Buğulu zaman lekesi
Arif ALTAN yazdı —
- Yol denen toprağın kalbinde açılmış bu derin kesikler, birbirinin içinden geçen bu kapanmaz yaralar, geriye, başa doğru uzadıkça görülen tek şey kalın sis tabakaları…
- Tatlı ve doyurucu bir düşten uyandığında hevesi kursağında kalan bir çocuğun kapıldığı hüznü andıran bir kırıklık, bir yanık tadı siner anımsamanın tamamına. Anımsamak susmakla ve susmak, susamakla ilgili bir şeydi. Sesteki kırıklık, suskudaki yanık tadı oradan kalma.
- İlk sıcaklığıyla kuşatıldığını sanan duygu, ilk doğuş zamanına doğru geriye süzülüp giden hüznün bıraktığı boşluğu, yoksunluğun gururu, gürültünün sessizliği, boğucu çoğalışla gelen bir yalnızlıkla doldurur.
Başlangıçtaki saflık aranır, sonraki anın bozduğu her şeyde. Hırpalanmış, dökülmüştür ele göze gelen. İncinmiş ve soğumuştur vaktiyle sıcaklığını duyuran. Bir başına karşılamıyor nefes alıp vermek ve bir yaşanmışlık hissi ya da bir gerçeklik duygusu vermiyordur artık hayata bozdurulup rüyaya aktırılan. Çığ ağırlığınca inen zamanın altından çağ çökmüş, ruhun ezilerek sindiği dünyevi tüm biçimler vaktinden çok önce çözülmüştür. İlerleyen eskimiştir, yenilenen aşınmıştır. Gidiş kötüyedir, hiç umut beslemiyordur an bir sonraki ana, gün geceye, bugün yarına. Hayat ölümü çağırıyor, varlık yokluğu. İlk harekete geçirici duygu çürümüştür, bozguna uğramıştır zamanla olan çarpışmasında. Çarpışma bile değildi belki, bir sürtünmeydi, yara bere içinde ulaştığı son durakta farkına varılan.
Hep böyledir, geriye dönüp bulanık bir zihinle, yaşlanmış gözlerle bakılır o ilk günlere. Ama kat edilmiş mesafede başlangıcı sona bağlayan hiçbir işaret yoktur yine de. Geçilen yollar bir kez daha gözden geçirilir. Ama yol denen toprağın kalbinde açılmış bu derin kesikler, birbirinin içinden geçen bu kapanmaz yaralar, geriye, başa doğru uzadıkça görülen tek şey kalın sis tabakaları. Başlangıcı doğrulayan herhangi bir dokunuş, artık dokunulmazlığı olan derin bir hissizlik. Yıpratıcı bir yolculuktan sonra söylenen her şey, azap dolu bir günden geceye kalan yorgun iç çekişlerden farksız. Tatlı ve doyurucu bir düşten uyandığında hevesi kursağında kalan bir çocuğun kapıldığı hüznü andıran bir kırıklık, bir yanık tadı siner anımsamanın tamamına. Anımsamak susmakla ve susmak, susamakla ilgili bir şeydi. Sesteki kırıklık, suskudaki yanık tadı oradan kalma.
Rüyadaki hafiflik aranır, gerçeğin ağırlaştırdığı her şeyde. Düşlerin bağışladığını, yanılsama bilinci ile lekeli bir uyanışla geri alınmıştır. Uçtuğunu ama düşmenin kaçınılmaz olduğunu sezdiren acımsı bir burukluk, yazgısal bir kabullenişle örtüşür. Yükselmek, inancın yüklendiği azmin buyruğuydu, düşüş ise zamana delinen duyguyu ağırlığıyla dolduran boşluğun dibe çeken bulanık öğretisi. Ufalmış ve küçülmüştür, vaktiyle büyüklüğünü düşüncenin ufuklarını kaplayarak duyuran. Öyleyse korumaya çalışmakla öldürecektir düşünce, uçuculuğuna kefil duygunun ilk büyülendiği ana sürükleyen anılar bütünlüğünü. Takatini yitirmiş ve aldığı mesafeye yıpranmış tasavvur, bilincin öngörüsü kadar boş ve geçersiz bir konuma düşmüştür. Yine de iyi gelen bir gevşeme, huzura denk bir kuşatıcı çözülme, dinginliğe eşit kılınmış bir mayışma beklenir, yanılsamanın uyarıcı çağrışımla desteklenmeden aldırışsızca kendini kopardığı gerçeklikten.
Aslına sarmalanmış ilk duygudur, zihnin kıyılarına vurmuş atıklar içinde ipince bir hüzün çubuğuyla aranan. Anın geçmişle tek ilişkisi şükrandır; gerçeğin ağırlığı altında boğulamayacak kadar özgüvenli gururun öfkeli başkaldırısı da oradan gelmedir. Bir yalana dönüştürecek kadar kendini bir doğrunun içinde hissettiren yine de gurur değil, minnettarlıkla anımsama arasına giren ve hiçbir hakiki vurgu içermeyen bu ipince, bu kendiliğinden hüzün dalgalanmalarıdır aslında. Başlangıca asla ulaştırmayan, sisle örülü yolarda ardından iz bırakmadan yitip giden bu kendiliğinden duygu, kaybedişi dönüştürücü kazanımlarla duyurur. Ama dönüşteki canlılık, dönüşümdeki alacalı doygunluk, gerçek uyanıncaya kadarki o sıkıştırılmış, o daraltılmış zamana aittir. İlk sıcaklığıyla kuşatıldığını sanan duygu, ilk doğuş zamanına doğru geriye süzülüp giden hüznün bıraktığı boşluğu, yoksunluğun gururu, gürültünün sessizliği, boğucu çoğalışla gelen bir yalnızlıkla doldurur.
İnanıştaki ilk bütünlük aranır, zamana parçalandıkça ihtiras halini alan tutkunun sonraki her savruluşunda. Bozulmuş, aşınmıştır zihinden süzülüp yüreğe dökülen. Her şey kötüye gidiyordur. Ruhları saran umutsuzluktaki geri dönüşsüzlük tonlaması başka şeyden değil, aldanışla gelen bir huzuru elde edip sonra yitirmesi, bir anlık mutluluğu ebedi bir mutsuzluk pahasına satın almasıyla ilgili. Başlangıçtaki saflık, başlangıçtaki duyguyla korunur, ama o da araya giren ve ihtirası yüklenen zaman yüzünden imkânsız. Başlangıç anına dönüş isteğinde dile geleninin, yaşamın birleştirici ilkesinin dehşet olduğu unutulmuştur. Sonuç, iyilik adına görünüşü sağlayan kötülük, hakikate kefil yazılan yalandır, anımsama ve dönüş çabasının yerini alan.
