Ve başarılı oldular ne yazık ki.

  • Bir tek Hasret değil; Asaf Koçak, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, o katliamda yitirdiklerimizin her biri toplumsal açıdan büyük kayıplardır.

Katliamın siyasi sorumluları kimlerdir? Bu kişiler sorumluluklarını neden kabul etmediler?

“Halkı güvenlik güçleri ile karşı karşıya getirmeyin” diyen Demirel, Çiller, Doğan Güreş, Gazioğlu vs. Kısaca iktidarda olanlar bu katliamın siyasi sorumlularıdır elbette. Erdal İnönü de, “Dışarıdakiler halkımsa, içeridekiler de halkımdır. Siyasi sorumluluğunu ben taşıyor ve istifa ediyorum” demedi. Maddi olarak etkinliği destekleyen, heykeli Sivas’a gönderen dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar, heykelin açılışına bile katılmadı o gün. Devlet vatandaşını koruyamamış, devletin Kültür Bakanı ise bugüne kadar oraya neden gitmediğine dair bir açıklama dahi yapmamıştır.

Maraş Katliamı’nda olduğu gibi iktidar ortağı olan Sosyal Demokratlar yani Erdal İnönü, “Başbakan yardımcısıydım ama sözüm geçmiyordu” dedi. Oysa katliamın sorumluluğunu taşımak partiler üstü, vicdani bir sorumluluktu. “Sistem budur” diyeceklerdi. Hukuk devleti olduğunu iddia eden her devlet gibi bu katliamda birinci sorumluluğu olanlar tetikçiler, katliamın maşaları; ikincisi iktidar ve iktidar ortaklarıdır.

Şunu anlamalıyız artık: Türkiye’de sorunu yaratanlar Alevi’nin, Kürt’ün haklarını gasp eden, sorunu derinleştirip demokratik ve eşitlikçi çerçevede ele alıp çözemeyen Türk – İslamcılardır. Yani sorun olan Alevi değil, Sünni; Kürt değil Türk’tür. Türk-İslam sentezine göre katledileceklerin sadece sıralaması değişiyor. Ermeni, Alevi, Kürt… Ama sonuç itibariyle devletin ana çizgisi, sistemin varlık ilkesi bellidir. Türksün ve Müslümansın. Bunun dışındaysan yaşama hakkın yoktur.

Erdal Eren’i 17 yaşında asan, devrimcileri özel yasalarla idama sehpalarına gönderen, oğlunun yaşını büyüterek Seyit Rıza’nın acı çektirmek amcıyla gözlerinin önünde idam eden, Kemal Korkut’u insanlığın gözü önünde silahla katleden kimlerse Madımak’ta 35 canımızı yakanlar da aynı siyasi çizgidir. Onun için Türkiye’de Alevi sorunu değil Sunni; Kürt sorunu değil Türk sorunu vardır.

Katliama ilişkin tepkileri yeterli buluyor musunuz?

Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar hepsi sanatçıydı. Hiçbir sanat kurumu bugüne kadar Madımak’a gitmedi. Hacı Bektaş Veli Şenlikleri’ne koşa koşa gidip reklamlarını yapanlar, Madımak’a gidip Aleviler’in yanında saf tutamıyorlar. Arif Sağ’ın da başkanlığını yürüttüğü MESAM’ın göreceğiz yine bir açıklaması olmayacak.

Hrant Dink katledildiğinde bir yanım acı ile doluyken, yüzbinlerce insan yürüdüğünde insanların birbirini  sahiplenmesinden duygulanmıştım. “Hiç olmazsa bizim kadar yalnız bırakılmadı” diye mutlu olmuştum. Ama Sivas Katliamı’nda bunu yaşamadık. Yirmi bin kişi Madımak’a yürüdüğümüz zaman birileri gelip orada konuşma yapmak istedi. Kitleselleşmeyi başardıktan sonra birilerinin bizim katledildiğimizden haberi oldu. Ya da uğradığımız haksızlıkları anlamaya ve algılamaya başladılar.

Peki Aleviler bu katliamlardan ders çıkarıyor mu? 

Aleviler’de de sorunlar gözlemliyorum. Örneğin; Avusturya’da giderek Şialaşan örgütlenmeler var. İzzettin Doğan-Cem Vakfı yıllardır Pir Sultan Abdal anmalarına, oluşan bu toplumsal muhalefete karşı çıkıyor. Katliam anmasının olduğu 2 Temmuz günü Cem TV, MHP’nin Tekirova’daki genel kurulunu yayınlıyor. O da sözde “dede” ve Alevi inancı adına bunu yapıyor. İzzetin Doğan inancımızı tamamen kendi kirli siyasi emellerine alet eden ve bunu topluma sözde inanç önderi olarak dayatan biri.

İzzettin Doğan ve Arif Sağ’ın 2009’daki Alevi Çalıştayı sonrası “Yıkın Madımak Otelini, park yapın. 37 tane gül ağacı dikin” akla ve vicdana sığmayan önerisi ile katliamın tarihi mekanı yok edilmeye çalışıldı. Katliamın hafızalardan silinmesi amaçlandı. Dönemin kültür bakanı 27 yıldır Alevilerin düzenlediği panellere katılıp, siyasi sorumluluğunu taşımadığı katliam ile ilgili Alevilerin gözünün içine bakarak “ah, vah” ediyor. Kendimize dönük bir özeleştiri olarak söylüyorum. Bu da Alevi kurumlarının eksikliğidir. Kendi kurumlarımızda da hala siyasi sorumlulardan hesap sorma anlayışını geliştiremedik.

Baba ve oğul İnönü katliamların ortağı

27 yıllık hukuk mücadelenizde nelerle karşılaştınız? Süreç nasıl ilerledi?

Elbette 27 yıldır kimi kime şikayet ettiğimizi, mahkemelerde açık ve net şekilde öğrendik. Buna rağmen vazgeçmedik. Haklıydık ve bu tarih eksiksiz ve doğru yazılsın dedik. Hukuki sürecin hiçbir aşamasında bizlere savunmasız şekilde kuşatılmış, yakılmış yakınlarını kaybetmiş mağdurlar olarak davranılmadı. Tutuklu olan katillere hep iyi davranıldı, müsamaha gösterildi. Biz ise hep “suçlu” muamelesi  gördük. “Madımak Utanç Müzesi olacak” diyerek mücadelemizi ısrarla sürdürdüğümüz için Madımak 2010 yılında kamulaştırıldı. Hem hukuk ve adalet mücadelemizdeki ısrarımız hem de Alevilerin her 2 Temmuz’da ısrarla Madımak otelinin önüne gitmesi  bunu sağladı. Verdiğimiz mücadele sonucu 1997 yılında Sivas İdari Mahkemesi’nden “Devlet vatandaşını koruyamamıştır, mağdurların ailelerine tazminat ödemek zorundadır” kararı çıktı. Derdimiz tabi ki tazminat değildi. Gayretimiz, bu mahkeme kararının tarihe geçmesiydi.

DGM “tahrik var” dedi, biz itiraz ettik. Yargıtay 1997 yılında “Tahrik yoktur, bu katliam cumhuriyete karşı bir kalkışmadır. Örgütlü bir toplu öldürmedir. Adi suç değildir, kişisel bir cinayet değildir” dediği için 33 sanıkla ilgili idam cezaları çıktı. Daha sonra bu cezalar müebbet hapse dönüştürüldü. Ama müebbet ceza alanlardan birisini de, Erdoğan geçen Şubat ayında affetti. Ötekilerin de cezaevinde olup olmadığından emin değiliz. Bize göre gerçek suçlular onlar değil. Ama bu koşullarda, yazmamız gereken tarihi yazabileceğimiz kadar doğru yazdık diye düşünüyorum.

Katliamın asıl sorumlularının hala yargılanmadığını ifade ettiniz. Ama ısrarla davanın peşini bırakmadınız. Katliam davalarının sürdürülmesi neden önemli?

CHP’den tutun silahlı mücadeleyi savunan solcular, devrimcilere kadar birçok çevre ile siyasi tartışmalarımız oldu dava süreciyle ilgili. Devrimciler, solcular “kimi kime şikayet ediyorsunuz. Katliamı yapan devlettir” diyorlardı. CHP tarafı, “Demirel, Çiller ve Doğan Güreş ile ilgili düşüncelerini söyle ama İnönü ile ilgili söyleme. Masumdur.” diyorlardı. Alevi bir birey olarak benim için ne baba İsmet ne de oğul Erdal İnönü masum değiller. Bu katliamlara dahildirler. Katliam dönemlerinin siyasi iktidar ortaklarıdırlar.

Eski adı DGM olan ve sonradan sivil mahkemeye dönüştürülen mahkemeden mağdurlar lehinde bir sonucun çıkacağını zaten beklemiyorduk. Bu mahkemenin asıl suçluları bulup, yargılayacağını da düşünmüyorduk. Ama katliamların gündemde kalması, toplumsal hafızamızdan asla silinmemesi gerekiyordu. Mümkün olduğu kadar medyada yer alması gerekiyor. O ülkede yaşayan herkesin yılda en az on kere bu katliamla ilgili durup üç saniye de olsa “Ne oldu? Neden oldu?” diye düşünmesini istiyoruz. Bunun için de davamızın o mahkemelerde ya da bozuk olan hukuk sisteminde kesinlikle sürdürülmesi gerekiyordu.

Ayrıca bu katliamları hafızamızdan silip sessiz kalırsak, yeni katliamların olacağı bilincini yaratmak zorundayız. Yoksa Çiller’in, Erdoğan’ın, hatta Ecevit’in de ve hatta başka bir iktidarın, sistem için öteki olanların katliamını vacip gördüğünü biliyoruz. Yargılanmayacağını, cezalandırılmayacaklarını; yargınlanmayacaklarını bildikleri için bu katliamları yaptıklarını da biliyoruz.

Türkiye toplumu bu katliamlarla doğru dürüst yüzleşmiş, sorumlulardan hesap sorulmuş olsaydı Gazi, Ankara Gar, Suruç, Amed katliamları olmazdı. Sonrasında gün ortasında Hrant Dink, kameralar önünde Tahir Elçi katledilmezdi. Kemal Korkut’un gözlerimizin önünde katledildiği o fotoğrafı nasıl unutabiliriz?

Hrant da Tahir Elçi de barışı savundu. İstediğimiz kadar “barışı” savunalım. Toplumsal yüzleşme sağlanmadan, Türk ve Sünni sorunu, katliamlar engellenemez. İstersek onların dilini kullanmaya çalışıp, ‘Ermeniler, Kürtler ve Aleviler katledilmedi’ diyelim. Ama katliamlar oldu ve bu gerçek orada alanen duruyor. Bu ırkçılık, tek bayrak, tek millet, tek din sorunu çözülmediği müddetçe ötekilerin katledilmesinin sonu gelmeyecek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.