Çağın devrimciliği

Mihraç URAL yazdı —

  • Bilim ve tekniğin gelişmesinin tarihin devindirici unsuru olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, sistem değişikliğine yönelen özgürlük hareketleri, demokrasinin genişletilip derinleştirilmesi uğruna yürütülen mücadelelerin bu çağın temel devrimci görevi olduğuna inanıyorum. 

Kendini hükümet değişikliği sınırlarına hapsetmeyen, doğrudan sistem değişikliğini hedef alan özgürlük ve demokrasi hareketleri bu çağın devrimci hareketidir. Devrimci olmak da bu hareketin bir parçası olmak demektir. Kendi adıma felsefemin rotası burada kırıldı diyeceğim. Sistem içinde sınıflar arası gerginlik olan ve sistemi daha rasyonel çalıştırmak üzere anlamlı olan sınıf mücadelesini doğru anladıkça, özgürlük ve demokrasi hareketinin tarihsel devrimci mahiyeti daha net anlaşılır.

Tarihin tüm deneyleri gösterdi ki, Devrim ve devrimcilik devleti ele geçirme olayı değildir. Zira bu tür devrimlerin tümü gerisin geriye dönmüştür. Spartaküs isyanı kralın önünde diz çökmüş, Münzer ayaklanması feodalizmi aşamamış, Sovyet Devrimi gerisin geriye kapitalizme dönmüştür. Elbette ki her halk hareketi insanlığa kimi kazanımlar sunmuştur ama bunun adı devrim ya da devrimcilik değildir. 

Yaşanılan sistemin rahminde gelişip egemen olmadan alt yapıyı kapsayan bu yeni egemenlik, üst yapıyı da kendine göre şekillendirmeden tarihsel geri dönüşü olmayan devrim söz konusu olamaz.

Bu ise eskinin hiçbir temel sınıfı, gücü ya da etkinliğiyle olmaz; tersine onları da tarihe gömecek yeninin gelişip egemen olmasıyla ancak mümkündür. Bunun de tek yolu ve dinamiği, ihtiyaçların tetiklediği bilim ve teknolojinin gelişmesidir. Bu gelişmelerin tetiklediği halk hareketi eski sitemin tüm verileriyle çatışmaya girmeden ne devrim ne de devrimci bir eylem söz konusu olamaz. Eski sisteme ait verilerle ortaya çıkan gerginlikler, çatışmalar, tüm boyutlarıyla eski sistemin sınıf mücadeleleri sadece birer reformist hareket olarak kalırlar. Bu hareketler asla devrimci değildir; devleti ele geçirse de üretim ilişkilerinde bir nitel değişim üretemezler. 

Tam bu noktada, hükümet değişikliğini değil, siyasal alanda reformları değil, üretim sistemini nitel olarak değiştirecek gelişmeler yönünde özgürlük ve demokrasi hareketlerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu hareketlerin bilim ve teknik gelişim alanlarını genişletmesiyle olgunlaşacak devrimci süreç, eski sistemi aşamayan sınıf mücadelesinden çok daha devrimci ve köktencidir. Bu çağın devrimciliği de, felsefi algıları da bu yönde olmalıdır. Kolay anlaşılması için şu örneği ele almak yeterlidir; Kürt özgürlük ve demokrasi hareketinin zaferi, Türkiye’de bir hükümet ya da siyasal değişmeyle kalmaz sistemin tümünü alt üst ederek değiştirir, yeni bu sürecin ürünü olarak doğar.

21. yy kendine özgü verileriyle kendi devrimciliğini de bu yolla üretmektedir. Bu konuya girişin temel algıları geçmiş süreçlerin yanılgılarına yol açan temel tanımlama ve argümanlarda netleşmeyi gerektirir. Bunların başında da sınıf mücadelesi gelir.

200 yıla yakın süre dünyayı saran Marksist ideolojiyle özellikle Paris Komünü (1870) sonrası süreçte sınıf mücadelesi devrimin temel aracı, gelişmenin, ilerlemenin temel dinamiği olarak dayatıldı. Yeryüzünün tüm olayları gibi, tarihin de tüm olayları sınıf mücadelesiyle açıklanmaya çalışıldı. Kimi toplumsal olaylar sınıf mücadelesiyle uzak yakın ilişkisi olmamasına rağmen, “sınıf mücadelesi” gözümüze sokula sokula buna bağlandı. Kapitalizm, sınıf mücadelesini ve ona ait tüm siyasi toplumsal medyatik araçları soğurunca, sınıf tanımlamaları ve mücadeleleri üzerine görüşler tartışma sürecine girmiş oldu. Bu arada Avrupa komünizmi, Yeni sol, Frankfurt okulu gibi ömrü 10 yılı doldurmayan düzmece teorilerin, tarih seremonisinde tek tek iflas ettiği görüldü.

Sınıf mücadelesi

Önemle bilinmesi gereken şey, “Sınıf mücadelesi asla devrimci değildir” tezim, sınıf düşmanlığı anlamına gelmiyor. Zira sınıf mücadelesine dayanan hiç bir mücadelenin, devrim yaptığına dair tarih bir tek örneğe sahip değildir. Tarihin tüm sınıflı toplumlarında, sınıflar arasında yaşanan gerginlikte asla geri dönüşü olmayan, tarihsel ilerlemeyi temsil eden bir devrim olmamıştır. 70 yıl sonra Sovyetlerde ortaya çıkan geri dönüş, “yönetsel-idaresel hatalar” değildir. Yeryüzünün en aydın, en birikimli insanlarının başını çektiği bu atılıma “yöneticilerin hatasıyla geri döndü” iddiasında bulunmak, bu aydınlara yapılacak en büyük hakarettir.

Esasında meseleyi kavramak zor değildir. Sınıfı, onun üyesi olan bireyden bağımsız kavramak yeterlidir. Birey, işçi ya da birey burjuvazi tarihte her role açık bir duruş sergileyebilir. Ancak olay belli bir tanıya sahip kitleyle ilgili olunca farklı hale gelir. Sınıf bir toplumsal kitledir ve üretimdeki yeri gereği bu tanıyı alır. Bu noktadan itibaren kimse kendinden bu kitleye rol biçemez. Bu kitlenin (sınıfın) siyasal davranışları, bu kitlenin tanımında yer alan özellikleriyle belirlenir.
İşçi sınıfı kapitalist üretim tarzının temel bir sınıfıdır ve bu yanıyla Kapitalizmi kuran, feodalizmin bağrında onunla birlikte doğan bir toplumsal kitledir. Bu kitle nasıl ki kölecilikle ilgili bir rol oynayamazsa daha ileri bir üretim tarzıyla da ilişkili olamaz. O, doğduğu sisteme ait ve onunla birlikte tarihsel sürecini tamamlar. İşçi sınıfı her hal ve koşulda kendi sistemini savunma konumunadır. Yeryüzünde grevlerin bitişi, işçilerin fabrikalarını çalıştırmak için ücretlerinden bile vazgeçmesi bunun göstergesidir. 

İşçi sınıfı kendi sistemiyle ilgilidir ve mücadelesi de bu ilişkinin yeniden organizesinden öteye geçemez. Yani sınıf mücadelesi ekonomik bir mücadeledir, ötesi değildir. Devrimciler elbette ki emekten, ezilenden yana tavır alırlar ve siyasal duruşta bunu her adımda gösterirler, ama bu asla devrim hayaline götürmemelidir. Bu hayallere yaslanarak da devrimcilik yapılamaz. Bu çağın devrimciliği de asla sınıf mücadelesine dayalı olamaz. İşçi sınıfını tanımlayan tüm veriler aynı zamanda burjuvaziyi tanımlar.

İşgücünü pazarda satmaya sunan işçi sınıfı, üretici güçler üzerindeki özel mülkiyet sahibi burjuvazi tarafından alınır. Bu denklem kapitalizmi tanımlar. Bu denklemin bir sınıfı ne ileri bir üretim tarzı kurabilir, ne de bu sisteme karşı düşmanlık yapabilir. Bu sistem onun sistemidir, varoluşunun sistemidir. Tarihsel ve sosyolojik açıdan durum budur. Kapitalizm sonrası üretim tarzı için işçi sınıfının ne öncülük etmesi mümkün, ne de kuruluşunda yer alması. Bu açından “geçiş süreci” ya da “proletarya diktatörlüğü” söylemi tamamen zihinsel bir uydurma olarak öne sürülmüştür; bu önermelerin tarih indinde, ne bilimsel ne de fiili bir yeri vardır. 

Kapitalizm er ya da geç tarihe karışacaktır. Bunun tek yolu önceki üretim tarzlarının tarihe karışmasında takip ettikleri yoludur; ihtiyaçların tetiklediği icat ve buluşlarla gelişen teknoloji ve bilim, üretici güçlerin de ilerlemesini tetikler. “Sosyalizm” üzerine yazılan, “toplumsal mülkiyet ilanıyla birlikte üretici güçlerin gürbüzce gelişeceği” iddiası hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Üretici güçlerin gelişimi insan ortak aklının, birikimlerin ve ihtiyaçların sonucudur. Bunun bir sistemle uzak yakın ilgisi yoktur. Her sistem, sınıflı toplumlar dahil, eski sistemlerin bağrında oluşurken zaten daha ileri bir üretici güç - teknikle ilerler ve egemen olur. Eski sistemi de tarihe gömen gelişme budur. Hiçbir fikir, hiçbir siyasi gelişme, hiçbir sistem içi gerginlik, bu gelişmenin teknik ve bilim gelişmesinin üretici güçleri yenileme etkisinin yerini dolduramaz. 

Bu süreci güçlü kılan şey, artan demokrasi ve özgürlüktür. Gelişme özgürlükle doğru orantılı olarak insanlığa hizmet eder. Bunun için çağın ve her çağın devrimciliğini artan özgürlük ve demokrasiye bağlamayı yanlış bulmuyorum. Sınıf mücadelesi sistem içinde buna hizmet ettikçe de desteklenmesi gereken bir mücadeledir diyorum.

21. yüzyıl devrimciliği

İnsanlığın ilerlemesinde işçi sınıfı, temel parçası olduğu kapitalizmin burjuvazisiyle feodalizme karşı tarihsel devrimci bir rol oynadı. Bu rol zaman içinde sistem için gerginliklerle demokrasi ve özgürlüklerin oturmasına da katkı yaptı, toplumsal siyasal örgütlenmelerin oluşumuna yol açtı. Bütün bu olumlu roller sonuçta kendi sistemi olan kapitalizmin daha rasyonel işlemesine hizmet olarak ikame edildi. Bunlara dayanarak devrim kurgusu yapmak vehimdir, geri dönüşü olmayan tarihsel devrimlerin oluşacağını sanmak ise yanlışların en büyüğüdür. İşçi sınıfı, “sınıf bilinci almadığı, örgütsüz kaldığı için” bu sonuçların çıktığını sanmak ise bildik Komünist Partilerin zırvalığından başka bir şey değildir. Bir sınıfın “sınıf bilinci” ait olduğu üretim sistemin sınırlarıyla kuşatılmıştır. Burjuvazinin sınıf bilinci üretim ilişkileri karşısında ne ise işçi sınıfının sınıf bilinci de odur; iş gücünü üretim araçları üzerinde özel mülk sahibi burjuvaziye satmak ve fabrikaların çalışmasını yani sistemi yeniden üretmek üzerine kurulu bir işçi sınıfının, sınıf bilinci de odur. Aydınların bu sınıfın omuzlarına yığmak istedikleri, görevler (sosyalizmi kurma gibi) bu sınıfın doğasına, sistemin bir parçası olma esprisine aykırıdır. Dünya çapında tüm işçi grevlerinin sistemi korumak üzere fabrikaların çalışmasını esas alan yaklaşımlarla bittiğini ve bu kesitte grevlerin esamisinin bile zikredilmediğini biliyoruz. Türkiye’de Tekel grevlerinin nasıl da “iş yerlerimizin çalışmasını istiyoruz bunun için ücretlerimizden tenkisata da razıyız” nidalarını hatırlatırım. Her sınıf sadece kendi sistemine hizmet eder sınıf bilincinin sınırı da budur.

Bilim ve tekniğin gelişmesinin tarihin devindirici unsuru olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, sistem değişikliğine yönelen özgürlük hareketleri, demokrasinin genişletilip derinleştirilmesi uğruna yürütülen mücadeleler bu çağın temel devrimci görevi olduğuna inanıyorum. Devrimcilikte bu süreçte yer alma algı ve pratiğidir.

21. yy devrimciliğine soyunmak isteyen arkadaşların dikkate alması gereken önermelerim bunlardır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.